Bizim davalar, benzin pompacısının sayacı gibi hızlı dönerek rakamlarını arttırıyor.
Bazı günler mahkeme sadece bizim gazetenin elemanları için açılan davalara bakıyor.
Buradaki insanlar kaç davaları olduğunun sayısını şaşırmış gibi.
Benim davaların sayısı “son sayıma” göre 45’ti, şu anda kaç, tam bilmiyorum.
Peki, bu davalar neden açılıyor?
Sadece haberler ve yazılar için.
Ve, savcıların keyfi istediği için.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın hukukla ilgili konuşmasını okuyunca aklıma kaçınılmaz olarak bizim davalar ve savcılar geldi.
Maşallah öyle yasalar yapmış ki bizim yasa yapıcılar, savcıların canı istedikçe bizi mahkemeye göndermesinin önünde hiçbir engel yok.
Bu savcıları denetleyen de bulunmuyor.
Savcılar kendileri gibi düşünmeyen herkes için dava açıyor.
Ne yazık ki bilgileri, entelektüel birikimleri ve hukuka saygıları pek kuvvetli değil.
Ben size bir davadan örnek vereyim.
Ben “Atatürk’ün diktatör olduğunu” söylediğim için yargılanıyorum şu sırada.
Savcı yalapşap bir iddianameyle bunu söylemenin “Atatürk’e hakaret” olduğunu iddia ediyor.
Böyle, “Atatürk’e hakaret” diye bir yasa maddemiz var bizim.
Hâlâ böyle yasalarımız olmasının saçmalığını şimdilik bir kenara bırakalım.
“Diktatör” demek bir hakaret midir, onu soralım.
Savcının, bunun hakaret olduğunu kanıtlaması için Atatürk’ün konumunun “siyaset bilimindeki”tarifini yapması gerekir.
Bir adam bir ülkeyi, “tek adam, tek parti” yöntemiyle yönetiyorsa, o adamın siyaset bilimindeki tarifi nedir?
Savcının davayı açabilmesi için, “tek adam, tek parti” sistemindeki yöneticiye “ne deneceğini”söylemesi gerekmez mi?
Atatürk diktatör değilse ne?
Savcının iddianamesinde bunu açıklaması gerekmiyor mu?
Doğrusu ya ben bu davayı açan savcının bu konularda etraflı bir bilgisi olduğunu pek sanmıyorum.