Şu hayatî ilkeyi zihnimize iyi kazımamız gerekiyor:
Sâbitelerini yitiren dinler, değişkenlerin saldırısıyla delik deşik edilirler.
Sâbitelerini yitiren dinlerin müntesipleri ise, esen sert rüzgârların önünde, önce, bir süre, oraya buraya sürüklenirler, sonra da büsbütün tarihten çekilirler.
Müslümanlar, 1400 yıllık tarihleri boyunca iki büyük medeniyet buhranıyla, yanı sâbitelerini yitirme ve dünyalarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar.
BİRİNCİ MEDENİYET KRİZİ NASIL AŞILDI?
Birinci büyük medeniyet buhranı, mîlâdî 10. yüzyılda akîdeyi, dolayısıyla sâbiteleri sarsacak felsefî kargaşalarla başladı; İslâm dünyasını târumâr eden Moğol ve Haçlı saldırılarıyla nihâî noktasına ulaştı.
Birinci medeniyet buhranı, Gazâlî'nin öncülüğünde hayata geçirilen, akîdeyi muhkemleştirecek, fikrî istikameti sağlamlaştıracak ve siyasî bütünleşmenin gerçekleştirilmesine imkân tanıyacak tam 2 asır süren büyük, yorucu akîdevî, fikrî ve siyasî yolculuklar sonrasında aşıldı.
Gazâlî'nin yapı-taşlarını döşediği bu yorucu yolculuk, önce, İslâm dünyasının her bakımdan karşı karşıya kaldığı iç ve dış saldırıların yol açtığı çakıl-taşlarını temizlemişti. O yüzden müslümanlar, içerden ve dışardan çok büyük saldırılarla karşı karşıya kalmalarına rağmen İslâm'dan aslâ şüphe etmemişlerdi.
Niçin?
Çağ'ın ruhunu İslâm medeniyeti oluşturuyordu -bütün küre ölçeğinde hem de! O yüzden atılım ruhu da, açılım ruhu da, bütün insanlığı toparlayabilecek ruh da, dünyada yalnızca Müslümanlarda vardı.
Çağ, İslâm'ın çocuğuydu:
Bilim, düşünce, sanat, ahlâk ve siyasetin kurucu temelleri, bir bütün olarak herkesin kendi inancına, düşünce sistemine, ahlâk kurallarına göre yaşayabileceği darü's-selâm'ı (barış yurdu'nu) inşa eden ilkeleri yalnızca Müslümanlar geliştirmişler ve bütün insanlığa armağan etmişlerdi.
İKİNCİ MEDENİYET KRİZİNİN NEDENLERİ NELER?
İkinci büyük medeniyet krizi, Müslümanların İslâm'dan yani kendilerinden şüphe etmeye başlamalarının bir sonucuydu.
Soru şu burada: Müslümanlar, neden İslâm'dan şüphe etmeye başlamışlardı, peki!
Çağ'ı üretenler, çağ'ın ruhunu belirleyenler artık Müslümanlar değildi; Avrupalılardı. Üstelik de Avrupalıları tarihe kışkırtanlar da Müslümanlardı!
Avrupalılar, (psikanalist Karl Güstav Jung'un açıkça itiraf ettiği üzere) her şeylerini Müslümanlara borçluydu: Bilimi Müslümanlardan almışlardı. Felsefî ataları Grek Düşüncesi'yle, Müslümanlar vasıtasıyla irtibat kurmuşlardı...
Sonuçta Avrupalılar, gücü eksene alan büyük bir meydan okuma geliştirdiler modernlikle birlikte: Tabiatı kontrol ettiler, bütün kıtaları işgal ettiler. İnsana, tabiata ve Tanrı'ya karşı büyük bir saldırı gerçekleştirdiler.
Bu meydan okuma, yıkıcı bir meydan okumaydı: Her şeye saldırıydı! Bu saldırının karşısında hiç bir medeniyetin durabilmesi mümkün değildi.
Sonunda, Batılılar elde ettikleri, Paul Feyerabend'in özlü ifadesiyle “silah ve reklam gücü”yle bütün medeniyetleri, dinleri dize getirdiler.
İslâm medeniyetini de dize getirdiler ama İslâm'ı dize getiremediler! Bir asırdır, o yüzden bütün stratejilerini İslâm'ı dize getirmek için teksif ediyorlar.
İslâm'ı dize getirmenin yolu ne peki?
Şu: Sâbiteleri yerle bir ederek Müslümanları birbirine düşürmek; yani İslâm'ı içerden çökertmek!
İNGİLİZLERİN 2 ASIRLIK “ŞARK MESELESİ” PROJESİNE DİKKAT!
Kapitalist küresel sistemi kuran, kodlarını, dayanaklarını belirleyen İngilizler, bu süreçte kilit rol oynuyorlar.
Geliştikleri Şark Meselesi ile, önce tarih yapan bir aktör olarak İslâm'ı tarihten uzaklaştırdılar -Osmanlı'yı çökerterek, Hindistan'ı parçalayarak ve İslâm dünyasının zihinsel, kültürel ve siyasî haritalarını silbaştan çizerek!
Bir asır öncesinden başlayan, son çeyrek asırda ivme kazanan savaş stratejisi ise, Müslüman toplumları İslâm'dan uzaklaştırmak!
Bunun için de aynı anda bir kaç stratejiyi hayata geçiriyorlar:
1-Müslüman toplumların akîdelerini sarsmak: Mezhepleri, hadisleri tartışmaya açmak ve Hz. Peygamber'in (sav) devre-dışı bırakılmasını sağlamak.
Genelde Batılılar, özelde İngilizler, şunu -kendi Protestanlık tarihlerinden ötürü- bizden çok daha iyi biliyorlar: Mezhepleri, hadisleri tartışmaya açınca, her şey çorap söküğü gibi gelecek ve İslâm peygamberi devre dışı kalacak ve İslâm kısa devre yapmaya başlayacak: Müslümanlar, “uydurulmuş din” safsatalarıyla, yeni dinler, İslâmlar uyduracaklar.
2-Böylelikle sâbiteler sarsılacak, değişkenler, sâbite katına çıkarılacak! Müslümanlar, din'e uyacaklarına, artık dini kendilerine uydurmaya başlayacaklar!
3-Sonuç: Müslümanların, kendi aralarında yapay mezhep çatışmaları icat etmeleri kolaylaşacak.
Ehl-i Sünnet omurga, “uydurulmuş din” safsatasıyla çökertilecek... Böylelikle Müslümanların tutunacağı dal kalmayacak...
Önüne gelen kendi kafasına göre din uyduracak, önüne gelen kendi icat ettiği din anlayışını “indirilmiş din” diye savunmaya hatta dayatmaya kalkışacak, böylelikle, Müslümanlar birbirleriyle kıran kırana boğuşmaya başlayacak...
Sözün özü: Temelleri sarsılan toplumlar, oraya buraya savrulmaktan kurtulamazlar! Sâbitelerini yitiren toplumlar, değişkenleri din katına yükseltirler, değişkenler tarafından (u)yutulurlar!