Bir yıldır bu köşede ne yaptığımızı sorarsanız…
Dizilere karşı, kafamızı duvarlara çarparcasına bir mücadeleye giriştiğimizi söyleyebilirim.
Evet bir yıldır, yani bu köşede yazmaya başladığımızdan beri, dizilerin toplum bünyesini adeta bir kanser gibi kemirdiğini yazıp çiziyoruz.
Bu hastalığı tafsilatıyla anlatmaya, kavratmaya çalışıyoruz.
İlk başından beri okuyucumuz bu haklı mücadeleye omuz verdi.
Benimsedi…
Öyle ki, yazılanlar organik hesaplarla sosyal medyada paylaşıldı, eşe dosta okutuldu.
Okuyucu eliyle bir çarpan etkisi oluşturuldu…
Televizyon yayınları, ama özellikle diziler aslında herkesin yarasıydı.
İnsanlar iç dünyalarında dizilerden rahatsızlık duyuyor ama bunu ifade edemiyorlardı.
Bu herkesin dilinin ucundaydı ama adı koyulamıyordu.
Okuyucumuz yazıları bir işaret fişeği kabul ederek bu işe sahip çıktı.
Ancak aynı tavrı basınımızdan yeteri kadar gördüğümüzü söyleyemeyeceğim.
Evet uzun aralıklarla birkaç kalem bu konulara değindi o kadar…
Siyaset yazmanın yanında yaptığımız iş “Don Kişotluk” olarak değerlendirildi.
Ama nihayet dizilerin meydana getirdiği kirliliği de ele alan birileri çıkmaya başladı.
Sağ olsun, Hacı Yakışıklı arkadaşımız Pazartesi günkü “Zinanın bedeli 100 bin TL imiş, rezillik!” adlı yazısıyla Med Yapım imzalı “Yasak Elma” dizisindeki gayri meşru ilişkilere dikkat çekti. Yakışıklı özetle: “Millete hakaret eden kişilerin oynadığı dizilerden uzak duralım, onları reytinglerde başköşelerde oturtmayalım, hem dinimize küfredip hem de sırtımızdan para kazandırmayalım! Reytingde çakılsınlar, bir daha böyle diziler çekmeye cesaret edemesinler!” dedi.
Yine Yavuz Bahadıroğlu Ağabey “Televizyonların hali” adlı yazısında “Bu kadar boş televizyonlarla biz “kitlesel eğitim”i nasıl gerçekleştireceğiz?” diye haklı bir soru sordu. Devamında ise: “Devletin ve devlet televizyonunun böyle bir yükümlülüğü yok mu?
“Yerli silâh” üretmekle iş bitiyor mu? Eğitim ve kültür de en az onun kadar önemli değil mi? Valla Sayın Cumhurbaşkanımız böyle söylemişti, geçenlerde: “Eğitim ve sanat en az savunma ve ekonomi kadar önemlidir.” Önemseyen var mı peki? Yok! Kültür ve sanat adamlarımız kültür yazıları yazacak gazete, kültür ve medeniyet uzmanlarımız program yapacak televizyon bulamıyor.” diyerek meselenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu vurguladı.
Sabah gazetesinden Mevlüt Tezel’de 27 Mart tarihli, “Kadına Şiddet Dizilerle Başlıyor” adlı yazısında Siyah Beyaz Aşk dizisinin “kadına şiddet” i körüklediğini yazdı. Tezel yazısında: “Ne yazık ki, dizilerdeki erkek egemenliği ve kadın düşmanlığı, insanların bilinçaltına işliyor. Sonra da neden toplumda kadına şiddet ve tecavüz olayları artıyor diye yakınıyoruz.” diyerek konuyu hep dillendirdiğimiz bir noktaya getirdi.
Dizilerle ilgili basınımızda bu yönde bir fikir birliği oluşabilirse, eminim bu okuyucuya da yansıyacaktır. Basın toplumu negatif etkileyebiliyorsa pozitifte etkileyebilecektir. Bu da dizilere karşı vatandaşımızın daha bilinçli olmasını sağlayacaktır. Bu nedenle bir biri ardınca kaleme alınan bu yazıları memnuniyetle karşılıyor ve yazarlarımızdan devamını diliyorum.
MEVLÜT TEZEL’İN DİKKAT ÇEKTİĞİ KONUYA BİR İLAVE...
Kadına Şiddet ile dizi koalisyonunun şiddet eylemlerini artırdığını defaatle yazdık ve bıkmadan da yazmaya devam edeceğiz.
Tekrar tekrar, “Bu, yeni bir toplum tasarımı çalışmasıdır” dedik. Bu meseleyi “Bazı Kadınlar Şiddete Bayılıyor” adlı, 10 Ocak 2018 tarihli yazımızda enine boyuna işlemiş ve erkek egemen olduğu söylenen dizilerin tümünün senaryo, yönetim ve yapımcılık anlamında kadınların elinden çıktığını söylemiştik.
Tamam, anladık… Kadına şiddet konusunda sesi en yüksek çıkan KADEM yetkilileri besbelli ki Yeni Akit olarak yaptığımız toplumsal içerikli kritikleri okumuyorlar, ama Sabah gazetesini de okumuyorlar mı acaba? Eğer okuyorlarsa, başta Siyah Beyaz Aşk olmak üzere barbar erkek, köle kadın tiplemelerini göklere çıkaran dizi filmlerle ilgili neden hiç bir şey söylemiyor, hiçbir girişimde bulunmuyorlar?
Neden Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığını ‘da göreve davet ederek barbar erkek, köle kadın formatının diziler yoluyla yaygınlaşmasının önüne geçmek için bir çalışma yürütmüyorlar?
Kusura bakmasınlar ama, Nurettin Hoca’yı yermesini biliyorlar…
ALIN SİZE, PSİKOLOJİK ŞİDDET DİLİNİN NASIL KULLANILDIĞIYLA İLGİLİ BİR ÖRNEK…
“Ya benimle evlenirsin ya da ölürsün!
Ne diyorsam onu yapacaksın!
Hadi kalk!
Geç yat!
Açsın otur ve yemek ye!
Benimle geliyorsun, yürü!
Benim karım böyle giyinemez!
Şimdi çık yukarı üstünü değiştir!
Bana bak bana!
Su iç!
Odana çık!
Yürü!
Kalk!
Otur!
Konuşma!
Kes sesini!
Bin dedi mi bineceksin!
Şimdi bin şu arabaya!
Çabuk in!
İn şu arabadan!
İn!
Bin!
Ben kimi düşün diyorsam onu düşüneceksin!
Konuş demeden konuşmayacaksın!
Ben ne dersem onu yapacaksın!
Ben istemeden bir daha nefes bile almayacaksın!”
Vs…
Yukardaki ifadeler bir boşanma davası tutanağına ait değil.
Bunlar yılın en romantik yapımı olarak lanse edilen Siyah Beyaz Aşk dizisinde, kiralık katillik yapan esas oğlanın, kaçırıp evlendiği doktor için kullandığı replikler.
Yani belinde silah olan biri söylüyor bu sözleri…
Yayımlandığından beri çeşitli vesilelerle bu diziye dikkat çekiyoruz.
“Bu dizide üçüncü sayfalarda görmeye alışkın olduğumuz, kadına karşı psikolojik ve fiziksel şiddetin daniskası var” diyoruz.
“Böyle bir hitabeti, dizide gösterildiği şekliyle ‘romantizm’ olarak algılayan erkek tipi toplumda artarsa, kadına şiddetin önü alınamaz hale gelir” diyoruz…
Nerede kadına şiddet ile ilgili “Ayı” örneğini göstererek, erkekler için “Doğadaki bazı cinslerin diğer cinslerden öğreneceği çok şey var.” şeklinde kamu spotu yapan, “Kadına Şiddet İnsanlığa Hakarettir” sloganları atan KADEM…
Kaçırılan ve zorla evlendirilen kadın doktorun hikayesi, sığınma evlerindeki kaç kadının acı dolu hikayesiyle örtüşüyordur acaba?
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, feminist kadın örgütleri, kadına şiddet denildiğinde kaleminden ateş fışkıran yazarlar, çığırtkan aydınlar, sanatçılar; kadınların dizilerde aşağılanmasıyla ilgili üç maymunu oynamaya devam mı edecekler?