Ne ilginç değil mi?.. “Ergenekon operasyonları”nın başladığı günlerde de böyle olmuştu... İlk önce “darbe plânları”nın muhtevasında yer alan “vahşi cinayetler”den, “sabotaj”lardan, “suikast” ve “tutuklama” çabalarından bahsetmiş, sonra da “bir yerlerden esen rüzgâr”la, bir anda “yön” değiştirmiştik... Böyle dediğimize bakmayın, “biz” değil, “kartel ve güdümündeki medya organları” yön değiştirmişti!.. İlk günlerde “vahşet” ve “dehşet” derken; sonra, birdenbire “sulandırma kampanyası” açmışlardı... “Psikolojik savaş taktikleri” uygulayıp, insanların “acıma” ve “merhamet” duygularına hitap etmeye başlamışlardı... “Gözaltına alınan” veya “tutuklanan” insanlar, o güne kadar “turp gibi”yken, bir anda “yaşlı ve hasta” oluvermişlerdi!.. “Yaşlı ve hasta bir adamı niye gözaltına alıyorsunuz?” diye hesap sormaya bile kalkışmışlardı... Sonra, “daha da ileri” gidip; “Profesörle komutanın, gazeteci ile sendikacının, siyasetçi ile bilim adamının ne gibi bir bağlantıları olabilir ki, bunların hepsini Ergenekon sepetine dolduruyorsunuz?” şeklinde sorular sorup, kafaları bulandırmaya çalışmışlardı...
Uzatmayalım... Bu gibi “psikolojik savaş taktikleri” ile; “sanık”ları, neredeyse “mağdur” göstermeye çalıştılar!..
Operasyonları sulandırdılar,
Kafaları bulandırdılar!..
SEYFİ DEDE VE EKİBİ İŞBAŞINDA!
Oysa, bu kişiler arasında ne gibi bir “bağ” olduğu, nasıl bir “bağlantı” bulunduğu, aralarındaki hem de “mahkeme kararı” ile dinlenen “telefon konuşmaları”yla tek tek belgeleniyor.
Bunun en son örneği, DYP-SHP iktidarı döneminde Adalet Bakanlığı yapan Seyfi Oktay’ın yaptığı telefon konuşmaları...
8 Haziran Salı günü, “Seyfi Dede ve ekibi işbaşında” başlıklı haberimizde de okuduğunuz gibi;
Ergenekon terör örgütü davası kapsamında, Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün talimatıyla başlatılan soruşturma; yargıda işlerin nasıl yürütüldüğünü bir defa daha gözler önüne serdi.
Mahkeme kararıyla bir yıldır telefonları dinlenen eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın yaptığı görüşmeler ve irtibatları, yargıda ne kadar nüfuz sahibi olduğunu gözler önüne serdi...
¥ Oktay, 2006’da Dev-Yol üyesi 20 sanığın ömür boyu, 2 sanığın da 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldığı davada devreye girerek, kararın 2009 yılında Yargıtay’da bozulmasını sağlamış.
¥ Yine Seyfi Oktay, CHP Genel Merkezi’nde görevli Yalçın Çeliksoy isimli bir şahsın oğlunun cinayetten yargılandığı davaya da el atmış ve Ağır Ceza’daki dava için temaslarda bulunmuş!.. Oktay’ın, İzmir’de bir uyuşturucu sanığı için de devreye girdiği kayıtlarda yer alıyor.
ATAMALAR, SEYFİ DEDE’DEN SORULUR!
Bunlar için, nihayetinde “kişisel nüfuzu”nu kullandığı söylenebilir!.. Peki, şu “atama” işlerine ne demeli?..
¥ Seyfi Oktay, kendi ilçesindeki hakim ve savcılar başta olmak üzere, yurdun dört bir yanından kendisini tanıyan birçok hakim ve savcı, hatta mübaşirlerin bile atama istekleri için HSYK Başkanvekili Kadir Özbek’le görüşmüş. Bu görüşmeler sonrasında, birçok yargı mensubunun istedikleri il ve pozisyonlara atamaları yapılmış.
İşte onun içindir ki; Seyfi Dede, isimleri tek tek sayıp, “Onlar benim ekiptendir!.. Bunlar benim kadrodan” diyor!..
Sadece bu olay bile; “Ergenekon operasyonları”nın ne kadar gerekli olduğunu ortaya koyar...
Sadece bu olay bile; “HSYK ve Anayasa Mahkemesi”nin yapısını değiştiren “Anayasa paketi”nin ne kadar elzem ve gerekli olduğunu ortaya koyar!..
Sadece bu olay bile; “Yargıya müdahale ediliyor” şeklindeki “gürültü”lerin kimler tarafından çıkarıldığını görmeye yeterlidir!..
Demek ki;
“Ergenekon” isimli örgüt, “tek başlı” bir örgüt değilmiş!.. Hem “baş”ları çok, hem de, bir “ahtapot” gibi “kol”ları çok!..
“Baş” ile “kol”ların birbirleriyle bağı ve bağlantısı olmadığı nasıl iddia edilemezse, hepsi de birbirinden bağımsız görünen “Ergenekon sanıkları”nın da birbirlerinden bağımsız oldukları ileri sürülemez!..
Hepsinin görevi ayrı!..
Kimi “atama”larla görevli, kimi verilecek “karar”larla!.. Kimi “tetik çekmek” için var, kimi “strateji” çizmek için!.. Kimi “cinayet”le görevli, kimi bu cinayeti “örtbas”la!.. Kimi “hükümeti yıkmakla” görevli, kimi “yeni hükümet” oluşturmakla!.. Kimi “yazmak”la görevli, kimi insanların üzerini “çizmek”le!.. Kimi “örgütlemek”le görevli, kimi “dağıtmak”la!..
Hasılı kelâm, herkesin görevi ayrı!..
Herkes, üzerine düşen görevi yapıyor!..
Ama, hedef aynı: “Darbe!”
ÖNCE SUSTULAR, SONRA KUSTULAR!
Benzeri bir “kampanya”yı, geçtiğimiz hafta da sahneye koydular... 31 Mayıs sabahı saat 04.20’de, “korsanca bir saldırı”yla, Gazze’ye giden “insani yardım gemileri”ni durduran ve gemideki “sivil” insanlardan 9’unu şehit eden İsrail, bütün yurttaki “protesto gösterileri”yle kınanırken, Ergenekon taifesi sus-pus oldu!.. Hiç seslerini çıkarmadılar!.. Hatta, dillerinin ucuyla, “İsrail’in yaptığı insanlık dışı” diyenler bile oldu!..
Ama, daha “şehit”lerin bedeni soğumadan, “yaralı”ların kanı kurumadan, tıpkı “Ergenekon operasyonları süreci”nde olduğu gibi, başladılar “sulandırma” yapmaya:
“Hükümet o gemilere niye izin verdi, niye korumasız gönderdi?.. İHH, böyle bir girişimde niye bulundu?.. 9 insanımızı bile bile ölüme göndermenin faturasını kim ödeyecek?.. Bu olay, İsrail’le ilişkilerimizi bozmaya değer miydi?.. Niye İsrail’den izin almadan yola çıktınız?.. O yardımları, İsrail’den izin alarak götüremez miydiniz?”
Bu “izin” meselesini gündeme getirenlerin, “İstiklâl Savaşı”nın nasıl başladığını bildiklerini hiç sanmıyoruz... Öyle ya; eğer İstiklâl Savaşı da İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanistan’dan “izin” alınarak başlamış olsaydı, herhalde “işgal”, hâlâ devam ediyor olurdu!..
DİK DURMAK BİLE SUÇ OLDU!
Bu “izin” meselesi “tartışma gündemi”ndeki sıcaklığını korurken, BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylama ile, daha da alevlendi... Bildiğiniz gibi, “İran’a ambargo”yu öngören bu oylamada, Türkiye ve Brezilya’nın “hayır” oyu kullanması, “eksen” tartışmalarına yol açtı...
Hem İsrail’i lânetleyen, hem de BM’de “ABD’ye rağmen, ambargoya hayır” diyen Türkiye, “yüzünü Doğu’ya dönmek”le suçlandı!.. Böyle bir politika izledikleri için de Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ağır eleştirilere maruz kaldılar...
Oysa, Türkiye’nin yaptığı;
“İmzasına sahip çıkmak”tan, “ilkeli bir duruş” sergilemekten başka bir şey değildi!..
Ne yapsaydı Türkiye?..
Tahran’da “Nükleer Takas Anlaşması”na imza atıp da, BM’deki oylamada, attığı o imzayı “yok” mu saysaydı?..
Ne yapsaydı Türkiye?..
Tahran’da “zorla ikna” ettiği İran’ı, BM’de sırtından mı hançerleseydi?..
O zaman kim “anlaşma” yapar Türkiye ile?.. Kim “güven” duyar bu ülkeye?.. Kim Türkiye ile “masa”ya oturur, kim “imza” atar?..
Türkiye, o oylamada “İran’a ambargoya evet” demiş olsaydı, bundan sonra hiçbir ülkede “itibarı” olmaz, hiçbir sözüne “güven” duyulmazdı!.. Türkiye, o imza ile hem “ilkeli bir duruş” sergilemiş, hem de “sözüne güvenilir bir ülke” olduğunu göstermiştir!..
“Delikanlılık” diye, işte buna denir...
“Omurgasızlar” bunun değerini elbette bilemez...
TÜRKİYE, ESKİ TÜRKİYE DEĞİL!
Vakit, geçen hafta boyu, hem “yargı”daki, hem “politika”daki, hem “medya”daki “kirli eller”i ve onların “iğrenç oyun”larını deşifre etmeye çalıştı... Çünkü “Vakit kurmayları” olarak bizler, “ülkemizi seviyor” ve ülkemiz üzerinde oynanan “kirli oyun”lara geçit vermemek için yoğun çaba harcıyoruz...
Kimi “monşer eskileri” ile “asker eskileri” el ele verip, Türkiye’yi “28 Şubat ekseni”ne getirmeye, kimi “medya silahşörleri” de onları allayıp-pullamaya çalışsa da, bu “oyun”ların tutma ihtimali yoktur!.. Çünkü, “eksen kayması” filan yok!. Kayan, bazılarının “saltanat”ları ve oturdukları “koltuk”lardır!..
“Belgesel”lerde görmüşsünüzdür... Ağaçların gövdelerine veya dallarına ya da uzun boylu bitkilerin üzerine tutunan “kene”ler, ağaca ve bitkiye sürtünen bir hayvanın hemen sırtına atlarlar ve onların kanlarını emerek beslenmeye başlarlar!..
İşte bazı “monşer eskileri” ve “asker eskileri” ile onlara destek veren “kalemşör”ler de, tıpkı belgesellerdeki “kene”ler gibidirler!..
Resmen ve alenen “asalak”tırlar!..
Biraz da “salak”tırlar!..
Çalışmazlar!.. Üretmezler!..
Üretenin sırtından beslenirler!..
Bir “duvar”ın üzerinde pineklerler...
Alttan kimin atı geçerse, hemen üzerine atlarlar!.. Kâh “İsrail’in atı”na kâh “Avrupa’nın atı”na, kâh “Amerika’nın atı”na!..
Eğer “beslenebilecekleri” bir gıda varsa, Rusya’nın, Çin’in veya Hindistan’ın atına atlamaktan da hiç çekinmezler!..
Öyle ya, önemli olan beslenmek!..
Bunlar, “küçük” insanlar!.. “Küçük hesaplar” peşinde koştukları için “çap”ları da küçük, “ufuk” ve “hedef”leri de!..
Ama Türkiye, artık “eski Türkiye” değil!..
Dünya da, “eski dünya” değil!..
Bugünkü dünyada, “büyük” düşünenler ve “büyük” oynayanlar kazanıyor!.. “Küçük”ler ve “aşağılık kompleksi” içinde kıvrananlar ise kaybetmeye mahkûm!..
Yazılan bütün “kirli senaryo”lara, oynanan bütün “oyun”lara ve kurulan bütün “tuzak”lara rağmen, inanıyoruz ki, sonunda kazanan yine “Türkiye” olacaktır!.. Rüzgâr, yine “Hayır”dan yana esecektir...
Herkes, “taraf”ını ona göre seçsin!..
Selâm, saygı ve güzel dolusu muhabbetlerimizle...