Bu yıl için yazılarıma ara verme kararı almıştım. Hâlihazırda bir süredir de yazmıyorum. Fakat içinden geçtiğimiz tarihe not düşülesi referandum sürecine dair bu yazımı söz konusu “ara verme” kararımın bir istisnası olarak değerlendirebilirsiniz.
Referandum sürecinde en çok tekrar edilen kelimeler şüphesiz ve rakipsiz Evet ve Hayır olacak. Bu iki kelime TRT’li yıllarımızda Erkan YOLAÇ ile Evet-Hayır yarışmasında sakınılası bir heyula gibi gelirdi bize. Fakat demokrasi tercihi söz konusu olduğunda istikbalin kavşağı bir milat olarak durur mazimizde.
Kader iki türlüdür. Bazen şıklarını kendi koyar ve bizi tercihe zorlar. Bazen de en başından kendi tercihlerimizle şekil arar. Bu referandum sürecinde iki durum birlikte çıkıyor karşımıza.
Nerden çıktı şimdi referandum meselesi diyenlere cevabımız olsun: Şartlar efendim, şartlar gerekli kıldı. Bildiğiniz üzere 2010’da da bir referandum yapmıştık ve demiştik ki bundan böyle cumhurun başını halk olarak biz seçelim. Bu karar ile birlikte seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip ERDOĞAN devletin baş koltuğuna oturdu.
ERDOĞAN’ın karizmatik liderliği ve seçilmiş oluşu sebebiyle cumhurbaşkanlığı makamının daha evvelki dönemlerden farklı bir karakter kazanacağı bekleniyordu zaten ve beklendiği gibi de oldu.
ERDOĞAN cumhurbaşkanı seçildiğinde muhalif kanat iktidar ile cumhurbaşkanlığı arasında çift başlılığın olmasını umuyor ve bunu dillendiriyordu da. Daha evvel başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına geçen liderlerin akıbetinden misaller veriliyordu. Bu beklentiler zaman içinde karşılık buldu. Çünkü aynı parti, aynı gelenek, aynı dünya görüşüne rağmen ERDOĞAN tarafından görevlendirilen Sayın Ahmet DAVUTOĞLU’nun çift başlı bir yapının taraflarından biri olduğu herkesin malumu oldu.
ERDOĞAN düşmanlığı ERDOĞAN’ı daha da karizmatik bir lider yaptı. Hani muhtar bile olamaz diyorlardı ya bugün ERDOĞAN bir köyün muhtarı olsun, Türkiye’yi muhtar yönetiyor derler ama bu defa doğru söylemiş olurlar.
15 Temmuz gibi bir garabeti yaşamamızın temel sebebi ERDOĞAN’ın liderliğini bitirmek, yani ERDOĞAN düşmanlığı idi. Gizil muhalif DAVUTOĞLU’nun yerine ERDOĞAN ile uyumlu Binali YILDIRIM’ın göreve gelmesiyle düğmeye basılmış oldu. Fakat 15 Temmuz’un bizatihi kendisi ERDOĞAN’ın kitleleri bir anda harekete geçirebilecek emsali pek nadir lider olduğunu tescillemiş oldu. Ayrıca 15 Temmuz, Anayasal sistemin cumhurbaşkanı etrafında şekillenmesi gerektiğini de güçlü bir şekilde işaret etti.
Çift başlılığın ülke idaresindeki dezavantajı konusunda tecrübe sahibi olan CHP’nin bu referanduma Evet cephesinden katkı vermesi beklenirdi. Çünkü partisinin kurucu lideri döneminde de çift başlı idare sorunu yaşanmış. Hatta temelde bu gerekçe ile evvela saltanat, daha sonra ise çok ciddi muhalefete rağmen halifelik kaldırılmıştı.
Fakat meseleye sadece bugünü baz alarak ve de ERDOĞAN düşmanlığı ile nakıs bakarak yaklaştığı için tarihsel tecrübeleri atıl vaziyette. Tek başlılığı tek adamlık, hatta diktatörlük olarak değerlendirmesi de bununla ilintili. Hâlbuki diktatörlük, tek adamlık gibi argümanlar vatandaş nazarında inandırıcı değil. Topa tüfeğe bana mısın demeyen, tankın önüne yatan bu millete hiçbir liderin hizmetkârlık yapmaktan gayrı alternatifi yoktur. Ha, millet kendisinden razı olduğu başkanını Başkomutan olarak bilir ve her bir talimatını yerine getirir. Ama dikte edildiği için değil, gönlünden geldiği için, güvendiği için, vatan için, istikbal için getirir.
Referanduma konu olan Anayasal değişikliklerin sistemsel eksikliklerinin olduğu kanaatindeyim. Zaman içerisinde işaret ettiğim noktalar gündemlerimize gelecektir. Bir önceki yazım Anayasa değişikliğine dair önerilerime dairdi. Bu öneriler TBMM Anayasa Komisyonuna da sunuldu. Buranın konusu olmadığı için detaylara girmeyeceğim. Yani demem o ki; meseleye en başından itibaren evet-hayırdan ziyade hüsnüniyetle daha iyi bir sistem nazarıyla yaklaşılsa ve bu yönde katkılar sunulsa çok daha isabetli ve kusursuz model bir sistemle tanışabilirdik. Muhalif duruşun da bir kimliği olurdu böylece. İktidar evet derse biz hayır diyelim, hayır derse biz evet diyelim mantığındaki bir muhalefetin inandırıcılığı avuntudan ibaret kalır, kalıyor da.
Anayasa değişikliğine dair 18 madde referandumun konusu olsa da temelde söz konusu referandumda milletimizin oylayacağı mesele özetle şudur: Devletimiz halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı tarafından mı yönetilsin, yani icranın başında cumhurbaşkanı mı olsun? Yoksa cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmiş olsa dahi daha evvel de olduğu gibi cumhurbaşkanlığı hükümetin ve meclisin onay makamı olarak mı kalsın?
Sonucun Evet çıkması da Hayır çıkması da çok şeyleri değiştirir. Yani sonuç Hayır çıkarsa her şey eskisi gibi kalacak diye kimse beklemesin. Hayırcıların bu referandumda mevzilendikleri nokta şu: Eğer sonuç Hayır çıkarsa iktidarın da ERDOĞAN’ın da siyasi hayatının bitireceğine olan inanç. Ayrıca hükümet ve cumhurbaşkanlığı makamlarının yetki karmaşasının tam bir keşmekeşe döneceğinden umulan istikrarsızlık krizi.
Hayır’ın artçı sarsıntıları sadece ERDOĞAN dönemi ile sınırlı değil. ERDOĞAN’dan sonraki cumhurbaşkanları ERDOĞAN gibi cumhurbaşkanı olmak istediklerinde, ancak Binali YILDIRIM gibi uyumluluğu ilke edinen başbakanlar göremediğimizde iç çekişmelerimiz bizi asli meselelerimizden her daim uzak tutacaktır. Yani içinde bulunduğumuz şartlar Hayır’ın pek de hayırlı neticeler doğurmayacağını alenen bize haykırıyor.
Yetkiyi millet verdikten, millet aldıktan sonra korku üzerine vehim tüccarlığı yapanlarda ya suiniyet vardır ya da demokrasiye inancı yoktur. Madem egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kayıt, şart ile meşguliyet neden? Böyle olursa, şöyle olursa diye ahkâm kesmek niye?
Ben derim ki (E)vet (V)atandaşın (E)gemenlik (T)ercihidir. Bugüne dek kendi sistem sorunlarımız, iç çekişmelerimiz, demokrasi krizlerimiz sebebiyle çok zaman kaybettik. Biz içte baş olmak için yol ararken dışarıdan bir düzine efendi türedi başımıza.
Sayın Devlet BAHÇELİ’nin de işaret ettiği gibi, bu referandum Ahmet Mehmet meselesi değildir. Ülkenin, devletin, milletin istikbal ve istikrar meselesidir. Evet, dış mihrakların önüne set, içteki fırsatçı işbirlikçiler için kıyamettir.
Yeni Türkiye’yi kurmada ve oluşturmada daima ileri adım atabilmek, daima daha yükseğe tırmanabilmek için bütün ayak bağlarımızdan kurtulmamız gerekiyor. Bu ayak bağı bazen sistemsel tıkanıklıklar olur, yetki karmaşası olur, bazen ekonomik krizler olur, bazen kitlesel eylemler olur, bazen terör olur. Türkiye bütün bunları hep yaşadı, yaşıyor. Artık enerjimizi bu türlü ayak bağlarına değil, daha ileri hedefler için harcamamız gerekiyor. Ülkemiz ve dünyamız için yapacağımız çok iş var.
Pergelin çivisi sağlam zemine dayansın ki kalemli ucumuzu istediğimiz gibi çevirebilelim.
Bu yüzden Evet Vatandaşın Egemenlik Tercihidir, diyorum.
Bu yazı vesilesiyle buluşmuş olduk. Kısmet olursa 2018’de yeniden buluşmak dileğiyle…
Allah’ın Nusret eli üzerimizden eksik olmasın.
Allah’a emanet olun.