Genelkurmay’dan umudunu kesti

Kimi darbeci generalleri çağrıştıran üslubuyla siyasette kendine özgü yer edinen CHP Lideri Deniz Baykal’ın, sivil anayasa hazırlıkları sırasında Başbakan Erdoğan’a ömrü idam sehpasında son bulan Adnan Menderes’i hatırlattığı sözleri, hala hafızalarımızda canlılığını korumaktadır.

Emekli orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’un tutuklanmasından sonra Genelkurmaya ‘müdahale’ çağrısında bulunan Baykal’ın, ATO Başkanı Sinan Aygün’ün tahliyesinde TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun bulunduğunu ima ederek Genelkurmay’ın sözkonusu generallerle ilgili sessiz kaldığı iddiasını dillendirmesinin üzerinden çok geçmedi.

Anayasa Mahkemesi’ne Cumhurbaşkanlığı oylamasıyla ilgili 367 kararı için baskı uygulayan Baykal’ın, aksi bir kararın kaosa yol açacağını söyleyerek hukuka nasıl müdahale ettiğine, Yargıtay’ı, Danıştay’ı tahrik eden sözlerine hep birlikte tanık olduk.

Dün partisinin meclis grup toplantısında konuşan Baykal’ı Genelkurmay, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başta olmak üzere hükümete karşı sahaya çıkmalarını istediği tüm anayasal kuruluşlardan umudunu kesmiş gördük.

Öyle sitemkardı ki, bu çevreleri ‘teslimiyetçi’ olarak suçladı: ‘Türkiye’yi bu noktaya getiren sürece teslim olmuş, katkı vermiş çevrelerden bu gidişi durduracak arayışı beklemeye hiç birimizin hakkı yoktur.’

Tek yol olarak millet iradesini gösterip, ‘Bu gidişten kurtaracak başka güç yoktur, kalmamıştır’ dedi.

Nihayet, siyasette çıkış yolunun ‘sabah sporu’, ‘defne sabunuyla duş’, ‘greyfurt suyuyla kahvaltı’, ‘mecliste haftalık grup toplantısı’, ‘CNN Türk’te program’ ve ‘Fikret Bila’ya röportaj’tan geçmediğini, sandığa da koşmak gerektiğini anladı.

Yine de ‘teslim olmuşlar’, ‘başka güç kalmadı’ gibi kırgınlık içeren ifadelerden kendini kurtaramadı.

Olsun...

Hiç olmazsa milleti fark etti.


GATA parodisi

Diyarbakır’ın Bismil ilçesine bağlı Ağıllı Köyü’nde yaşayan 36 yaşındaki Abdulkadir Kurt, 17 Şubat 1992 günü Jandarmada gözaltındayken hayatını kaybetti.

Ölüm nedenine dair iddia, çok ağırdı: Makatına cop sokularak işkenceyle öldürüldü.

17 Şubat 1994 günü 3’ü asteğmen 15 asker hakkında ‘işkenceyle adam öldürmek’ suçlamasıyla dava açıldı. Ömür boyu hapis cezası istendi.

Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi, bir süre sonra ‘benim işim değil’ diyerek dosyayı 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne sevk etti.

Askeri mahkeme de ‘sanıklar terhis oldu, artık asker değil, ben de bakamam’ diyerek dosyayı iade etti.

Uyuşmazlık Mahkemesi, oturup karar verdi: Dosya, Ağır Ceza’da görülmelidir.

Biz birkaç paragrafta özetledik ama bu karar, tam 15 yılda çıktı. Yani, dosyaya hangi mahkemenin bakacağı konusunda karar oluşturmak için 15 yıla ihtiyaç duydular. Biraz daha ayak sürürlerse, dava zaman aşımından tümden düşecek.

Biraz eşelense, yargı tarihinin yüzkarası bu dava gibi çok sayıda ibretlik öykülerin olduğu anlaşılır.

Ergenekon’la birlikte hukukun üstünlüğü ve masumiyet karinesini hatırlayanlar, Silivri’deki bornozdan ve tuvaletten dert yananlar, haklarındaki iddianame hazırlığı 5 ayı buldu diye ortalığı kasıp kavuranlar, bu ayıplar karşısında kıllarını kıpırdatmadılar.

Çünkü copla hayatını kaybeden o insan, ‘üniformalı’ değildi, ‘saygın(!)’ hiç değildi. Televizyonu, partisi yoktu. GATA’nın yolunu bilmiyordu. Gözaltına alındığında ‘Ağabey beni kurtar’ diye arayacağı CHP’li bir avukat tanımıyordu.

En büyük ayıbı (!) ise Ergenekon dışında kalmasıydı. Bedelini canıyla ödedi, hem de vahşi bir yöntemle...

Yıllardır hukukun katledilmesine göz yumanlar, şimdi öyle bir atmosfer oluşturdular ki, yargı mekanizması, Ergenekon’la birlikte ters işlemeye başladı, hukuk ihlalleri doğdu!

Sanki daha önce tüm adliyeler güllük gülistanlıkmış gibi...

Adalet Bakanlığı’na daha dün sordum. Yakın tarihteki Rahşan affına rağmen, tutuklu ve hükümlü sayısı 107 bine ulaşmış. Oysa bu rakam, daha üç yıl önce 65 bin civarındaydı.

Ne oldu da cezaevleri dolup taşmaya başladı? Toplum cinnet mi geçiriyor?

Son yıllarda suç ve suçlularla mücadelede çok etkin yöntemlere başvurulduğu bir gerçektir. Bu durum, dosya sayısının artmasına yol açmış olabilir. Lakin, problemin kaynağı, yargı çarkının aksayan dişlileridir.

Bugün cezaevlerindeki 107 bin kişinin yaklaşık 64 bininin tutuklu olduğunu biliyor musunuz? Başka bir ifadeyle, bu kişilerin haklarında henüz kesinleşmiş mahkumiyet kararı yok. Bunlardan yaklaşık 10 bininin yerel mahkemelerdeki davaları sonuçlanmış, Yargıtay’daki temyiz safhasının sonuçlanması bekleniyor. Kalan dosyalar ise yerel mahkemelerde gün sayıyor.

Sizce Ergenekon sürecinde tutuklananların sayısı, cezaevlerindeki diğer tutukluların yüzde kaçını oluşturuyordur?

Yaklaşık hesapla, binde bir...

Hal böyle olduğu halde, diğerlerinin sesini duyar mısınız hiç? Çığlık atsalar da haber olur mu gazetelerde?

Nadiren...

Niyetim, yanlışı yanlışla savunmak değildir. İki yanlıştan bir doğru çıkmadığını en iyi bilenlerdenim.

Sapla samanı karıştıranlara, adaletin zamanında tecellisini sadece kendileri için isteyen sahte AİHM yolcularına hatırlatmanın da gerekliliğine inananlardanım.

Şu konuda hem fikir olmalıyız; geciken adaletin adalet olmadığı gerçeğini sadece ‘seçkinler’ için değil ‘yurttaşlar’ için de geçerli kılabilecek reformlar, Türkiye’nin öncelikleri arasında yer almalıdır.
Ergenekon’un hukukunu değil bireyin hukukunu korumalıyız.

Bunu başarırsak, herkes kazanır. Bismil’de de Silivri’de de hukuk egemen olur. Koca koca paşalar da GATA parodisine malzeme olmaz.