Bizdeki bütün yöneticilerin derinlerinde bir yerlerinde şu orduyla anlaşsak da gürültüsüz patırtısız ülkeyi keyfimizce yönetsek arzusu bulunduğunu sanıyorum.
Mücadele zordur çünkü.
Meşakkatlidir.
Yöneticilerin en sevdiği yönetme biçimi de mücadele değildir.
Ama Türkiyenin gerçeği bu ahlaksız arzuya geçit vermez.
Ordu hiçbir yöneticiyle anlaşmaya ve kendi iktidarını paylaşmaya razı olmaz.
Devlet de iki eşit patronla yönetilmez.
Birinden biri diğerine biat etmek zorundadır.
Orduyla anlaşmaya çalışan her yönetici sonunda bunu öğrenir.
Ya bir darbeyle devrilir...
Ya bir muhtırayla haddi bildirilir.
Başbakan Erdoğan, orduya karşı en dik duran yöneticilerden olsa da onun da zaman zaman bu gizli arzunun çekiciliğine kapıldığını görüyoruz.
Küçük manevralarla bu sistemin içinde kendine bir iktidar alanı açabileceği yanılgısına kapılıyor.
O zaman da ya bir muhtıra yiyor...
Ya bir kapatma davasıyla karşılaşıyor...
Ya da en anlaştığını zannettiği anda bir darbe planının belgesi patlayıveriyor.
Başbakanın orduyla anlaşmaya çalıştığını nasıl anlıyoruz?
Bence bunun çok basit bir ölçüsü var.
Avrupa Birliği yolunda yavaşladığında anlayın ki orduyla anlaşmaya çalışıyor.
Bu sistemin içinde kendine bir iktidar payı verileceğine inanıyor.
Bunun mümkün olmadığını gördüğünde de rüyasından uyanıp yeniden hareketleniyor.
Bizim gazetede yayımlanan son planın Erdoğanı hayallerinden uyandırdığını sanıyorum.
O Başbuğla ne kadar iyi geçiniyoruz diye düşünürken birilerinin onu devirmek için planlar yaptığı ortaya çıktı.
Üstelik, o herhalde bizim bildiğimizden çok daha fazlasını biliyor.
Bu darbe planının arkasında yatan hesapları ve ilişkileri ona çoktan anlatmış olmalılar.
Medyanın tutumu da ona bir anda nasıl bir kuşatmaya düşüvereceğini gösterdi sanırım.
Ankaradaki bazı gazete temsilcilerinin Genelkurmay ziyaretiyle ilgili söylentiler ayyuka çıktığı sırada Erdoğana en yakın olduğu söylenen gazete birden Genelkurmay sözcülüğüne soyundu.
Bir başka gazete, Genelkurmayda kendisine söylenen sözleri gerçekmiş gibi manşetine çekti.
Medyanın amiral gemisi olmakla övünen gazete, yedi sekiz bin kişinin katıldığı İzmirdeki son Cumhuriyet Mitinginin haberini, yaklaşık bir milyon kişinin katıldığı geçmiş mitingin resmiyle verdi.
Gören bir göz için bunlar açık sinyaller.
Erdoğan da gördü bunları sanırım.
Gördüğü, dün Avrupa Birliği büyükelçileriyle yaptığı toplantıdaki sözlerinden belli.
Net ve açık konuştu.
Avrupa Birliği üyeliği yolunda hızlanacağımızın işaretini verdi.
Reform yasalarının derhal çıkarılması için harekete geçti.
Bir başbakanın, Avrupa Birliğine doğru yürümesi aslında kendi halkına doğru yürümesi anlamına geliyor.
Çünkü bu ülkede halk iradesini geçerli kılabilecek tek yol Avrupa üyeliği.
Avrupanın standartlarını, yasalarını, ölçülerini kabul etmeden askeri siyasetin dışına çıkartamazsınız.
Asker siyasetin içinde kaldığı sürece de kendi iktidarını pekiştirecek planlar, eylemler, andıçlar yapacaktır.
Bu gerçek, şu ya da bu generalin komutan olmasıyla değişmez.
İnsanlara ya da niyetlere bağlı bir şey değil çünkü bu.
Bu, sistemle ilgili bir şey.
Sistemi değiştirmeden halkın iradesini tek ölçü haline getiremezsiniz, demokrasiyi ve hukuku kuramazsınız.
Askerî yargı denilen ucubeyi, cumhuriyeti koruyup kollama denilen tuhaflığı hayatınızdan çıkartamazsınız.
Bu son belge Erdoğanı uzun süren uykusundan uyandırdı sanırım.
Yeniden Avrupaya ve halkına doğru dönüyor.
Avukatların yalan söylemesi, albayın imzasını değiştirmeye çalışması, o albayın sivil yargıdan kaçırılmaya uğraşılması, Genelkurmayın kendine yakın gazetecilerle gerçekleri saptırmaya kalkışması, bu ülke Avrupa yolunda yürüdüğü sürece hiçbir sonuç alamaz.
Avrupanın bir hukuku var çünkü.
O hukuk, askerlerin siyasete müdahalesine, darbeye, muhtıraya, gizli planlara, kendi halkına psikolojik savaş açmaya izin vermiyor.
Onun için bu ülkenin halkını ezmek isteyenler, onu yok saymaya çabalayanlar, dindarın türbanına, Kürdün hakkına, Alevinin cemevine, solcunun fikrine karşı çıkanlar Avrupa Birliğinden nefret ediyorlar.
Ortaya çıkan son plan Erdoğana gerçekleri gösterdi herhalde.
Başbakan, bu sistemin içinde ne kendine ne de bu halka yer olduğunu, en azından şimdilik anladı.
Umarım bunu bir daha unutmaz.