Süt ve süt ürünleri ile ilgili haber, yorum ve açıklamalara basınımızda sıkça rastlanıyor. Bazı sütlerde antibiyotik kalıntılarının tesbit edildiği, Tarım Bakanı Mehdi Eker tarafından da doğrulandı. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, bir gazetecinin sütte kanser ve siroza yol açabilen antibiyotik kalıntılara rastlandığına dair haberleri hatırlatması üzerine şöyle konuşmuştu: “Bu çok insafsızca bir şey. Çok üzüldüm, bir gazetede gördüm. Antibiyotik kalıntısı hayvanlar hastalandığında tedavi amaçlı kullanılıyor, bazen çok nadir durumlarda bunların içinde hala antibiyotik kalıntısı bulunan sütler toplanabiliyor, işlenebiliyor, sanayi sütü haline gelebiliyor. Ancak bu binde bir bile değil”.
Hayvanların sağlığını koruyabilmek için kullanılan ilaçların tedavi gören yalnızca bir hayvanda bulunması ender ve normaldir. Ancak bu gün, etinden ve sütünden faydalandığımız hayvanların barındığı ortamlar ve beslendikleri yemlerin ne kadarı doğaldır? Eğer hayvan doğal yemler ve ot ile değil de kimyevi yemler ile beslenmiş ise, bu tür yemlerde bulunan kimyevi maddeler hayvanın et, süt, yumurta ve diğer ürünlerin özünü oluşturacaktır. Hayvan doğal beslenmiş ise; ürünleri şifa olacaktır. Kimyevi yemler ile beslenip büyütülmüş ise; insan sağlığını tehdit edecektir.
Sağlıklı olabilmek için tüketilen süt ve süt ürünleri sütün elde edildiği hayvanın sağlığı ve bu hayvanlara yedirilen yemlerin özellikleri ile doğrudan ilgili değil midir? Bu gün besi çiftliklerinin ne kadarı GDO’suz, insan sağlığına zararı olmayan doğal yem kullanıyor?
Biyogüvenlik Kurulu 23.12.2011 günü, 13 çeşit GDO’lu mısır cinsinin hayvan yemi olarak kullanılmak üzere ülkemize idhal edilmesine izin verildiğini açıklamıştı. Bu açıklamanın ardından bazı Ziraat Mühendisleri Odaları da, “GDO’ya kim “evet” dedi de izin verdiniz?” şeklindeki açıklamaları ile GDO’lu mısır çeşitlerinin ülkemize hayvan yemi olarak dahi idhal edilmesine karşı olduklarını bildirmişlerdi.
Bu uygulamaya yapılan itirazlar ile ilgili açıklamaların bazıları şu şekilde idi;
“GDO’lu ürün satın alabilmek için yapılan müracaatların yem sanayicileri, hayvan yetiştiricileri ve yumurta üreticilerini temsil eden derneklerin iktisadi işletmeleri tarafından yapılmış olması bu GDO’lu mısırları kullanacak şirketleri kamufle etmektedir. Bu şekilde, tüm hayvancılık sektörü ve et, süt, yoğurt, peynir, yumurta gibi hayvani ürünler ile bu ürünlerin içeriğini oluşturduğu binlerce gıda maddesi de risk altında bırakılmaktadır. GDO’suz yem kullanan üreticiler de bu şekilde cezalandırılmaktadır.”
Bu uygulama sonucunda tüketicinin satın aldığı hayvani ürünün GDO’lu olup olmadığını bilemeyeceğini vurgulayan Ziraat Mühendisleri Odası; “Oysa Biyogüvenlik Kanunu GDO ve ürünlerinin tüketicinin tercih hakkını ortadan kaldırması halinde GDO müracaatlarının reddedileceğini söyler. GDO’lu yemler ile beslenen hayvanlardan elde edilen ürünlerin etiket taşımaması tüketicinin tercih hakkını ortadan kaldırmaktadır. Bu sebeple verilen karar kanuna da aykırıdır. Hangi anne GDO’lu yemler ile beslenen hayvanın etini, sütünü, yumurtasını, bu sütten yapılmış yoğurdu ya da peyniri çocuğuna yedirmek ister? Anneler, bunu asla bilemeyeceksiniz.
Biyogüvenlik Kurulu tarafından ilmi komitelere hazırlattırılan Sosyoekonomik Değerlendirme Raporlarında, GDO’ların sindirim sisteminde hazmedilemediği ve hücrelere kadar taşınabildiği, marketlerden alınan süt örneklerinde GDO’lu yemlere ait DNA’ya rastlanıldığı, pastörizasyon işlemi sırasında dahi bu DNA’ların yok edilemediği açık bir şekilde belirtilmektedir. Mısır, ülkemizde de yetiştirilebilen bir üründür. Ancak Tarım Bakanlığı mısır bitkisini desteklemek, verilen desteği artırmak yoluyla kendimize yeterliliği yakalamak var iken, bunu yapmamakta, ülkemizi idhalata mahkum etmektedir.
Mısıra sağlanan desteğin son dört yıldır aynı seviyede kalması yüzünden ülkemize her yıl beş yüz bin ton ile bir milyon ton civarında mısır idhalatı yapılmaktadır. Ancak bu durum yine de yapılacak mısır idhalatının GDO’lu olmasını meşru kılmamaktadır. Dünyada üretilen mısırın sadece %29’u GDO’lu tohum ile üretilmektedir. Yani %71’i GDO’suzdur. Dolayısı ile uygulanan yanlış politikalar nedeni ile ortaya çıkan idhalat ihtiyacını GDO’lu mısır türleri ile gidermeye çalışmanın hiçbir meşru gerekçesi yoktur.
Kamuoyu görüşüne açılan ilmi raporlara 15 bin kişinin görüş bildirdiği Biyogüvenlik Kurulu Başkanı tarafından açıklanmıştı. Simdi soruyoruz, bu görüşlerden kaç tanesi “EVET, BEN GDO İSTİYORUM” diyordu da Kurul GDO’lu mısırlara onay verdi? GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri yaptıkları konu ile ilgili kampanyada iki günde yüz bin imza toplayarak bu imzaları Biyogüvenlik Kuruluna ilettiler. Halkımızın GDO ve ürünlerini tüketmek istemediğini imza ve görüşleri ile net bir şekilde göstermesine rağmen Kurul bu izni neye göre verdiğini derhal açıklamalıdır. Kamuoyu iradesini hiçe sayan bu GDO hayranlığının dayanağı bizlere açık bir şekilde izah edilmelidir”.
Biz tüketiciler bu konuda nelere dikkat etmeliyiz? Ziraat Mühendisleri Odalarının dikkat çektiği bu konuyu biz halk olarak nasıl ayırt edebiliriz? Doğru ve sağlıklı ürünleri nasıl satın alabiliriz? Bizler bu konuyu ayırt etmede yeterince aydınlatılmaz isek, bu sorun ileride büyüyerek daha farklı şekillerde önümüze çıkacaktır.