İnkâr sancısı

Bir dizi oyuncusu, 1974 Kıbrıs harekâtı sırasında askerliğini yaparken 10 kadar Rum öldürdüğünü söyleyince kopan kıyameti gördük. Meğer kendine övünme payı çıkacağı umuduyla söylediği bir yalanmış bu; çarpışmadan korktuğunu belli ettiği için askerliği süresince kendisine kantinde papates ayıklatılmış...

Adının 'yalancı'ya çıkmasına, dizilerde hep en cesuru oynadığı halde 'korkak' tanınmaya razı olarak söylediğinden çark etmesi herhalde pek kolay olmamıştır...

Önceki akşam 'Güz Sancısı' filminin gündeme taşıdığı 6/7 Eylül (1955) olaylarının tartışıldığı bir televizyon programına katılan iki eski devlet görevlisi de kendilerine mal edilen söylem ve eylemleri inkâr ettiler...

Batı Trakya kökenli olan, Yunanistan'da hapis yattıktan sonra Türkiye'ye gelmiş, Emniyet'te üst düzey görevler yapmış, sonunda valilikten emekli olmuş; 6/7 Eylül olayını, Atatürk'ün Selânik'teki evine onun attığı bombanın başlattığı konuyla ilgili neredeyse bütün kitaplarda geçen bir bilgi. Emekli vali, kimselere mal edemediği bombalama eylemi için, açıkça “Ben yapmadım” dedi.

Orgeneral rütbesiyle emekli olmuş diğeri ise, bir meslektaşa “Kıbrıs harekâtında başarılı olduysak, oraya simitçi, ayakkabı boyacısı kisvesiyle gönderdiğimiz Özel Harp elemanları sayesindedir “ ve “6/7 Eylül muhteşem bir Özel Harp olayıydı” demesiyle ünlenmişti. O da yayına bağlandı ve “Ben böyle bir şey söylemedim” diyerek kendisine mal edilen sözleri inkâr ediverdi.

“Olaylarda kimse hayatını kaybetmedi, öldü denilenler o gün eceli gelen Rumlar'dı” hüküm cümlesini duyunca, tartışmanın gittiği yönün, bir süre sonra “Aslında 6/7 Eylül diye bir olay da olmadı” noktasına kadar varabileceğini düşünüp ekranı kararttım.

İlginç insanlarla birarada yaşıyoruz. Kimi, vaktiyle söylese bir anlam taşıyabilecek önemli itirafları yıllar sonrasına erteliyor birlikte yaşadığımız insanların... Bir yıl kadar önce, Kenan Evren başta olmak üzere birkaç üst düzey eski komutan 'PKK'ya karşı mücadele' sürdürülürken yapılan hataları itiraf ettiler... Her şey olup bittikten ve onların uygulattığı ya da uygulanmasını sağladığı yanlış politikalar yüzünden nice bedeller ödendikten sonra...

Bir bölüm ilginç insan ise, içinde yer aldıkları, ya da kahramanı oldukları olayları, aradan bunca yıl geçmesine, olaylar kendilerinin söylem ve tavırları sebebiyle farklı bilinmesine rağmen, şimdi değişik yansıtmayı yeğliyorlar.

6/7 Eylül'de yaşananlar hiç olmamış sanki... Kışkırtılmış yığınlar azınlıkların yaşadıkları semtlerde taşkınlık yapmamış, yakıp yıkmamış, talana kalkışmamış, insanların canını acıtmamış, 24 saat boyunca İstanbul'u 'korku' teslim almamış...

Peki de, o olaya adları bir biçimde karışmış olanlar, sonraki yıllarda kaydettikleri meteorik ilerlemeleri neye borçlular? Batı Trakya'da onca iyi eğitimli genç varken neden yalnızca 6/7 Eylül sanığı ülkemizde valiliğe kadar yükseldi? Düzenleyen derneğin yöneticileri, olanı abartarak veren AA muhabirinin eşi, gazetesine özel baskı yaptıran patron, gazetenin birinci sayfasını pabuç gibi harflerle kışkırtıcı habere ayıran yazı işleri müdürü? Hepsi, hepsi sonradan yükseldiler...

Onlar da, yaptıkları ne zaman yüzlerine vurulsa, “Ben yapmadım, o yaptı” kıvraklığıyla konuyu savuşturmaktalar.

Özel harpçi orgeneralin sözleri yalnızca ilk çıktığı Tempo dergisinde (9-15 haziran 1991, s. 24-27) durmuyor, oradan Emin Çölaşan'ın önsöz yazdığı birkaç baskı yapmış bir kitaba ('Tanksız Topsuz Harekat', Tekin Yayınları, 1991) ve sonra da sayısız yayına geçti.

Nice yıllar sonra gelen “Ben söylemedim” inkârıyla ne değişmiş oldu?

Dizi oyuncusunun keskin dönüşü için makul sebep bulunabilir de, valilik yapmış, orgeneral rütbesine ulaşmış insanlar için yıllar sonra gelen 'inkâr' hayli tuhaf kaçıyor.