Türkiye;
Suriye ve Libya gibi iki büyük cephede amansız bir mücadele veriyor.
Suriye’de; bütün güney sınırlarını kuşatanlara, yüzlerce kilometrelik terör ve işgal cephesi kuranlara karşı yüz yıl önceki savunmayı yeniden yapıyor.
İran sınırından Akdeniz’e uzatılan cepheye, kuşatmaya çok ağır darbeler vurdu. Birçok bölgede hesapları bozdu, dağıttı. En ağır darbeyi de 15 Temmuz’da içerideki cepheye, içeriden işgal girişimine karşı vurdu.
Onlar saldırmaya, Türkiye savunmaya devam ediyor. Karşısında yine aynı güçler, aynı ülkeler, onların bölgemizdeki ve ülkemizdeki uzantıları.
TÜRKİYE’Yİ AKDENİZ’DE BOĞMAK! TEK BAŞINA CESUR MÜCADELE!
Libya’da; kendisini Akdeniz’den çıkarmaya, boğmaya, kıyılarının sıfır noktasına mahkûm etmeye çalışanlara karşı bir savuma hattı kuruyor.
Onlar Doğu Akdeniz’de, Suriye açıklarında, Kıbrıs açıklarında köşeye sıkıştırmaya çalışırken Türkiye Akdeniz’in tam ortasında bir mevzi inşa ediyor.
Onlar Akdeniz’deki kuşatmayı Ege’den Karadeniz’e kadar uzatmaya çalışırken Türkiye bu çokuluslu “çevreleme”ye karşı tek başına cesur bir mücadele yürütüyor.
HİÇBİR İTTİFAK TÜRKİYE’Yİ COĞRAFYA DIŞINA İTEMEZ, BU ÜLKEYİ KÜÇÜLTEMEZ..
Son otuz yıl bize coğrafyanın yüz yıl sonra nasıl paramparça edildiğini, nasıl farklı farklı senaryolarla yeniden paylaşıldığını gösterdi.
Yine bu son otuz yıl, özellikle de son on yıl, yüz yıl önceki paylaşımın, hesaplaşmanın, coğrafya dışına itme çabalarının nasıl yeniden önümüze konduğunu, nasıl masa masa dolaştığını gösterdi.
Coğrafyadan yalıtmanın da ötesinde nasıl yeniden “küçültme” senaryolarının uygulandığını gösterdi.
Bütün terör örgütleri ve terör saldırıları, bütün FETÖ benzeri yapılanmalar ve 15 Temmuz, Gezi kalkışması, bütün Doğu Akdeniz faaliyetleri, Ege adalarını yeniden silahlandırma çabaları..
Tamamı işte bu yeniden ve daha da “küçültme” senaryolarının parçası.
BU MÜCADELEYE MAHKÛMUZ. SAVUNMA DEĞİL TAARRUZ, DİZ ÇÖKME DEĞİL, TARİH SIÇRAMASI.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; “İdlib’de olmaya mecbur değil mahkûmuz” ifadesi, aslında o tek cümle çok şeyi anlatmaya yetiyor. Zira Erdoğan, bugüne kadar, yüzyılların derinliğinden geleceğe uzanan, bu yönde çok konuşma yaptı, çok söz söyledi.
Aslında anlaşılmayan hiçbir şey yok. Sadece herkes bir tercih yapıyor, mesele bu!
Türkiye, bütün bu kuşatma, saldırı, boğma girişimlerine karşı hem içeride hem de coğrafyanın tamamında tereddütsüz direniyor.
Savunmadan taarruza geçiyor. Çünkü geleneksel savunma yöntemlerinin aslında gerileme olacağını çoktan gördü.
Geri çekilme, diz çökme, ezik davranmabir tarafa, bir tarih sıçraması, bir yeni yükseliş inşa etmeye çalışıyor. Küresel ölçekte güç boşlukları, güç kaymaları kendisine bu fırsatı sunuyor, o da kullanıyor.
TÜRKİYE’Yİ YALNIZ BIRAKIP, BAŞKA ADRESLERE KOŞTULAR
Sadece Suriye’de, sadece Libya’da değil. Sadece teröre karşı, sadece darbe girişimlerine karşı değil. Ekonomiden teknolojiye, küresel sistemin yeniden inşa edilmesinden bölgesel kurtuluş reçetesine ve yeni bir siyasi dil üretilmesine kadar her alanda kendini öne çıkarıyor Türkiye.
Rusya ile, ABD ile, bölge ülkeleri ile, Avrupa ile uğraşıyor. Sadece cephede değil bütün başkentlerde savaş veriyor adeta.
Özellikle son on yıl, bize yeni ve ürkütücü bir gerçeği daha öğretti. Bugüne kadar düşünmediğimiz, endişe etmediğimiz, kendimizden emin olduğumuz bir alanda ne kadar zayıf olduğumuzu gösterdi.
Bu ülke için mücadele edeceğine inandığımız kişi ve çevrelerin, büyük mücadele başladığı anda Türkiye’yi yalnız bıraktığını gördük. Hemen saf değiştirdiklerini, hemen bulundukları yeri terk ettiklerini gördük.
ERDOĞAN “TÜRKİYE EKSENİ” DEDİ, HEPSİ YANINDAN KAÇTI. PEKİ, SİZİ ORAYA KİM KOYMUŞTU?
Erdoğan’ın “Türkiye Ekseni” mücadelesi bölgeye yayılınca, müthiş bir Türkiye direnci inşa edilince hepsi yanından ayrıldı, ait oldukları adreslere koştu. “Ölene kadar Erdoğan” diyenlerin nasıl yabancı rüzgârlara göre hareket ettiklerini, yer değiştirdiklerini gördük.
Onların orada bulunmalarının aslında “Türkiye Ekseni” için, “Türkiye mücadelesi” için olmadığını, “öyle konumlandırıldıkları için” olduğunu, gönül bağı ile bağlandıkları adreslerin pozisyonu değişince onların da pozisyonunun değiştiğini gördük.
Kimi ABD için, kimi İngiltere için, kimi Rusya için, kimi Fransa ya da Almanya için yer tutmuşlar. Kimi de İran ya da Suud cephesi için yer tutmuş.
SON BEŞ YIL İÇİNDE KİMLER ADRES DEĞİŞTİRDİ, DİKKAT..
Sadece Erdoğan’ın yanından değil, bu “dışarıdan ekleme”ler başka siyasi partilerden, cemaatlerden de ayrıldı, milli eksende karar kılan bütün yapılar bu ayrışmayı yaşadı.
Dikkat edin, son beş yıl içinde hepsi yer değiştirdi. İyi bakan herkes onların kimler olduğunu anlayacaktır. Dışarıdan baskı arttıkça onların da içeride ayrıştığını, başka adreslere koştuğunu gördük.
Onları oralara kim yerleştirdiyse yine onlar kopardı, başka yerlere gönderdi. Vahim olan bu çevrelerin muhafazakâr, Müslüman kimlikte oluşuydu. Görevlerini, siyasi kimliklerini, pozisyonlarını Müslümanlıklarıyla, hakkaniyet söylemleriyle örttüler.
MÜSLÜMANLIK ANADOLU DİRENİŞİNİN SİYASİ DİLİDİR
Müslümanlık Anadolu direnişinin dilidir. Vesayetin ve “iç işgalciliğin” değil. Müslümanlık coğrafya özgürlüğünün, dünyaya kafa tutabilmenin söylemidir. Haçlı Savaşları’ndan bu yana böyle bir direniş aralıksız devam etmektedir.
Ama Osmanlı’nın son döneminde, bir de günümüzde, muhafazakâr, Müslüman kimlikler üzerinden bir vesayet, yerli olana, ülkenin ve milletin direncine bir karşıtlık örgütlendi, örgütleniyor. Bunu açık yüreklilikle tartışmanın zamanı gelmiştir.
KİBİRLİDİRLER, SİNSİDİRLER. HERKESE AYAR VERİRLER. ELEŞTİRİ TOPLAR, İNCE İNCE KÖTÜLÜK İŞLERLER..
Onlar; kibirli sözlerle ahkâm kesmelerle, zaafları ve ihtiyaçları sömürmeyle, bunları siyasi dile çevirmeyle meşguller şimdi. Türkiye’ye ayar verirler, Erdoğan’a ayar verirler, Türkiye ekseninde mücadele eden herkese ayar verirler.
Hiçbir risk almazlar. Memleket için hiçbir yeni şey söylemezler. Hiçbir kavgada Türkiye’nin yanında öne çıkmazlar.
Eleştiri toplarlar. Dedikodu pazarlarında dolaşırlar. Bulduklarını maharetmiş gibi süslü cümlelerle satarlar. Kibirden yanlarına yaklaşılmaz. Her fırsatı ince ince kötülükle süslerler ve saldırırlar. Bunu açıktan yapmazlar. Yapamazlar. Mert değiller. İşlerini hep sinsilikle yürütürler.
SİZ 2. ABDÜLHAMİT’İ İPE GÖTÜRÜRDÜNÜZ! ANADOLU’DA İNGİLİZ MÜFREZESİ KURARDINIZ!
Bu ülke için mücadele eden herkese saldırılar. Aşağılarlar, küçük düşürmeye çalışırlar, itibar suikastlarına girişirler. Vesayetin kucağına oturmuşlar, Atlantik ötesine yaslanmışlar oradan atıp tutarlar.
O gün yaşasalar 2. Abdülhamit’i ipe götürürlerdi. İstiklal Savaşı döneminde yaşasalar Anadolu içlerinde İngiliz müfrezeleri kurar, Fransa’ya övgüler düzerlerdi. Ama onları gördük. Onları çok eskiden gördük.
O zamandan beri görüyorduk aslında. Ne yazık ki; İslâm’la, Müslümanlıkla, muhafazakârlıkla, sağcılıkla öyle maharetli cümleler kuruyor, öyle başarılı gizleme yöntemleri kullanıyorlar ki, “Türkiye Ekseni”nden zannediliyorlardı. Tıpkı FETÖ gibi.
Türkiye’nin mücadelesi 21. yüzyıl boyunca sürecek. Biteceğine, çökeceğine, tükeneceğine bel bağlamayın.
Daha yeni başladı ve siz yolun başında kaybettiniz!