Sandık başarısını bal, şans, kadir gecesi gibi replikler üzerinden izah etmeye çalışma anlayışını, önceki günkü yazımda eleştirmiştim. Hiçbir başarı tesadüfle açıklanamaz. Bu yaklaşım, her şeyden önce aklı, daha ilerisi yaratanı inkardır.
Gelin kaldığımız yerden devam edelim.
Dün siyasi gelişmeleri izliyorum. Başbakan Erdoğan, 9 gün önce çıktığı meydan turunun 9. durağı Kırıkkalede, siyasi rakipleri Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli Ankaradaydı.
Biri soğukta halkın önünde, diğerleri meclisin sıcak salonlarında...
Erdoğan meydandan rakiplerine yükleniyor: Hadi siz de çıkın meydana, kozlarımızı paylaşalım. Sivastan öte gidemeyeceksiniz.
Belki CHP ve MHPnin strateji uzmanları, kitle iletişim araçlarının artan gücünü kullanmayı, meydanlarda halkla kucaklaşmaya tercih etmiş olabilirler. Hesaba katmadıkları gerçek, hala siyasi nabzın meydanlarda atıyor olmasıdır.
Muhalefet açısından daha acı tarafı, Türkiye Partisi değil Bölge Partisi statüsüne indirgenmeleridir. Maalesef, Türkiyenin her köşesinde temsil edilebilen tek parti AK Partidir. Bu siyasi durum, AK Parti için sevindirici olabilir ama Türkiye açısından hazin bir tablodur.
Açık yüreklilikle kendimize soralım: Sivastan öte gidemeyen partilerin, tüm Türkiyeyi yönetme iddiası olabilir mi? Tersten bakacak olursak; bu alternatifsizlik, demokratik kazanımlarımız açısından kötürüm değil midir?
Erdoğan, bunun farkında, muhalefetin bu yumuşak karnına vurdukça vuruyor: Sivastan öte gidemezsiniz...
Seçmen aslında bu mesajı, 22 Temmuzda çok açık şekilde muhalefete verdi. Ancak onlar, bu mesajı okumak yerine kendi bildiklerini okudular.
Dediler ki: AKP, fakire kömür, gıda, para yardımı yaptı, tarikatlarla işbirliğine girdi, oyları çuvalla topladı!
29 Mart ufukta görününce aynı konsept üzerinden politika geliştirmeye çalıştılar: Önce çarşafa rozet taktılar, Kadiri tarikatı reisini partiye dahil ettiler, fakire 600 lira aylık vaadinde bulundular, İzmir başta olmak üzere birçok yerde yardım dağıtmaya başladılar.
Kömürse kömür!
Pirinçse pirinç!
Paraysa para!
Tarikatsa tarikat!
Ana muhalefetin bu yanlış sinyal üzerinden geliştirdiği seçim stratejisi nasıl bir sonuç verecek, onu 29 Mart akşamı göreceğiz.
Seçimin sinir uçları
Ya Sivastan ötesi? Oraları ne yapacağız?
Başbakan Erdoğan cumartesi günü Diyarbakırda miting meydanında olacak, sormak gerekmez mi, Deniz Bey ve Devlet Bey, Diyarbakıra gitmeyi düşünürler mi? Yoksa Misak-ı Milli, Gavurdağında mı bitiyor? Değilse, basmadığınız toprağa benim diyebilir misiniz?
Bakın, Erdoğan, 22 Temmuz seçimlerinden önce tam 54 ilde miting yaptı, çoğunluğu başta Diyarbakır olmak üzere Doğu ve Güneydoğu illeriydi. Bu seçimde de 60 ili dolaşmayı planlıyor. Kalan 21 ilde ise başta Bülent Arınç olmak üzere partinin duayenleri yollara düşecek.
Dün usta gazeteci Yavuz Donat misafirimdi. Türkiyeyi en çok dolaşan gazetecidir. İlginç bir anekdot aktardı: Başbakan 2002den bu yana tam 15 kez Denizliye gitmiş. Dolaşmadığı yer kalmamış. Denizlili 15 kez ayağına gelen bir siyasetçiyi bağrına basmaz mı? Ailenin tümü olmasa bile en azından içinden biri nezaketen bile olsa gidip oyunu vermez mi? Siyasetçiler şunu unutmasın, halkla bütünleşmeden başarı gelmez.
Yukarıdaki tezimizi güçlendiren bu örnek, muhalefet için ne kadar geçerlidir? 22 Temmuz seçimlerinden önce Baykal 31 il, Bahçeli 19 il dolaştı.
Erdoğan ve partisine öfkeli, tepkili, kırgın, kızgın olabilirsiniz. Oy vermeyi düşünmeyebilirsiniz. Az il dolaşıp, bazen Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, bazen Genelkurmay arkasına gizlenerek pusuda başbakanlık hayalleri kurabilirsiniz. Düşleriniz için en uygun zemini Ankara ile sınırlandırabilirsiniz. Tercih size aittir.
Eğrisiyle doğrusuyla vatandaş, olup bitenleri nasıl yorumladığını sandıkta ortaya koyacaktır. Nihayetinde her seçim bir demokratik yarıştır, sonuçlarına da katlanırsınız.
Ama suçu, halka ciro edemezsiniz.
Eğer Erdoğanı illa alt etmek istiyorsanız bunun da çözümü var. Liseden matematik bölümü mezunu olduğum için rakamlardan azıcık da olsa anlarım, çözümsüz denklem yoktur. Üstelik mevcut siyasi oyunun formülü de basittir.
Daha hızlı koşacaksınız...