Dilipak kimi, niçin eleştiriyor?

Abdurrahman DİLİPAK

Dilipak kimi, niçin eleştiriyor? Sosyal mediada birileri bu soruyu tartışıyor. AK Parti’yi eleştirmemi, hakkımda açılan davaya bağlayanlar var. Ya da gizli bağlantılarımdan söz edenler, çıkar ilişkisine dayalı yorumlarda bulunanlar var. Beni bilen biliyor. hakkımda iftira edenlerin bir kısmı bizim mahallenin trol takımı, birileri karşı mahallenin çocukları; yangına körükle giden tipler.

Geçen gün eski yazıları gözden geçirirken yine önüme çıktı. 11.11.2009’da yazdıklarımı 5-6 ay önce yine yayınlamıştım. İsteyen şu yazıları internet’te okuyabilir: Ah Şu Bizimkiler 11.11.2009, aynı başlıkla 11.11.2011’de yeni bir uyarı yazısını bir daha yazmışım, 20.4.2014 “Ah şu bizimkilerin işleri!” diye 12 sene önce, 10 sene önce, 7 sene önce tekrar tekrar yazmışım. Ve işte bugün yazdıklarım. Dünkü uyarılar ve bugünün gerçekleri. Ben “Kum fe enzir” uyarımı yaptım ya Rab! Şahid ol. Ve kınayanlar kınamalarını sürdürsünler! 

11.11.2011’de şunları yazmışım: Bizim alameti farikamız ne olmalı? Yani bizi biz yapan, bizi ötekilerden ayıran özelliklerimizden ne kaldı geriye. Oturduğunuz evler mi? Yiyip içtikleriniz, giyip kuşandıklarınız.. İçimizden birileri, sonradan görme havasında, aşağılık kompleksi ile var gücü ile ötekilere benzemeye çalışıyor.. Okuyup düşündükleri yok. Pahalı arabalara binsinler, marka kullansınlar, çocuklarını pahalı okullarda okutsunlar, pahalı turlara, tatillere çıksınlar, sonra da hacca gidip defteri sildirsinler.. Kâbe’nin hemen karşısındaki lüks otellerde Kâbe’ye tepeden bakarak, helal şaraplarını, şampanyalarını, likörlerini yudumlasınlar. Hemen söyleyeyim, merhametten habersiz, hedonist, çıkarcı, çile ve hüzün nedir bilmeyen bu çocuklar yarın ahir ömrünüzde size ne yapacaklar göreceksiniz.. Ya da servetinizi yarın nasıl har vurup harman savuracaklarını.. Bizim işadamlarına sormak istiyorum: Reklamlarda kullandığınız imajlar ve spotlarda anlatılan dünya hangi dünya, kimin dünyası! Ya o dizilerdeki roller, verilen mesaj, tam bir rezalet.. Aslında hepimiz imtihan oluyoruz.. Bu dünya böyledir işte.. Mal ve makam peşinde koşanlar, cahillik edenler, servet ve güç sahiplerine yalakalık yapanlar, yaltaklananlar, zalimlerin tetikçiliğini ve kahyalığını yapanlar.. İyi insanlar da vardır.. Gönül ehli. Sabırlı, dürüst, bilgili, cesur.. Ama çok az.. İyilikler ve kötülükler bir arada yaşanıyor aslında.. (…) Keşke servet ve iktidar sahipleri artık, yabancı marka kavram ve ürünlerin taklidinden sıyrılıp, yeni bir medeniyetin ihya ve inşası için kafa yormaya başlasalar, ne iyi ederler. Tebliğe çıksak, dünyaya yayılsak mesela... Bunu biz yapmayacak olursak, sıramızı savarız ve bir başkası gelir o yapar.. Biraz bilim, biraz hikmet, biraz felsefe, biraz sanat ve estetik ve daha fazla insanlık lütfen. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz (…)” diye yazmışım. 

20.4.2014’de “Ah şu bizimkilerin işleri!” diye yazmışım “İnsan bu! Cahili, alimi, şeyhi - müridi yok! Biz hepimiz insanız. Peygamberler Resul/Nebi sıfatı ile birlikte o da bir insandır, kuldur!. Risaletin masumiyeti dışında hiç birimiz mutlak anlamda masum değiliz ve nefsimize taht kurup oturan bir Şeytan var.. “Şeytanın isteği”ne uymayalım! O bize yeryüzünde bir cennet ve ölümü düşünmemizi unutturarak, sanki bize ebedi bir hayat mümkünmüş gibi bir algı oluşturuyor zihnimizde.. Çileyi ve hüznü unutturup, zevk ve hazzı öğütlüyor.. %20 himmet alan paralelci ile %20 rüşvet alan kamu görevlisi arasında ne fark olabilir ki?.. İkisi de zorunlu bağış değil mi? Ha! Sonra alıştırırsınız adam artık verir ve karşılığını da alır. “Kazan kazan”, “al gülüm, ver gülüm”.. Herkes ötekinin Şeytanını taşlarken, kendi Şeytanının altına taht kurmasın! Tezgah öyle kurulmuş zaten, biri alıyor, biri veriyor, iki taraf da kazanıyor. Bedel ödeyen ise bu halk.. Açıkgözler, biliyorlar tabii, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmeyeceğini.. Sana sınav sonuçlarını veriyor, terfi ettiriyor.. Bir de yalan uyduruyorlar, cenneti kazanacağınızı söylüyorlar.. O himmetçilere ve rüşvetçilere sesleniyorum: “Vay o namaz kılanların haline ki!” diye başlayan ayeti hatırlıyor musunuz, o cami, Kur’an kursu, öğrenci yurdu diye topladığınız paralara haram kattı iseniz, amelleriniz boşa gitmiştir. Siz helal olana haramı karıştırdı iseniz, cenneti değil cehennemi kazandınız ve laneti hakettiniz.. Lanet olsun o zaman hepinize ve yaptığınız işe! Rüşvetin adını himmet koyarak kendinizi kandıramazsınız.. Şeytan herkese gaspını meşrulaştıracak bir bahane, bir yalan buluyor. Her birini “kutsal bir fahişe”ye(!) dönüştürüyor. Biliyorsunuz değil mi, fuhuş/fahşa, “haddi aşmak, kırmızı çizginin ötesine geçmek” demektir.. Kur’an kursu bahanesi ile öğrenci yurdu bahanesi arasında fark yok aslında.. Bu yanlışa bulaşmış olanlar, kendi gözlerindeki çöpü çıkarmadan ötekisinin gözünde çöp aramasınlar. Başkalarına öğütleyip durduğunuz şeyler konusunda önce siz kendi nefsinizi arındırmalısınız.. Yeni seçilen başkanları uyarıyorum: Şeytan size vakıf ve dernek bahanesi ile gelmesin. Teşkilat ve milletvekili bahanesi ile gelmesin. İşi ehline verin. Torpil yapmayın.. Daha ilk günden bu adlarla kapınızı çalarlar. Siz orada otururken birileri malı götürmeye başlar. Vebali size ait olan bir işte herkes malı götürürken, madem onlar yiyor, ben niye yemiyorum diye düşünmeye başlarsınız. Siz de önce cami, dernek diye başlarsınız.. Yapmayın. (…) Ben nice adamlar bilirim, seçildiklerinde ilk gün odalarının kapısını söken, duvarına “rüşvet alan da, veren de mel’undur” yazan, sonra da binasını toptan değiştiren ve eski günleri unutan. Evet, bekara karı boşamak kolay. Oraya gelmeden verilen sözlerle, geldikten sonraki gerçekler çok farklı oluyor bazan.. Yeniden seçilip de bu haltı yiyenler, şimdi tevbe etsinler bari.. Belki Allah da sizi affeder. Halk da! Bakın bundan sonra işiniz zor. Bu halk, yiyicileri bu kez affetmeyecek! İhbar edecek. Oğul babayı, eş kocayı ihbar edebilir.. Uçkur ve küçük menfaat hesapları uğruna koca bir davayı ayaklar altına alamazsınız.. Kadrolaşma adına beceriksiz adamlara makam, mevki dağıtamazsınız.. (…) Haram lokma toplumu ifsat eder.. Bazı ailelerin çocukları uyuşturucu, alkol kullanmaya, fuhşa sapmaya başladılar. Aile çatırdıyor.. Mütedeyyin ailelerin çocuklarına kadar ulaştı esrar-eroin! Para ve iktidarın ahlaki erozyona dönüşmemesi gerek. Akıl ve imanımızın güç ve servetimizden büyük olması gerek. Yoksa bu güç ve servet bizi cehenneme taşıyan bir aygıta dönüşür.. Durmadan İmam-Hatip açıyoruz. Ama öğretim üyelerimiz yeterli değil.. Mekanlar güzelleşiyor ama ya öğrencilerin hali! (…) Çocuklarımızı İmam-Hatib’e, kursa göndermekle bu işlerin yoluna gireceğini mi sanıyorsunuz siz! Muhafazakar semtlerde yaşananların farkında mıyız.. Sadece yöneticilerimiz değil, bizim de aklımızı başımıza toplamamız gerek.. Güneydoğu dindarı en bol olan bölge.. Medreselerimiz hâlâ etkili. Ama en fazla elektrik-su kaçağı orada. Nasıl oluyor bu iş.. Allah (haşa) görmüyor mu? Hırsızlık değil mi bu yapılan.. Devletin de olsa, şirkete ait de olsa, “kul hakkı”na girmez mi bu! “Kamu malı” “Yetim malı” hükmünde değil mi? Yani, demem o ki, bu hastalık sadece siyasiler ve bürokratlarla sınırlı değil. STK’lar ya da tekil BİREY’ler olarak da aynı bataklıkta debeleniyoruz.. İtiraf edelim ki “inni küntü minezzalimin”, “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helak eder misin Allah’ım!”, “Şeytan bizi Allah’la kandırmasın.” Bakın! Sakının! Allah her şeyi görüyor, biliyor, duyuyor.. Polisin dinlemesinden önce kiramen katibin’in kaydından korkalım.. Haram işlerden ve haram lokmadan sakınalım. Haram sözden ve haram nazardan da.. Haramdan sakınalım!” Sahi değişen kim, ben mi, başkaları mı! Selâm ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.