Ellerini attıkları, dokundukları her şey kuruyor. Bir bereketsizlik, bir uğursuzluk sarıyor her yeri.
Zihinlerinden geçirdikleri, düşündükleri, tasarladıkları her şey ülkeye ve millete zarar veriyor, acı çektiriyor, öfke ve şiddet getiriyor.
Yüz yıldır, 20. Yüzyıl boyunca sahip oldukları dokunulmazlıkların sorgulanması, ellerinden alınması onları çileden çıkarıyor.
Ülkenin de milletin de, devletin de hatta dinin de sahibi olduklarına öyle inanmışlar ki, bu değerleri dokunulmazlıkları için kullanmaya öyle alışmışlar ki, birileri çıkıp 'hayır, öyle değil' dediği anda deliriyorlar.
Delirdikçe de sağa sola saldırıyorlar. Kırıp döküyorlar. Yakıp yıkıyorlar. Ülkeyi batırmaktan, kan dökmekten çekinmiyorlar. 'Bizim değilse kimsenin olmasın, biz yoksak her şey yok olsun' diyorlar.
Amaçları uğruna ittifak yapmayacakları güç yok. Düşman olmayacakları değer yok. Yakıp yıkmayacakları hiçbir şey yok. Değersizleştirmeyecekleri hiçbir kutsal yok.
Dokunulmazlıklarıyla, ayrıcalıklarıyla, Türkiye'nin ortak iyiliği arasında ters bir orantı var. Bu yüzden de Türkiye ile, millet ile, geçmiş ve geleceklerle barışmaları söz konusu bile değil.
ANADOLU'YA SIĞINDIK VE YENi BiR TARiH iSTiYORUZ
Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu'yu koruyabildik. Anadolu'ya sığındık. Bir mücadele ile, müthiş bir özveri ile bir varlık inşa ettik. Onlar bu varlığın üzerine kondular. Onu sahiplendiler, kendi mülklerine dönüştürdüler. Bu yüzden de Anadolu ile hep çatıştılar. Onları hiçbir zaman kendilerinden görmediler, konuşmadılar, özlemlerine duyarsız kaldılar, onurlarını ezdiler.
İşte Türkiye yüz yıl önceki o kırılmadan sonra ikinci büyük tarihsel kırılmayı yaşıyor. Bir yükseliş, kendine gelme, geçmişi hatırlama, geleceğe bakabilme iradesini keşfediyor.
Kavgaları bu yüzden. Kavgaları, ülkenin de devletin de kendi mülkleri olmaktan çıkacağı, bu ülkede yaşayan herkesin ortak ülkesi olması korkusundan kaynaklanıyor.
Bu yüzden çıldırmışçasına bu yürüyüşü, bu yükselişi, silkinmeyi engellemeye, durdurmaya, yolundan saptırmaya çalışıyorlar. Ellerindeki her türlü iktidar gücünü bu yönde seferber ediyorlar. Türkiye'nin büyük yürüyüşünü durdurmak için yeni ittifaklar kuruyorlar, birkaç ayda bir yenilenen senaryolar üretip uygulamaya çalışıyorlar.
Türkiye'nin o kader çizgisini geçmesine engel olmak için gerekirse iç savaş çıkarmayı bile göze almış gibiler. Başarısızlık hikayeleri yazıp herkesi kandırmaya çalışıyorlar. Olağanüstü bir enformatik güçle, bir tür entelektüel kancıklıkla, içeriden ve dışarıdan ortaklarla ülkenin belini kırmaya, yüz yıl sonra yeni bir tarihin başlamasına engel olmaya çalışıyorlar.
Ülke içindeki bütün muhalefet alanlarını seferber ettiler. Hepsini kullandılar, istismar ettiler. Onlar siyasi hesapları için sokaklara indi ama arkasında bambaşka kurgular, hesaplar vardı. Bu zavallılar, verdikleri mücadelenin nerelerde planlandığından habersizdiler ya da küçük çıkarları için büyük projelerde rol alma basiretsizliğini gösterdiler.
BiR YILDA iKi DARBE GiRiŞiMi YAŞADIK
Bir yılda iki büyük darbe girişimi atlattı Türkiye. Gezi eylemleriyle hükümeti felç edip bir Ukrayna projesi uygulayacaklardı. Ortada hükümeti de aşan bir Türkiye tasarımı vardı. Büyük yürüyüşün idrakinde olanlar bu alçakça projeyi boşa çıkardı. Bazı saflar bugün bile o senaryoyu anlayabilmiş değil.
Başarısız olunca, ülke içinde muhafazakar bir kitleyi ortak yapıp 17 Aralık darbe senaryosunu başlattılar. Bu da hükümeti devirip Türkiye'yi Mısır'a çevirme projesiydi. Erdoğan Mursi olacak, binlerce insanı içine alan bir örgüt senaryosu uygulanacak, geniş çaplı tasfiyeler yaşanacaktı. Siyaset, iş dünyası, medya ve bürokrasi sil baştan tanzim edilecek, Türkiye'nin o kader çizgisini geçmesinin önü alınacaktı.
Devlet içinde yuvalanan sözümona 'muhafazakar' kadrolar, bir yabancı istihbarat ağı gibi çalıştılar. Oysa söz konusu proje onlar için bir intihardı ve gerçekten de intihar ettiler. 17 Aralık da başarısız oldu. Yakında detaylar kamuoyuna sızdıkça ne büyük kötülüğün tezgahlandığı bu ülkenin en ücra noktalarına kadar ulaşacaktır.
Hükümeti devirmek için yurtdışından talimat bekleyenleri bütün Türkiye tanıyacaktır.
1 Mayıs'ta ve Gezi eylemlerinin yıl dönümünde bu sefer Alman istihbaratının devreye girmesiyle Alevi kartı devreye sokuldu. Alman istihbaratının kontrolündeki bazı örgütler sokaklara sürüldü. Alevilerden destek alamayınca başarısız bir girişim olarak kaldı.
ANNELERiN DiRENDiĞi GiBi
Şimdi, bütün bu projeler sert duvarlara çarpıp un ufak olduktan sonra Türkiye'nin en sancılı, acılı yarasını tekrar kaşımaya başladılar. Etnik çatışma hevesine kapıldılar. Nasıl olsa geçmişi vardı, nasıl olsa acılar hala çok tazeydi. Bu acılar üzerinden Çözüm Süreci'ni sabote edip en büyük projeyi yeniden sahneye koyabilirlerdi.
Günlerdir buna çalışıyorlar. Kürtler üzerinden senaryo uyguluyorlar. PKK'yı yeniden çatışma alanına sürmeye çalışıyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi kan dökülürse, Çözüm Süreci sabote edilirse hem seçimi kontrol edebilirler hem de seçim öncesi muhtemel ittifakları şekillendirebilirlerdi.
Türkiye'deki bütün muhalif çevreler ile Türkiye'yi yeniden yönetilebilir alana hapsetmek isteyen her ülke işte bu son senaryoya destek veriyor.
Bu yüzden bizim için, bu ülkeyi sevenler için, ortak iyiliğe ve kardeşliğe inananlar için alabildiğine direnme vaktidir. Bu son senaryolarıdır. Bu senaryoyu da başaramazlarsa bir daha sahne alacak güç ve cesaretleri kalmayacaktır.
Çünkü başarısız oldukça küçülüp dağılacaklardır.
Erdoğan'a karşı besledikleri öfkenin, çizmeye çalıştıkları imajın, oluşturmak istedikleri algının sebebi Türkiye'dir. Çünkü o devrilirse bütün bunları başaracaklarına inanıyorlar. O devrilirse Türkiye'nin de devrileceğine, yeniden doğuşun engelleneceğine, kader çizgisinin bozulacağına inanıyorlar.
Öyleyse Türkiye için direnme vaktidir.
Diyarbakır'da annelerin
direndiği gibi...