Danıştay, tek-tip insan yetiştirmek amacıyla dönemin faşist İtalyan ve Alman rejimlerinden ilham alınarak bütün ilk ve orta dereceli okullarda Jakoben yöntemlerle, tepeden, monteleme yoluyla zorla okutulan Öğrenci Andı’nın yeniden getirilmesini sağlamaya dönük tehlikeli, tehlikeli olduğu kadar da ilkel bir karar aldı!
Türkiye’nin bütünleşmeye ekmek kadar, su kadar ihtiyaç duyduğu kritik bir zaman diliminde, toplumda etnik ve ideolojik gerilimleri tırmandıracak böyle bir karar, en hafif ifadeyle, basîretsizliktir. Vesayet rejimini hortlatarak toplumdaki etnik ve ideolojik fay hatlarını büyütecek, fitnenin fitilini ateşleyecek son derece tehlikeli bir karardır bu!
TEZGÂHA BAKIN, TEZGÂHA!
Yakın tarihimizde yaşadığımız İkinci Danıştay Vak’ası’yla karşı karşıyayız: Tıpkı FETÖ tezgâhıyla sahneye konan, ülkedeki kardeşlik iklimini dinamitlemeyi amaçlayan birincisi gibi, ülkenin birliğini, dirliğini, kardeşliğini tehlikeye sokma potansiyeli taşıyor bu karar da.
Birileri, ülkenin sosyal, siyasî, etnik ve ideolojik kaosun eşiğine sürüklenmesi için epey mesai harcıyor, anlaşılan!
Bakın, gündeme bomba gibi düşen, şirazesi olmayan a-sosyal medyada ülkedeki etnik ve ideolojik gerilimi bir ânda tırmandırmaya yeten bu karar, yeni alınmamış, iyi mi!
Nisan ayında alınmış ama şimdi servis ediliyor!
Tezgâha bakın, tezgâha!
YAPILMAK İSTENEN NE, PEKİ?
Birileri, vesayet rejiminin kalıntıları, müthiş bir zamanlamayla, ülkenin kaosa sürüklenmesi için bombanın pimini çektiler!
Yapılmak istenen bir kaç şey var:
Öncelikli olarak, Ak Parti ile MHP arasındaki “ittifak”ın bozulmasını sağlamak.
Bu konuda, her iki tarafın da, basîret çağrısı yapması ve tezgâhı püskürtmesi gerekiyor.
İkinci olarak, Millî Eğitim Bakanlığı’nın, eğitim sisteminde daha katı seküler adımlar atmasını sağlamak, bunun için uygun bir ortam oluşturmak.
Böylelikle 28 Şubat benzeri bir ortam oluşturarak, İHL’lerin kapatılmasından ya da önlerinin türlü şekillerde tıkanmasından başörtüsü yasağının yeniden getirilmesine kadar toplumda infiale yol açacak bir dizi karar alınmasını sağlamak.
Üçüncüsü ve en önemlisi de, eğitim sistemine damgasını vuran ilkel pozitivizm anlayışının çocuklarımızın medeniyet bilincine sahip olmasını imkânsızlaştırdığı mevcut ezberci, testçi, çocuklarımızın zihnini, kalbini ve ruhunu körleştiren, çocuklarımızı robotlara dönüştüren çağdışı ve salaş “eğitim makinası”nın silbaştan değiştirilerek hem medeniyet bilincine ve ruhuna sahip hem de dünyayı iyi tanıyan, dolayısıyla ülkemizin atağa kalkmasını sağlayacak eğitimde devrim niteliğinde adımlar atılmasının önüne set çekmek!
Danıştay’ın kararı, hem ülkedeki etnik ve ideolojik gerilimleri tırmandıracak hem de eğitimde beklenen köklü adımların atılmasını engelleyecek tehlikeli bir karardır.
Sosyal medyada Danıştay’ın kararıyla ilgili yapılan yorumlar, ülkemizin geleceği adına ürküttü beni.
“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım demekten niçin korkuyorsunuz? Yallah Bedevilerin arasına!” şeklindeki pespaye “yorumlarla” doldu taştı a-sosyal medya!
Daha da vahimi, Öğrenci Andı’nın, çocuklarımızı bu ülkenin ruhköklerinden uzaklaştırmayı, mankurtlaştırmayı, Batı-perest zihinsel kölelere dönüştürmeyi amaçlayan tastamam faşist bir dönemin izlerini taşıyan tek-tip insan yetiştirme söylemine dayandığını söyleyerek bu çağdışı, ilkel andı eleştiren insanlara karşı iğrenç bir linç girişimi yapıldı.
“Türk’ün ruhu, İslâm’dır; gerisi hezeyandır” şeklinde yazdığım eleştirilerden ötürü İslâm’sız bir Türk kimliğinin şiddetle ve yaygın olarak savunulduğunu gözlemledim.
İşte bu ürperticidir!
“İSLÂM’SIZ TÜRK” PROJESİ!
Bu ülkenin varlık nedeni de, yegâne sigortası da İslâm’dır. Biz, müslüman olduktan sonra dünya tarihini yapmaya başladık. Müslüman olduktan sonra üç kıtada adaletin, hakkaniyetin ve hakikatin bayraktarlığını yapmaya başladık. Ve varlığını etnik kimliğine değil inancına armağan eden bir milletin dünyanın ruhu olduğunu ispatladık.
Bizi ayakta tutan, birbirimize kırdırma girişimlerine rağmen bu tezgâhların hepsini de püskürtmemizi mümkün kılan yegâne kalkanımız, sığınağımız İslâm’dır.
Eğer bu toplum Müslüman olmasaydı, bu ülke çoktan parçalanmıştı. Bunu göremeyen ya salaktır ya da asalak!
İslâm, bu toplumun hem tarih yapan dinamik ruhudur hem de daha insanca, daha âdil, daha kardeşçe, daha evrensel bir gelecek kurma yolculuğunun tek umudu ve şaşmaz ufkudur.
Laikliği topluma tepeden dayatan Vesayet rejimi, bu ülkenin istiklal ve istikbalini tehlikeye soktu: Bin yıldır dünya tarihini yapan bir ülkeyi Batılılaşma / laikleşme projesiyle kendi ruhköklerinden uzaklaştırdı; zihnen sömürgeleşmiş, mankurtlaşmış, yabancılaşmış, soluğu Batı’da almak için can atan metamorfoz yemiş, ruhunu kaybetmiş, iddialarını yitirmiş, sahte aşklar peşinde koşturan ruhsuz kuşaklar icat etti; Türkiye’nin bin yıllık medeniyet birikimini ve ruhunu yok etti ve Türkiye’yi ekonomik olarak da, kültürel olarak da, zihnî olarak da Batılıların uydusu hâline getirerek bu toplumun yeniden tarih yapmasını mümkün kılabilecek medeniyet dinamiklerini dinamitledi, ülkeyi her bakımdan Batı’ya bağımlı hâle getirdi, Batılıların fiilen işgal edemediği ve sömürgeleştirmedi-iyi bu ülkeyi fiilen, zihnen ve rûhen sömürgeleştirdi ve köleleştirdi.
Bu zihnî ve kültürel köleleşmeye son vermek için topyekûn savaşmamız gerekirken, yeniden bu toplumun tarihteki sürgününü uzatmaktan, bu toplumu intiharın eşiğine fırlatmaktan başka bir anlama gelmeyecek tehlikeli işlere imza atmak da, neyin nesi, neyin sesi oluyor, şimdi?
İşte bu nedenle, Danıştay’ın, aldığı o vahim kararı gözden geçireceğini ummak istiyorum.