Ergenekon süreci, iki eski genelkurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve Hüseyin Kıvrıkoğlunu tartışmaların odağına sürükledi. İki paşa hakkında da 1 Numara iddiası var. Doğu Perinçek, Kıvrıkoğlunun ismini Silivride çok açık şekilde zikrederken, emekli asker Prof. Dr. Nevzat Tarhanın aynı koltuk için öngördüğü isim Karadayıydı.
Oysa bu iki paşa, görevde oldukları dönemde düşman kardeş gibiydiler. En azından kamuoyundaki algılama böyleydi.
Hatta, 6 Ekim 1997 günü TSKnin Toros-2/97 adıyla Kıbrısta gerçekleştirdiği askeri tatbikatta Albay Vural Berkayın bir keskin nişancıya ait M-16 silahından çıkan mermiyle hayatını kaybetmesi, derin kavganın izdüşümü olarak yorumlandı.
O tatbikatta, komuta kademesini yeniden dizayn etmek için Kıvrıkoğluna suikast düzenlendiği şüphesi, hala zihinlerdeki varlığını sürdürmektedir. Nitekim, Kıvrıkoğlunun Genelkurmay Başkanı oluncaya kadar uçağa binmediği, zorunlu programlar dışında hiçbir davete katılmadığı iddiası hala konuşulmaktadır.
Yaygın kanıya göre; Çevik Birin Genelkurmay Başkanlığına giden yolu, açılmak isteniyordu!
O esnada iki kıdemli Orgeneral vardı. 1994 yılında bu rütbeyi alan 1. Ordu Komutanı Atilla Ateş, diğeri Jandarma Genel Komutanı Fikret Özden Boztepeydi. Suikastın gerçekleşmesi halinde Ateş, Kara Kuvvetleri Komutanı, 1998 yılı Ağustosunda ise Karadayının yerine Genelkurmay Başkanı olacaktı.
Orgeneral Ateş, Karadayıya ait olduğu iddia edilen kasette ismi sıkça geçen komutanlardan biridir.
Bu durumda 1995 yılında Orgeneral olan Çevik Birin Ateşten boşalan 1. Ordu Komutanlığına, ardından Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanacağı varsayılıyordu. Ancak kendinden daha kıdemli olan Boztepenin de aynı görev için şansı bulunduğu hiç hesaba katılmadı. Aytaç Yalmana kadar Jandarmadan Kara Kuvvetleri Komutanlığına geçiş olmadığı için Boztepenin emekli olma ihtimali hep yüksek görüldü.
Yani, Bir için Genelkurmay yolu suikast başarılı olsa bile tümden açık değildi. Ama bu iddia, zihinlerde önemli bir karşılık buldu.
Bu vahim iddiaların doğruluğu veya yanlışlığı konusunda kesin bir yargıya varmamız, mevcut bilgiler ışığında mümkün gözükmüyor. Ancak her geçen gün şüpheleri güçlendirecek ipuçları ortaya çıkıyor.
Kavga yeniden hortladı
Üzerine odaklandığımız konuda devam edecek olursak, böylesine derin kavganın yaşandığı dönemin iki komutanının isimleri nasıl oldu da bir araya geldi?
Bu soruya sağlıklı cevap bulabilmek için Ocak ayı içinde iki paşanın Küçükü hedef alan açıklamaları dikkatle ve yeniden okunmalıdır. Karadayının Küçük için O adam diye hitap etmesi, Kıvrıkoğlunun ise Adımı kullanmış demesi, yeni bir kavgayı körükledi.
Ancak Küçükün Kıvrıkoğluna cevap verirken Dönem bireysel endişeleri aşarak vatanın ve cumhuriyetin çıkarlarını gözetmek dönemidir şeklinde özenli bir üslubu seçmesi ve birlikte hareket etmeye çağırması, Karadayıya karşı Sürç-i lisan kabul ediyorum, o adam değilim diyerek daha kabadayı bir üsluba yönelmesi dikkat çekiciydi.
Çünkü; Kıvrıkoğlu ve Karadayı, aynı ekibin parçası olmadılar. O nedenledir ki, ikisini aynı fotoğraf karesi içinde zor görürsünüz. Bu çatışmanın dolaylı etkisi midir bilemem, ama Batı Çalışma Grubu kadrolarının Ergenekon yapılanması içinde fazlaca yer bulamamasının bir nedeni, kimi emekli komutanlar arasındaki iktidar kavgasıdır.
Karadayıya ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarının internet sitelerine düşmeye başlaması, bu iktidar kavgasının yeniden hortladığına işaret edebilir. Ergenekon taifesi, yavaş yavaş Karadayıyı Silivri minderine çekmeye çalışıyor.
Karşı hamle nasıl gelişir, bilinmez. Mesela, bir Kıvrıkoğlu kaseti internet sitelerine düşer mi?
Karı koca kavgasından doğan İSKİ skandalı örneğinde olduğu gibi bazen şerden hayır doğabiliyor. Bu kasetlerde, darbe planlarının nasıl yapıldığı, partilerin nasıl kapatıldığı konusunda suç oluşturan çok önemli itiraflar var.
Kamuoyu, iddiaların üzerine gidecek Zekeriya Öz gibi yeni bir savcı bekliyor. Benim favorim Ali Çakır...
Haydi Çakır, bir destan da burada yaz...