Değişim kolay hazmedilemiyor. Statükonun fikren ve filen bekçiliğini yapanlar, her dönemde olmuştur.
İnsanımızın değişen ve gelişen dünyanın koşullarına uygun nitelikte olmasını isteriz. Bilimin ve sanatın her dalında başarılı, bu değerlerde simge insanların olmasından yanayız. Maddeye ruh katabilecek, bilim ve estetiği kaynaştırabilecek bir yaklaşımdan söz ediyoruz.
Atatürk’ü bilimin ve sanatın her dalında mutlaklaştırıp “deha insan” olarak gösteren ezberci yaklaşımdan uzak, “aklı ve vicdanı hür” bir nesil hayalini kuruyoruz.
1990’lı yıllarda demokratikleşme iradesi hızla gelişme gösterdi. Bunda rahmetli Turgut Özal’ın büyük payı oldu. Özal’ın siyasetteki “Dört Eğilim” çizgisi, toplumsal taleplerde dönüşümün ve uzlaşının adresi oldu. Turgut Özal’la birlikte “siyaset sosyolojisi” yeniden şekilleniyor ve tanımlanıyordu. Zira “Dört Eğilim” anlayışının sosyolojik gerçekliği olmadığını söyleyen “statüko bekçileri” her zaman görev başındaydı. 12 Eylül’den miras kalan ülkenin çatışmacı kültürü, her kesimi ve herkesi kucaklayan geçiş sürecinden de rahatsız oluyordu.
Bu süreçte; eski otoriter anlayışı temsil eden “I.Cumhuriyet’in çöktüğünü” iddia eden eski solcular, “liberal sol” anlayışla II. Cumhuriyetçiliği ortaya attılar. Rahmetli Özal’ın “açılım”politikaları onlara özgüven veriyordu…
Sosyal olaylar hızla değişim ve gelişim gösteriyor. Bilişim çağının böyle bir özelliği var. Hadiseler hızla gelişmekte, bazen olayları takip etmekte bile zorlanmaktayız. 2012 yılındayız. Yeni düşünceler, yeni yaklaşımlar, yeni akımlar, hâsılı yeni bir dönem yaşanmaktadır. Bu yeni dönemde halkın küllerinden, inanç dinamiklerinden doğan daha reel bir anlayış hâkim!.
Muhafazakârlık…
Ülke yönetimi bu yeni anlayışla şekillenmektedir. Bunun bir “hükümet” politikasından ziyade“koruyucu devlet politikası” olduğunu zamanla göreceğiz. Son 150 yılın toplumsal dönüşümü devlet eliyle “medeniyet projesi” şeklinde çözümleniyor. Muhafazakârlığı gelenekçi, gerici olarak göstermeye çalışan “derin devlete” karşı “derin milletin” uyanışından bahsediyoruz.
Gelinen noktada bu sosyolojik değişimi bazıları “muhafazakâr sol” bazıları “Amerikan solu”diye tanımlasalar da, “sol” kavramı toplumun gen yapısıyla uyuşmadığını, sosyolojik bir gerçeklik olarak söyleyebiliriz.
“Liberal Sol, Amerikan Solu veya Muhafazakâr Sol” gibi tanımlamalar, bu manada akim kalmaktadır. Tarihi süreç itibarıyla toplumun gen yapısına uymamaktadır. “Sol” kavramı Türk Siyasal Tarihi açısından toplumsal handikapları vardır. “Muhafazakârlık” ise; halkın potansiyel taleplerini harekete geçiren bir mekanizmadır. Tepeden şekillenmeyen, tabandan tepeyi şekillendiren, bireysel özgürlükleri söylemin ötesine taşıyan, bu talepleri kamusal güvenceye alıp muhafaza eden, alan genişleten bir anlayış…
“Yeni dönem muhafazakârlığı”; her şeyden önce statükonun bekçiliğini yapan değil,“değişmeyen tek şey değişimdir” anlayışıyla, toplumu özünden kopartmadan, kendi değerlerini inovasyona(dönüşüme) tabi tutan yaklaşım…
Özellikle 1990 sonrası“II. Cumhuriyetçiler”, değişimi ve dönüşümü göz önünde tutarak“I.Cumhuriyet çöktü” diyorlar. Bu “liberal sol” yaklaşımı eksik buluyorum. Cumhuriyette bir değişim ve dönüşüm süreci yaşandığı doğru. İktidarlar bu sürecin hızlanmasında katkı sağlar. “Çöküş” kavramını, belki “bir devrin bittiğini” anlatsa da tarihsel devamlılık ve bütünlük ilkesiyle bağdaştıramıyorum. Zira Cumhuriyet; daima kendisini yenileyebilmeli, zamanın ötesine halkını taşıyabilme niteliğinde olmalıdır.
“Muhafazakârlık” yönelişleri “liberal sol” düşünceye karşı bir alternatif değil, bu anlayışı da bünyesine alan bir yaklaşımla hareket ediyor. “Sol” değerleri de içine alan farklı bir yaklaşımla, halkı baskılamadan, sosyal adaleti gözeten, mazisinden kopmadan her kesimin ve herkesin muhafazakâr olma özgürlüğünü hedeflemektedir. Bu süreçten her cenah etkilenmektedir. Bu sürece bütün siyasi partiler katkı sunmak mecburiyetindedir. Mesela CHP bundan arî değildir…
Yeni dönemin bu “muhafazakâr” yönelişleri belki de (bu tabiri uygun görmesem de)“III.Cumhuriyet” dönemi diye adlandırılacaklardır, kim bilir!