İnsanların neler konuştuklarına dikkat ediyorum…
Dikkat ettiğim insanların büyük kısmı, ciddi, siyasi meseleler söz konusu olduğunda sloganlarla konuşmaya başlıyorlar. Daha da dikkat ettiğimde, aynı insanların başka konularda da sloganı andıran yargılarla konuştuklarını görüyorum…
Tarih diyorsunuz mesela…
Bulunduğu siyasi kampa göre sloganlarını sıralamaya başlıyor konuşan… Tarihin şu kısmındakiler ak sütün içinden çıkmış ak kaşıktır diyor... Diğerleri, “Şundan öncekiler topyekun kötüdür!” diyerek kestirip atıyor.
Diyorsunuz ki, “Sen o dönemi anlatan herhangi bir kitap okudun mu, ya da araştırdın mı da bu kadar büyük, iddialı laflar ediyorsun?”.
“Hayır” der gibi başını sallıyor…
Ya, “Dizisini izledim” ya da “Öyle olduğunu duydum ” diyor pişkince…
Parti meselesi zaten slogansız konuşulamıyor. Konuşulamadığı için de ancak kavga ile meseleler müzakere edilebiliyor mecliste bile. Fakat en barbar, en dışlayıcı, en yaftalayıcı sloganlar da partilerden çıkıyor…
Evlilik, ilişkiler, iş hayatı, dostluklar ve din elbette…
Hepsi, topu topu on beş, yirmi sloganın etrafında dönüyor.
Topluma her gün kanaatlerini açıklayan yazarlar da aynı slogancılığı sürdürüyorlar ve hatta en iyi slogancılığı yapanlar onlar. Aralarında enteresan, serbest düşünce ürünü olan yazılar yazanları da var tabii… Ama genel olarak dar görüşlü, dışlayıcı sloganlar belirleyici oluyor medyada.
Sosyal medya uygulamaları ve geleneksel ekran olan televizyon…. Ve onun meşhur dizileri… Haberleri… Magazin programları…
Bu mecralar zaten slogan üretim ve dağıtım şebekesi gibi iş görüyor.
Sloganlar tüm topluma buradan yayılıyor.
İsterseniz, belli dizileri, haber bültenlerini izleyen insanlarla bazı konuları tartışın… Birkaç sorunlu bakış açısının arasına hapsolmuş, granit gibi sağlam bir ön yargıyı delmeye çalışır gibi hissedeceksiniz kendinizi. Esnekliği olmayan, sorgulayamayan, saplantılı bir zihin karşısında çaresiz kalacaksınız. Karşınızdaki “Nuh” diyecek ama “Peygamber” demeyecek…
Çünkü sloganda öyle geçmiyor!
Slogan demek, kalıp demektir. Bir düşünce kalıbı… Bir yerlerde, belli bir insan tipinin zihnini şekillendirmek amacı güdülerek tasarlanmış hazır kalıplar… Sloganların en güzel yanı…
Sizi düşünme zahmetinden kurtarmaları!
Kullanışlı sloganlarla bir ömrü düşünme gereği duymadan ve muhaliflerinize karşı da mevzii kaybetmeden geçirmeniz mümkün. Sadece sloganlarla konuşarak bir çevre oluşturabilir, statü edinebilir, sosyal medya fenomeni olabilir, hatta yazarlık yaparak kendinize popüler bir kimlik oluşturabilirsiniz… Sıkıştığınızda sloganlara sığınabilir, onunla başarılı savunmalar yapabilir, kirli çamaşırlarınız için onu paravan olarak kullanabilirsiniz.
Çevrenizdekiler de sloganlarla konuşup düşünen insanlar olduğu müddetçe bu konuda hiçbir sorunla karşılaşmazsınız…
Hint asıllı bilge J. Krishnamurti’nin çok sevdiğim, çok önemsediğim ve sık kullandığım bir tespiti var. Krishnamurti zihnini kullanma gereği duymadan, başkalarının düşüncelerini taklit ederek yaşayanlara, “ İkinci el insanlar” diyor. Bence bu harika bir tanım ve tam da yukarıda bahsi geçen tipi tanımlıyor. Yani bizleri…
Evet, maalesef kitle iletişim araçlarının enformasyon sağanağı altında yaşıyoruz. YouTuber’lar, “fenomenler”, siyasi aktörler, dini öncüler, kanaat önderleri, pop yıldızları tarafından kuşatılmış durumdayız. Bütün bunlar kitle iletişim araçları yoluyla önümüze hazır yargılar seriyorlar. Her şeye, onların kalıplarının gözleriyle bakıyor ve onların gözleriyle görüyoruz. Kendi gözlerimizi kullanmak, olup bitenleri bizzat kendi gözlerimizle görmek, gördüklerimiz üzerine düşünmek, yetersizlikler karşısında araştırmalar yaparak meselelerin aslını öğrenmek ve bu yolla kendimizi geliştirmek aklımıza bile gelmiyor. Çünkü bütün bunların çok zahmetli ve alıştığımız konforu tehdit eden bir tarafı var. O zihinsel konforu bozmak istemediğimiz için başkalarının kanaatlerinin kılavuzluğunda yaşamayı yeğliyoruz. Bu da bizi “ikinci el insanlar” yapıyor. İkinci el insanlar aslında yaşamıyorlar. Onlar sadece sayılardan, kalabalıktan ibaretler…
Bir ikinci el insanla muhatapsanız; onda gördüğünüz pek çok davranış ve düşüncenin aslında ona ait olmadığını, asıl muhatabınızın görünen örtülerin altında bir yerlerde gizli olduğunu bilmelisiniz….
İkinci el insan olmak, insanın biricikliğini, bağımsızlığını, şahsiyetini yok eden bir durum. İkinci el insanların hiçbir zaman ne kendilerine, ne çevrelerine ne de insanlık birikimine bir katkıda bulundukları görülmemiştir. Onlar kendilerine özgü bir hayat da yaşayamazlar. Çünkü bunun için hayata sloganların dar kalıplarını aşarak bakmanız gerekir. Dolayısıyla ikinci el insan olmak, insanın varoluşuyla getirdiği kendini bilme ödevinin reddi anlamına da gelir. Çünkü o ilk başta “düşünmenin” kendisini hayatın dışına atar. Dolayısıyla, “Onlar ayaktayken, otururken veya yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünürler” ifadesiyle, “düşünme faliyetini “hayatın her anı için ertelenemez bir göreve dönüştüren ayetin de uzağına düşerler.