Ev Tipi Anarşizm ve Evde Ekmek!

Ali Osman AYDIN

Özellikle karantina günlerinde mutfak alışkanlıklarımızda bir değişim yaşanmaya başladı. Mutfak; tüm becerimizin, hayal gücümüzün, yaratıcılığımızın gözler önüne serildiği bir arenaya dönüştü. Elimizdeki malzeme ile çeşit çeşit, yeni yeni şeyler yapmayı deniyoruz. Yapılan paylaşımlara bakılırsa mutfaklardan alışılmadık, şaşırtıcı kokular yükseliyor.   

Tam da bununla ilgili olarak sevgili Deniz Ülke Arıboğan Twitter’dan takipçilerine bir soru sordu.

Dedi ki: “Neden evde ekmek yapmak bizi mutlu ediyor?“

Bunu düşündünüz mü, bilmiyorum.

Bu, üzerinde düşünmeye değer bir soru bence, elbette vakti olanlar için . 

Bu sorunun pek çok doğru cevabı olduğuna eminim.

Hatta herkesin kendince bir cevabı olacaktır.

Bana göre bu sorunun arkasında derin bir değişimin işareti var.

Şöyle izah edeyim: Ulaşım vasıtaları çok kısıtlı ve yavaş olduğundan başlangıçta insanın beslenmesi tamamen kendi emeğine bağlıydı. Hatta Gandhi ulaşımı kolaylaştırıp, insanı başkalarının ürettiklerine muhtaç ettiği için trene şiddetle karşıydı... 

İnsanlar, beslenmeleri için gerekli olan malzemeyi kendileri üretiyordu. Beslenme konusunda dışa bağımlılık söz konusu değildi. Haneler bağımsız olduğu gibi, köyler ve şehirler de birbirinden bağımsızdı.  

Derken, köyden şehre göç ile bu zincir kırıldı. Bütün gıda malzemeleri marketlerden hazır olarak tedarik edilmeye başlandı. Metropollerde yaşayanlar beslenme konusunda mal satın alabilecekleri şirketlere/markalara bağımlı oldular. Sadece beslenme konusunda değil. Bağımlılık giyimde de baş gösterdi. İnsanlar sadece hazır kıyafetler giyinir oldular. Basit bir çabayla alasını örebilecekleri bir kazak için, yoğun trafikte AVM’ye gitmenin zahmetine katlanan, mağazada bir saat sıra bekleyen ve bunda hiçbir gariplik görmeyen insan tipi normalleşti. Sakalını kesme fikrinden paniğe kapılan, söküğünü dikemeyen, basit tamir işlerinin altından kalkamayacağını düşünen insanlarla dolu toplumumuz…  

Tüketiciler olarak, alış veriş merkezlerinin, süper marketlerin, kuaför salonlarının, servislerin olmadığı bir dünyayı düşünemiyoruz artık. Bu yerler yaşamımızın vazgeçilmez parçaları…

Vazgeçemediğimiz şeyler, bağımlı olduğumuz şeylerdir.

Her bağımlılık da bizi manen güçsüzleştirir.

Neye bağımlıysak, onun tarafından yönetilen köle haline geliriz.

Bağımlılık/ kölelik kendi becerilerimizi yadsımaya zorlar bizi.

Becerilerimizi görmezden geldikçe de zayıf, muhtaç ve çaresiz hissetmeye başlarız. Giderek kendimize inancımızı kaybederiz… Tam bir tüketiciye dönüşürüz… 

Kendini zayıf, çaresiz ve muhtaç hissetmek tüketiciliğin temel psikolojisidir.

Kapitalizmin, kendini bağımlı hisseden yığınları sömürerek var olduğunu söyleyebiliriz.  

Karantinada evlerde yapılan tüm o güzel şeylerin bizi bu kadar tatmin etmesinin nedeni, bizi tüketiciliğin çaresiz psikolojisinden çıkararak kendimizi birer üretici gibi hissetmemizi sağlaması olabilir.

Yaptığımız bir ekmekle de olsa, kendi çabamızla bir şey üretmenin doyurucu hazzını yaşamak keyif verici. Bu üretim, kendimizi daha güçlü, daha yeterli, daha bağımsız hissetmemizi sağlıyor. Kendimize yetebileceğimizi düşünüyoruz ürettikçe. “Vay be!.. Aslında denesem şunu da yapabilirim.” diye geçiriyoruz aklımızdan kıvançla. Ürettikçe de ne kadar suni ihtiyaçlara bağımlı hale geldiğimizi fark ediyoruz. Sanki bedenimizi ilk kez kullanıyor gibiyiz…

Fakat, insanın kendi kendine yetmeye başladığı, kendi kendine yettikçe de mutlu olduğu bir düzlem “markalar dünyasının” karlı geleceği açısından büyük bir tehdit…

****

Biraz daha uzun sürdüğü takdirde, karantina başka atıl güçlerimizi keşfetmemizi de sağlayabilir. Hayatımız daha minimal hale gelebilir mesela.

Mutfakta yoğunlaşan beceriler gardıroplara da sıçrayabilir. Mesela gereğinden fazla kıyafete sahip olduğumuzu, aslında daha azıyla da idare edebileceğimizi, hatta bir şeyler dikerek giyebileceğimizi düşünebiliriz.

Kendimden yol çıkarsam tıraş becerimin bir kaç denemede geliştiğini söyleyebilirim. Ben de dahil pek çok insanın ev ortamında spor yapmaya başladığını biliyorum. Hem de gelişi güzel değil, gayet disiplinli bir şekilde… Bunu yaparken de işten spora, oradan eve giderken kaybettiğimiz zamanın ne kadar fazla olduğunu düşünüyoruz bir yandan…

Karantina bu anlamda bizi kendi imkanlarımızla yetinme, hayatımızdaki bağımlılıkları azaltma konusunda motive eden bir sürece dönüştü. Erich Fromm, basit bile olsa hayatla kurulan bir temasın insanı tedavi eden bir yanı olduğunu söylüyordu. Bu söz sanki böyle zamanlarda daha bir anlama kavuşuyor. Ürettikçe tedavi oluyoruz

****

Bunlar iyi, hoş, güzel ama içimden bir ses; hem de kötü, karamsar, budala ve susmak bilmeyen bir ses; abarttığımı, fazla iyimser olduğumu söylüyor…

Diyor ki…

“İnsan denen o zavallı şeyin, sırf bir iki basit ve anlamsız şeyi kendi başına yapıyor oluşu seni ve senin gibileri, onun geleceğini ellerine almak isteyeceğine mi inandırdı yoksa?

Ne kadar da komik!

İnsan bu, insan! Onunla ilgili hayal kurmadan önce, onu tanı! Çünkü onunla ilgili hayal kurmak, dolu bir silahla oyun oynamaktan farksızdır…

Onun, ne kadar aşağılık da olsa her zaman kendine en kolay gelen hayatı seçeceğini; virüs zamanında yaşadığı o korkulu bekleyişleri serbest kaldığı ilk anda unutacağını; verdiği sözlere eninde sonunda ihanet edeceğini; unutamam dediği her şeyi ilk fırsatta unutacağını; önüne cenneti bile koysan sıkılacağını; bırak eksiltmeyi eskisinden daha fazla bağımlılığa sahip olmak için diğerleriyle yarışacağını; ekolojik dengenin nasıl etkileneceğini umursamadan israf etmeye devam edeceğini; insana inanılarak yola çıkılamayacağını bilmiyor musun?

İnsanın ne kadar zalim, cahil, nankör, aceleci, zayıf, heveskar ve hırslı olduğunu, hala anlamadın mı?

İnsan, senin bahsettiğin o bağımsızlıktan tiksinir ancak, tiksinir!

O yüzden şu gülünç iyimserliği, H. David Thoreau’nunki gibi bireyci anarşist çıkarımları bırak da ekmeklerin tadını çıkarmaya bak! Bu arada, tıraş yeteneğin de berbat!”

Neyse, en iyisi içimdeki sesin ne dediğini boş verelim ve insanın karantinadan değişerek çıkacağına inanmaya devam edelim…

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.