17Aralık'tan bu yana devam eden Ak Parti-Cemaat çatışmasına ilişkin en net açıklamaları dün Dolmabahçe'deki toplantıda dinledik. Başbakan Tayyip Erdoğan, davet edilen gazeteci ve STK temsilcileri ile tam dört saat boyunca, sorulan hemen her soruya açık yüreklilikle cevap verdi.
Çatışmanın ne olduğundan, Cemaat eksenli paralel devlet yapılanmasının tanımına ve teşhisine, durumun hükümet ve devlet açısından algılanma biçimine, yolsuzluk örtüsü altında yürütülen yargı-emniyet operasyonunun nasıl bir derin yapılanmanın kalkışması olduğuna, MİT'e ait TIR ile ilgili tartışmaların 17 Aralık operasyonuyla bağlantısına, Başbakan'ın ve hükümetin bundan sonra nasıl bir mücadele yolu izleyeceğine kadar çok geniş çerçeveli bir sohbet izledik.
Edindiğim kanaat şöyle: Artık maslahat, hassasiyet gözetme boyutunun çok ötesine geçmiş bir Türkiye gerçeği var. Cümleleri belirsizleştirmenin, aşırı temkinli ifadelerin ötesine geçmiş bir kamuoyu algısı var. Devlet içinde kadrolaşan bir yapının, edindiği iktidar alanlarını kullanıp iktidarın tamamını ele geçirmeye dönük bir stratejisi var.
Daha doğrusu, Ak Parti iktidarı döneminde geniş nüfuz alanları elde eden bir yapının, devleti ele geçirmekten ziyade devleti yönetmeye başladığı, kendisini devletin sahibi gördüğü, bu yönetim arzusunun önünde engel olan herkesi ve her çevreyi yok etmeye ayarlı bir anlayışa sahip olduğu gerçeği var.
Bu gerçek: Cemaat'in AK Parti hükümetini yıkmaya, Başbakan'dan bakanlarına, aile çevresine kadar bir suç örgütü algısı oluşturmaya çalıştığı, hükümeti yıkmanın ötesinde mensuplarını adeta yok etmeye giriştiği, bunu yaparken de Türkiye'nin siyasal ve ekonomik istikrarının mahvolmasını göze aldığı şeklinde.
Oldukça ürpertici bir durum bu. Böyle bir yapının, Ak Parti'nin de ötesinde, siyasal alandaki bütün yapılarla, toplumsal kesimde kendine karşı duran bütün çevrelerle de çatışmalara gireceği düşünülebilir. O zaman, AK Parti gibi güçlü bir siyasal iradeyi tasfiye eden bu gücün karşısında hiçbir mekanizmanın direnme şansı kalmayacak demektir.
Başbakan'ın gerek konuşmasında gerekse sorulara verdiği cevaplarda tanımlamaları gayet netti: 'Türkiye'nin büyümesinden kim rahatsızsa bu süreci durdurmak için harekete geçen onlar. Kimi zaman tek tek kimi zaman ittifak halinde hareket ettiler. Eski Türkiye'den çıkar sağlayanlar bunlar. Hızımızı kesmek, şevkimizi kırmak istiyorlar. Türkiye'nin yürüyüşünü durdurmak için harekete geçtiler' diyordu.
'Tereddütleri ortadan kaldıracağız. Bizim 30 Mart seçimleri için hiçbir tereddüdümüz yok. Açık ara farkla ipi göğüsleyeceğiz. Türkiye kritik bir süreçten geçiyor. 17 Aralık bir komplodur. Operasyon ilk andan itibaren yurt içi ve yurt dışı medya eşliğinde başlatıldı. İçeri aldıkları kişilere 'sizin efendileriniz var. Efendileriniz sizi gelsin kurtarsın' diyorlar. Adı yolsuzluk konulan bu operasyonun arkasında ülkemin geleceği var. Bu olayın olumlu yönü; paralel devletle ilgili gerçeğin ortaya çıkması ve millet tarafından görülmesidir' diyordu.
Örgütsel mantık içinde, örgüt hiyerarşisi içinde bir yargı darbesi yapılmak istendiğini, egemenliğin milletten alınıp yargıya verilmek istendiğini, MİT Müsteşarı'na operasyon yapanlarla Türkiye'ye müdahale edenlerin aynı kişiler olduğunu, aynı paralel yapının mensupları olduğunu söyledi.
Başbakan'ın; 'Netice alamayacaklar. Laboratuvar teşhisleri devam ediyor. Bu virüsü ortadan kaldırmaya gücümüz yetiyor' cümlesi dikkat çekiciydi. Artık bunlarla çalışamayacaklarını, şantajlara boyun eğmeyeceklerini, kula kul değil Hakka kul olacaklarını, ubudiyet meselesinin iyi düşünülmesi gerektiğini söylüyor.
'Yaşadıklarımız bunları tespit fırsatı verdi. Bunlar açıklanacak. Millet bu yapıyı bilecek. Açıklanmazsa daha da güçlenecekler' diyen Başbakan; 'Belediyelerde işi yapılmayınca Başkan hakkında dosya hazırlayan Savcı hakkında neden soruşturma açılmaz' diye soruyor.
Öyle sanıyorum ki, Ergenekon yargılaması yeniden masaya yatırılacak. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, CMUK'ta (Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu) yapılacak ve çok tartışılacak bir değişikliğin önümüzdeki hafta açıklanacağını söyledi. Başbakan da yeniden yargılamaya olumlu baktığını, bunun bir hak olduğunu, bu hakkın kullanılabilmesi için çalışmalar yaptıklarını açıkladı. Öyleyse Ergenekon gibi davalar silbaştan yeniden görülecek demektir.
Hükümetin hedefinde cemaat tabanıyla çatışma yok. Bu konuda ciddi bir hassasiyet var. Ama cemaat içinde 'paralel yapı' olarak görülen oluşumla ciddi savaş yürütüleceği ortada. O oluşum KCK tarzı bir yapılanma olarak görülüyor.
Ama dünkü konuşmanın en flaş kısmı Fethullah Hoca tarafından gönderilen mektup oldu. Cumhurbaşkanlığı üzerinden gelen mektubun, bir tür 'burada duralım' talebi içerdiği, medya üzerinden yayınların durdurulmasının talep edildiği, devlet kadrolarındaki atamaların geri alınmasının istendiği belirtiliyor.
Ama genel kanaat bunun bir taktik manevra olduğu yönünde. Görünüşe göre mektup pek de ikna edici olmamış. Toplantıdan hemen sonra, mektup olayının sızmasıyla, hükümet karşıtı pozisyon alan yayın organları üzerinden mektupla ilgili ön alma haberleri servis edilmesi dikkat çekiciydi.
Çatışma cemaat tabanıyla değil, KCK benzeri yapılanma olarak görülen devlet içindeki malum yapıyla mücadele konusunda kimsenin geri adım atmaya niyeti yok. Çünkü bu sadece hükümet için değil, devlet için de bir tehdit olarak algılanmış, belli.
Daha doğrusu tehdit tanımlanmış, bir mücadele stratejisi belirlenmiş. En azından dün ben böyle bir kararlılık gördüm.