7 Haziran seçimleri, Türkiye'nin geleceğine yönelik düşüncelerimizde ciddiye almamız gereken çok ilginç bir cephe şekillendirdi. Elle tutulur hiç bir projesi, siyasi söylemi ve perspektifi öne çıkaramayan muhalefet partileri neredeyse tek bir blok halini aldı.
Siyasi muhalefet, ideolojik gruplar, terör örgütleri, Fethullah Gülen grubu, bazı sermaye çevreleri ve yıllardır Türkiye'yi rehin almak için her türlü darbe girişimlerini servis eden dışarıdaki güç çevreleri, tam bir cephe halinde AK Parti iktidarına karşı adeta seferberlik yürütüyor.
Gülen'i PKK ile yan yana getiren güç
CHP ile DHKP-C'yi, Gülen Grubu ile PKK'yı, HDP ile İran istihbaratını, yine Paralel'in tezleri ile İran'ın Türkiye tezlerini buluşturan, bütün bunların hepsi ile ABD, İsrail ve Avrupa'daki Erdoğan karşıtlarını aynı çizgide sabitleyen irade, seçimleri son fırsat olarak görüp, var gücüyle Türkiye'yi kontrol edilebilir alana çekmeye çalışıyor.
Selahattin Demirtaş'ın “Seni Başkan yaptırmayacağız” ifadesi kendi cümlesi değil, bu ortak cephenin, birleşik cephe mimarlarının sözüdür ve bu cümle, 7 Haziran'a ayarlı projenin bütün gizliliğini deşifre etmektedir. “Seni Başkan yaptırmayacağız” ifadesi, Erdoğan'la başlayıp Türkiye'yi on yılda elli yıllık bir gelişmişlik düzeyine çeken, uluslar arasında bir üst lige çıkaran, ülkeye ve millete özgüven aşılayan büyük değişime nokta koyma projesinin sloganıdır.
İlan edilen seferberlik, oluşturulan birleşik cephe, siyasi çevreler, partiler ve örgütler arasındaki farklılıkları silip süpürdü. Meşru siyaset ile gayri meşru yöntemler arasındaki kalın çizgi, siyaset ile terör arasındaki keskin çizgi bu dayanışma tarafından yok edildi. DHKP-C ile PKK, yeni cephenin en etkili argümanları haline geldi. Bu güçler, yeri geldiğinde tehdit, şantaj aracı olarak kullanılır oldu. Birileri, silahlı güçlere ihtiyaç duyuyor olmalı ki, bu iki örgütün hareket alanı alabildiğine genişletildi, ikisi de seçime ayarlı bir gündeme yönlendirildi.
Hangi irade siyasi terörle buluşturdu?
Çözüm Süreci'ne karşı en yıkıcı kampanyayı yürüten Gülen grubu, bugün HDP ve PKK ile aynı safta savaşıyor, seçim ittifakı yapıyor, hükümete yönelik akılalmaz entrikalar servis ediyor. Gülen'in adamları, bir önceki seçimde CHP için oy topladıkları gibi, bu seçimde de CHP ve HDP için oy topluyor. Gülen medyası, CHP ve HDP kampanyaları açısından Ayın Doğan'ın medya grubundan bile daha açık ve saldırgan bir tarafgirlik hatta sözcülük yürütüyor. Bu uğurda DHKP-C'nin saldırılarını bile Demirtaş'ın ağzından gizleme teşebbüsünde bulunabiliyor. Kürtlere mesafesiyle bilinen, Çözüm Süreci'ne katkıda bulunanları hain ilan eden bu grubun şimdi PKK ile ortaklık görüntüsü vermesi hangi iradenin ürünüdür?
Garip bir şekilde, CHP'den HDP'ye ve MHP'ye kadar hemen her parti, paralel çevrelerle yakınlık görüntüsü vermekten çekinmiyor hatta daha da ileri gidip, onlarla yakınlıklarını gösterme çabası içine giriyor. Burada akıl, irade, siyasi yaklaşım kimin ürünü, bu partilerin siyasi/ideolojik kimlikleri kimler tarafından bu şekilde aşındırılıyor, ciddi ciddi düşünmek lazım.
Hepsi eski Türkiye'yi özlüyor
Meşru siyasi partilerin ve meşru olmayan örgütlerin ortak bir kimliği, duruşu daha var. Hepsi eskinin Türkiye'sini özlüyor. Koalisyonların olduğu, hemen her gün siyasi krizlerin yaşandığı, bilinmezliklerin alabildiğine yaygınlaştığı, dar çıkar ilişkilerinin siyaseti rehin aldığı, ekonomik krizlerin normalleştiği bir Türkiye bu. Siyasi söylemlerine, projelerine, tavır ve davranışlarına baktığınızda bundan ötesini göremiyorsunuz. Hiç birinin, bugünkü Türkiye'nin bir adım sonrasına ilişkin tek bir cümlesini duyamadık. Vaatleri on yıl önceki vaatleri andırıyor, yarının Türkiye'sine yönelik ise fantastik, kendilerini bile ikna etmeyen cümleler kuruluyor.
Unutulmamalı ki, bugünün Türkiye'sinin ötesine geçemeyen, kendini bu anlamda yeniden kuramayan hiçbir siyasi söylem yaygınlık kazanamayacak, gücünü artıramayacak. Bu partiler, günübirlik hareketliliklerin ötesine geçmeyen tavırları yüzünden her seçim daha da eriyecek. Oysa onların iktidar partisinden, AK Parti söyleminden çok daha ileri bir siyasi dil üretmeleri gerekiyordu. İktidar yorgunu dedikleri AK Parti, bu seçimde bile onlardan fersah fersah ileride bir söylem gücü kullanıyor, üstelik bu söylemleri gerçekleştireceğine dair güçlü bir kamuoyu kanaatine sahip.
Muhalefet partileri bağımsızlaşmalı
Yaptıkları hatalardan biri de, iktidar ararken, örgütlerle, geçmişin darbeci çevreleriyle, bu ülkenin gözünde hiç de iyi izlenim bırakmamış sermaye gruplarıyla aralarına mesafe koyamamalarıdır. Ülkenin tamamı için endişe yüklü bazı çevrelerle yakınlık görüntüsünden kurtulamamaları hatta yer yer onları savunur pozisyona girmeleridir. Böyle olunca da geniş kitlelerin gözünde marjinalleşmekte, muhalefet partisi olmanın ötesinde bir güven inşa edememektedirler.
Bu ülkenin demokratik sistemini zenginleştirmesi, muhalefet partilerinin darbeci, kirli siyasi ve ekonomik çevrelerden bağımsızlık kazanmalarıyla mümkündür. Bugün bile, muhalefet partilerinin ve meşru olmayan muhalif çevrelerin uluslararası pazarlaması Paralel örgüt üzerinden yapılıyorsa, onlar üzerinden bir muhalefet dili kullanılıyorsa, kan kaybı devam edecek demektir. Güçlü, özgür, ekonomik refah yolunda ilerleyen, teknoloji ve özgüven konusunda kompleksleri olmayan Türkiye vurgusu onlar için de kazandırıcı olacaktır.
Küstahlık başladı!
Dikkat ederseniz, her seçim öncesi, Batı medyasında servis yazıları yayınlanır, iç kamuoyu bu şekilde etkilenmek istenir. Daha önceki seçimlerde çok ağır metinler okuduk. Türkiye'ye hakaretler yağdırıyorlardı. O zamanlar Türkiye'den servis büyük oranda dar bir çevre tarafından yapılıyordu. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı dönemindeki ağır yazıları hazmedemeyip tepkisel yazılar yazdığımı hatırlıyorum. Tayyip Erdoğan'a yönelik bütün ülkeyi rencide edecek hakaret yazılarını yıllardır izliyoruz.
Şimdi yine servise başlamışlar ama bu sefer servis işini paralel çevreler yapıyor. Hemen her ülkede Türkiye aleyhine lobi yapan, bir tür dış tehdit haline gelen bu çevreler muhalefet adına oralarda da kampanyalar yürütüyor.
New York Times'da yayınlanan son yazı, işte bu eski yazıları hatırlatan türden. Alabildiğine küstahlık, alabildiğine korku pazarlaması, alabildiğine servis. Daha önce “ABD müdahale etmeli ve Türkiye'yi durdurmalı” diye yazıyorlardı, şimdi “NATO müdahale etmeli” diye yazmışlar. Bizim muhalefet de bu söylemden medet umar hale gelmiş. İşte bu kadar. Hepsi bir gazetenin tek makalesi kadar.
Meydan okuyan kahramanlaşır
Ama unutmasınlar, o Türkiye tarihte kaldı. Öyle bir yazıyla ayar verilen ülke yok artık. Bir yazı ya da açıklamayla hizaya sokulan bir hükümet, bundan etkilenen bir kamuoyu yok. Kim, bu yazılardan medet umarsa, halkın gözünde küçülüp gidiyor. Meydan okuyan kahramanlaşır. Türkiye meydan okuyan bir ülke ve kamuoyu işte bunu sahipleniyor. Muhalefetin anlamadığı işte bu.
Bu ittifak, ortak cephe görüntüsü, siyasi partileri büyük havuzun içinde eritecek. Bazıları küçülüp yok olacak. Aralarındaki fark hızla flulaştığı için seçim sonrası ilginç bir siyasi yeniden yapılanma olacak. Sanıyorum o zaman oluşacak siyasi blok, çok daha hırçın bir savaşa girişecek. Bu savaş asla bir siyasi mücadele değil, eski ve yeni Türkiye'nin mücadelesi olacak.
Siz asıl partilerle örgütlerin ortaklığını o zaman göreceksiniz. Bazıları kalkıp gerçekten de “NATO Türkiye'ye müdahale etsin bile” diyecekler. “Neden olmasın, Soğuk Savaş döneminde bu ülkeyi NATO yönetiyordu, yine yönetsin” bile diyebilecekler.
İşte bu yüzden “son istiklal savaşı” diyoruz buna. Yüz yıl sonra tarihi değiştirmek diyoruz. Herkes pozisyonunu buna göre belirlesin.