Dün de yazdığım gibi, son günlerde tam bir “koşuşturma” yaşıyorum... Günlerim, hayli “yoğun” geçiyor... Öyle ki, gelen “mail”lerime bakmaya bile fırsat bulamadım... Çeşitli yazılarla ilgili “tebrik” mesajlarının hepsine birden ayrı ayrı “teşekkür” ediyorum.
Ama, bu yazıyı yazmama sebep olan şey; okurlarımın gönderdiği “dert ve şikâyet”leri, “ilgililer”e iletmek... Ve tabiî, daha önceki “şikâyet” konularına verilen cevapları, okurlarıma duyurmak.
ARAZÖZ ŞOFÖRLERİ
Meselâ; 16 Kasım’da, “arazöz şoförleri”nin şikâyeti üzerine kaleme aldığım “arazözler kaza yaparsa” başlıklı yazım üzerine, Orman Genel Müdürlüğü tarafından hemen ertesi gün cevap verilmiş ama, dediğim gibi “maillerime bakmaya” fırsat bulamadığım için, cevabı yayınlamak bugüne kısmet oldu.
Orman Genel Müdürlüğü’nden gönderilen açıklamada deniliyor ki;
“Orman Genel Müdürlüğünün en temel görevi ormanları korumak ve yangınla mücadele etmektir. Bu nedenle de Orman Genel Müdürlüğü makine parkında orman arazi şartlarında yangına en kısa sürede müdahale edebilmek için şehir itfaiye arazözlerinden farklı olarak, 4x4 ve 6x6 hareket kabiliyetinde özel şartnameler ile ihale edilerek üretilmiş 1704 adet muhtelif marka ve modelde yangın söndürme aracı (arazöz) bulunmaktadır.
Yangın söndürme araçlarının (arazöz) ilk teslim alınmaları sırasında bu araçları kullanacak operatörlere kullanma ve bakım konularında eğitimler verilmekte, hareketli yük(su) taşıdıklarından araçların tam dolu veya tam boş olarak kullanılmaları konularında operatörler özellikle bilgilendirilmekte ayrıca araçların çok yüksek süratlerde kullanılmaması için fabrikasyon olarak 80 km hızın üzerine çıkmaları engellenmiş durumdadır.
(...)
Karayollarında seyreden her araç gibi yangın söndürme araçları (arazözler) da Karayolları Trafik Kanunu zorunlu mali sorumluluk sigortası yaptırmak zorundadır. Ferdi kaza sigortası (kasko) olarak bilinen ve suç oranına bakmaksızın araçta oluşan hasarı tazmin eden sigorta çeşidi, kamu araçlarında uygulanmamaktadır.
Yazınızda sözü edilen arazöz kazaları, genellikle tek taraflı sürücü hatasına dayalı ve aracın hızını, aracın yük ve teknik özelliğine, görüş, yol, hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmamak kuralını ihlal etmesinden kaynaklanmaktadır.
Bu durumda da kamu malına zarar vermekten mahkemenin belirlediği hasar bedeli ve suç oranına göre suçlulardan tahsil edilmektedir. Bu bedellerin yüksek olmasının nedeni yangın söndürme araçlarının (arazözlerin) çok fonksiyonlu ve yüksek maliyetli olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu tür kazalarda çalışanımızın yanında olabilmek maksadı ile Orman Genel Müdürlüğünce kurulan OGEM-VAK bünyesinde kaza fonu oluşturulmuş ve bu fona üye olanlara yardım yapılmaktadır...
Tarafınızın ve kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi açısından bilgilerinize sunulur.”
Bu açıklama; umarım ki, “arazöz şoförleri”nin beklediği bir açıklama olmuştur... Yine de, hepsine “kazasız görevler” diliyorum.
ŞEKER NİYE PAHALI?
Şimdi de, “şeker” konusuyla ilgili bir “şikâyet mektubu”nu aktarmak istiyorum.
A.K. adlı okurum, şunları yazmış:
“Dünyada en pahalı şeker Türkiye’de... Çünkü işin başında iş bilmez bir ekip var, hepsi MHP’li. Başlarındaki kişi, bir eski bakanın kardeşi!.. Bir tane numunelik AK Partili yok!.. İşlerinin ehli bir tane adam yok... Ben diyorum ki, oylar AK Parti’ye veriliyor ama, kadrolara MHP’liler getiriliyor!.. Bu adamların hepsi Anasol-M hükümetinden kalma!.. Eğer isterseniz, size çok detaylı yazılar gönderebilirim... Bu konuda birileri çok vebal altındadır!”
Okuruma, işte buradan sesleniyorum:
Elinde, bu iddialarını ispatlayacak “bilgi ve belge”ler varsa, derhal gönder!..
“Belge” değil de, “söylenti” ve “dedikodu”lar varsa, hiç zahmet etme.
Zira ortalık “söylenti” dolu!..
Elindeki “bilgi”leri, eğer “belge”lerle destekleyebilirsen, ben de gereğini yaparım!..
AKİT’TEKİ THK İLÂNI
Bu da, Akit’in “tiryaki” okurlarından biri tarafından gönderilen “eleştiri” mesajı... “Tiryaki” okurumuz demiş ki;
“Haber ve yorumlarınızda yıllarca THK’yı yerden yere vurdunuz... Hemen her Kurban Bayramı öncesi ve sonrasında THK’nın deri gaspçılığını, yasadışı zorbalıklarını ve THK’da dönen yolsuzlukları yazdınız.
Ne var ki; 19 Kasım tarihli Akit’in 5. sayfasında THK’nın teşekkür ilânını görünce şoka uğradım.
Ne oldu da, böyle bir reklâmı yayınladınız?.. Ekonomik sebeplerden dolayı mı, yoksa başka bir sebep mi var?”
Her şeyden önce, “okurumuzun duyarlılığı”na teşekkür ediyor ve böyle okurlara sahip olduğumuz için Cenab-ı Allah’a şükrediyorum.
İşte, “Akit okuru” budur!..
“Yanlışlık” gördü mü susmaz, hiç çekinmeden dobra dobra hesap sorar...
“Tiryaki” okurumuz haklı... Evet, bu gazete; yıllar boyu “THK’nın deri gaspçılığı” ile mücadele etti, yıllar boyu “yolsuzluk”ları yazdı... Bu yüzden de; hakkımızda “onlarca dâvâ” açtılar, “mahkemelik” olduk!.. O halde, “THK ilânı”nın Akit’te işi ne?..
Hemen cevap verelim:
Malûm, Türkiye bir “değişim” yaşıyor... Bir “normalleşme” sürecinden geçiyoruz... Gayet tabiî olarak, bu süreçte Türk Hava Kurumu da değişti, Türk Hava Kurumu da normalleşti... Özellikle de; Emekli Tümgeneral Osman Yıldırım’ın THK Genel Başkanı olmasından sonra...
Okurumuz belki görmemiş olabilir ama biz 19 Şubat 2011 tarihli sürmanşetimizde, Osman Yıldırım’ın Akit’e yaptığı açıklamayı vermiştik.
Osman Yıldırım, o açıklamasında; yıllardır süregelen bir tartışmaya son noktayı koyacak bir çağrı yaparak; deri, fitre ve zekât toplama yetkisinin THK’dan alınmasını istemişti... THK’nın 28 Şubat sürecinde halktan uzaklaştırıldığını kaydeden Yıldırım, “Biz Müslüman insanız, vatandaşımız kimi arzu ederse derisini, fitre ve zekâtını oraya verir. Buna kimse karışamaz. Zorla deri toplamak kabul edilemez” demişti...
Sonra, aynı THK’nın; toplanan “deri ve yardım paraları”nı; “içkili balolar”da değil, “üniversite” kurmakta harcadığını öğrenince, biz de “THK’ya yaptırım” uygulamaktan vazgeçtik.
Sizin anlayacağınız;
THK, “deri gaspı”ndan vazgeçmekle, Akit’in de “kara listesi”nden çıkmış oldu...
Olay budur.
ÖMER DİNÇER’E ELEŞTİRİLER
Son günlerde; en çok “şikâyet” aldığım konuların başında, Millî Eğitim Bakanı sayın Ömer Dinçer’in uygulamaları geliyor... Bakan beye yönelik “eleştiri”lerin bazılarına katılmamakla birlikte; “elçiye zeval olmaz” prensibi gereği, bu eleştirileri sayın Dinçer’in de duyması gerektiğine inanıyorum.
Eleştirilerin çoğu, “yeni atanan müsteşar” ve diğer “atamalar”la ilgili.
Eğitimcilerin ortak şikâyeti şu:
“Yeni atanan sayın müsteşar, siyasalcı... Şu anda birlikte çalıştığı kişiler de, işletme ve kamu yönetimi alanında uzman olmuş kişiler. Yıllarını eğitime vermiş, eğitim kademelerinde görev yapmış insanlar maalesef yok!..
Bakanlığın Teşkilat Kanunu değiştirildi, bilmem kaç birimden kaç birime indirildi... Bu arada bazı birimler unutuldu, ne yapıldığının kimse farkında değil. Yeni atanan genel müdürlerin tamamı, eğitim camiasının dışından kimselerdir.
Yeni uygulamaya konulan Teşkilat Kanunu, birçok üst düzey bürokratı ve görevli personeli devre dışı bıraktı... 300 dolayında üst düzey bürokrat şu an itibariyle bankamatik memurluğu yapmaktadır!.. Bu kişiler hiç kalem oynatmadan maaşlarını alacaklar.
Onca insanın bir anda boşta kalması, siz işe yaramıyorsunuz denilmesi nasıl bir anlayış? Bunun kamuya getirdiği mali yükün hesabını kim verecek?”
OKULLAR BAĞIŞ ALMASA!
“Dinçer’in icraatları”na yönelik eleştiriler bunlarla da sınırlı değil... Bir de, “ilköğretim okulu müdürleri”nin şikâyetleri var ki; “Bakan Bey, bunları da duysun” istedim.
İşte, bir “müdür”ün mektubu:
“Son günlerde bütün haber sitelerinde ve televizyonlarda ‘Okul Müdürleri Şimdi Yandı’ gibi haberler sürekli boy göstermektedir... Ben ve benim gibi namusu ve şerefi ile gece gündüz demeden bu ülkeye hizmet etmeye çalışan okul müdürleri acaba ne yaptılar da yanacaklar? Sayın Ömer Dinçer’in yayınlamış olduğu veliden gönüllü de olsa bağış almayın diyen 2011/40 sayılı genelgesini istemeyerek de olsa dinlemeyerek gönüllü olarak bağış aldıkları için mi?.. 2005 yılında çıkan okul-aile birliği yönetmeliğinde, okul-aile birliklerinin ayni ve nakdi bağış alabilirler hükmüne uydukları için mi? Yoksa sayın Dinçer’in, okullar açılmadan boya-badana ve tamir işlerini bitirin talimatını yerine getirebilmek için aldıkları bağışları kullandıkları için mi? Niye yanacak okul müdürleri?..
Her yıl milyonlarca ücretsiz ders kitabı dağıtılıyor; ama okullarımızın telefon paralarını, mal müdürlükleri tarafından zamanında ödenmeyen internet, elektrik, su, doğalgaz faturalarının gecikme faizlerini, kırılan kapı kollarını, fotokopi ve yazıcı tonerlerini, fotokopi kâğıtlarını, tebeşir ve yazı tahtası kalemlerini, tahta silgilerini, boya, badana malzemesini, boya işçilik ücretini, tuvalet kâğıdı, sabunluk, çamaşır suyu, süpürge, paspas ihtiyacını, temizliği yapacak personelin maaşını, sigorta primini, devlete ödenecek vergisini, okulda çalıştırılan memur ve güvenlik personelinin maaş ve diğer giderlerini kim karşılıyor, sayın Ömer Dinçer’e sorabilir misiniz?
Sayın Başbakan; ‘FATİH’ adında çok güzel bir proje başlattı. Yalnız şunu sormak istiyorum; iki binli yıllardan sonra okullarda kurulmaya başlayan bilgisayar sınıflarının halinden haberi var mı acaba? Okulların çoğunda bilgisayar öğretmeni yok ve bu sınıfların eskiyen, bozulan, kırılan ve dökülen bilgisayarlarını ve diğer donanımlarını hangi kaynaklarla yenilendiğini, kâğıt ihtiyacını karşılayamayan ilçe milli eğitim müdürlüklerinin kâğıtlarını okullardan istediğini ve diğer demirbaş malzeme alımı için okullardan yardım talep ettiklerini, 23 Nisan ve 19 Mayıs Bayramlarında öğrencilerin giydiği kıyafetlerin paralarının zorlayarak da olsa öğrencilerden ve velilerden toplandığını biliyor musunuz?
Sayın Dinçer biliyor mu acaba;
Okul idarecileri; bu ülkenin geleceğinin teminatı öğrencilere, artık vakit ayıramıyor. Okulun personel ve mali ihtiyacını karşılamaya uğraştığı için! Çevresinde bulunan engelli vatandaşları tespit edip ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştığı için! Okuma-yazma bilmeyen vatandaşları tespit etmek için sokak sokak dolaştığı için!.. Dışarıdan okul bitiren öğrencilerin kayıt ve kabul işlemleri hiçbir personel verilmeden okulların üzerine yıkıldığı için öğrencilere vakit ayıramıyor, biliyor musunuz?..
Yazacak o kadar sorun var ki;
- 600 kişilik bir okulun yıllık telefon gideri: 2000 TL
- Kâğıt gideri: 1500 TL
- Fotokopi ve yazıcı toneri gideri: 4500 TL
- Personel gideri: 5 personel: 65000 TL
- Temizlik malzemesi gideri: 2500 TL
- Büro malzemesi gideri: 1000 TL
- Boya badana gideri: 10000 TL
Okulların, yukarıda belirttiğim ihtiyaçları karşılanmadığı sürece ülkemizde kayıt ve kabullerde para istenmesi olayı bitmez. Kayıt döneminde okullarda gönüllü de olsa bağış alan tüm müdürlere maalesef soruşturma açılmıştır. Veliler telefonla aranarak okullara çağrılmaktadır... Yüzlerce dakikalık telefon görüşmeleri ile devlet zarara uğramaktadır. Veliler müfettişlere tepki göstermekte ve tartışmalar yaşanmaktadır. Ayrıca soruşturma sonucu ceza alacak bütün okul müdürleri mahkemeye gidecek ve yayınlanmış bulunan 2011/40 sayılı genelge 2005 yılında çıkmış olan okul-aile birliği yönetmeliğine aykırı olduğu için bu davaları kazanacak ve devlet yine büyük bir zarara uğrayacaktır. Kısaca sayın Başbakanım ve sayın Bakanım; ben ve benim gibi bu ülkeye hizmet için uğraşan arkadaşlarım büyük bir sıkıntıdadır. Moralimiz bozuk ‘Büyük Türkiye’ için ilgilenmeniz dileğiyle saygılarımı sunarım.”
......
En başta dedim ya; yaşadığım “yoğunluk”tan dolayı, okurlarımdan gelen “eleştiri ve şikâyetleri” ilgililere iletmekte geç kaldım.
Umarım, eleştirilerin gereği yapılır.
Ben, üzerime düşeni yaptım...
Dersimci Rıza... Devrimci Rıza!
1937’de “Dersim direnişi”ni başlatan Seyit Rıza ile, “Cumhuriyet devrimleri”nin yılmaz savunucusu Rıza Zelyut karşı karşıya!.. Yani, “Rıza, Rıza’ya karşı!”
“Dersim yazıları”nı sürdüren ve “katliam”ları haklı çıkarmaya çalışan Rıza Zelyut, Perşembe günkü yazısında “Dersim cahilleri”ni yazmış ve demiş ki; “İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarında; halkın zehirli gazla fareler gibi yok edildiği iddiası yokken, bunu bile ileri sürdüler!.. Bu müfteriler; Çağlayangil’in harekât esnasında Dersim’de olmadığını bile bilmeyecek kadar cahiller!”
Rıza Zelyut kusura bakmasın ama, “cahil” dediği adamların yanına “artı bir” diyerek, “kendisini” de eklemelidir!.. Dahası; nasıl bir “gazeteci” ve “yazar” olduğunu da gözden geçirmelidir!..
Çünkü, Çağlayangil; “Mağaralara sığınan Dersim halkını zehirli gazla fareler gibi zehirlediler” ifadesini; Zelyut’un da dediği gibi, “anılarında” yazmadı... Ama o sözü, kendisiyle sağlığında görüşen, bugünün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na söyledi... Dahası, “Çağlayangil-Kılıçdaroğlu diyaloğu”nu da, birkaç ay önce “gazeteler” yazdı!..
Rıza Zelyut’un, “Güneş”e bakmaktan gözleri körleşmiş olmalı ki, gazetelerde de yer alan bu haberi görmemiş!..
Kısacası; bu sözler “anılarda” değil, “Çağlayangil-Kılıçdaroğlu görüşmesi”nde sarf edilmiştir!.. Elalemi “cahillik”le suçlayan Rıza Zelyut, biraz da aynaya bakmalıdır!..