Ben en çok, kalabalıkların bakmadığı gölgeliklerde yaşayan insanların çektiği zulümden yaralanırım, en çok buna öfke duyarım.
Büyük, görünür acıların mutlaka bir sahibi, bir hesap soranı çıkar.
Ama o gölgeliklerde yaşayan sahipsizler seslerini duyurmakta, uğradıkları haksızlıkları anlatmakta çok zorlanırlar, yalnız kalırlar.
En çok da onlar gadre uğrar zaten.
Askerî hapishanede, gardiyanların gözetiminde diğer mahkûmlar tarafından dövülüp, parası gasp edilen “vicdani retçi” sesini o hapishanenin dışına kolay kolay duyuramaz.
Buna güvendikleri için ona o kadar rahatlıkla zulmederler, o kadar rahat döver, hırpalar, parasına el koyarlar.
Biz, bir gazete çıkartıyoruz.
Herhalde bir gazetenin “görevleri” çok çeşitli biçimlerde tarif edilebilir.
Ama ben, bizim gazetenin en çok bu “karanlıklarda unutulmuşların” duyuramadığı ses olmasını isterim.
Güçsüzlerin uğradıkları haksızlığı yüksek sesle bağırabilsin isterim.
Bir gazete onların acılarına sahip çıktığında, zalimleri şaşırtan bir güce ulaşır karanlıklarda gadre uğrayanlar.
Bir gazete çıkarmak, en çok da bu insanlara yardım edebilme imkânını verdiği için iyidir.
Aslında insanların “karanlıkta yaşayanlardan” çok ışıklarla yaşayanlara ilgi duyduğunu bilirim ama ben o karanlıkların hikâyesini yazmayı severim.
Bugün manşette bir haber okuyacaksınız.