Aynı kömür işletmesinde dört gün arayla iki göçük olur mu, ilk faciada iki kişinin hayatını kaybetmesinden sonra bunun nedeni araştırılmaz, o neden bulunana ve düzeltilene kadar çalışmalar durdurulmaz mı?
Şatlar değiştirilmeden çalışmalara devam edilmesi halinde yeni insanların öleceği hiç akla gelmez mi?
Şu son on günde art arda gelen kazalarda ölen işçilerin sayısına bir bakın.
Ankara’daki patlamalar, Elbistan’daki göçükler...
Devleti, insandan önemli bulan bir anlayışın tarihimiz boyunca devam eden kanlı tefrikasının yeni halkaları bunlar.
“Faili meçhul” denen devlet cinayetlerini soruşturmaya daha yeni başlıyoruz.
Bazen devlet bizzat öldürüyor, bazen devletin aldırmazlığıyla ölüyor insanlar.
Bütün hukuk sistemimiz “devleti korumak” üzerine kurulmuş, devleti ya da bir devlet kurumunu eleştirmek yasaklanmış, hâlâ 301. Madde gibi bir rezalet var.
İnsanları koruması için kurulan devlet sadece kendini koruyor ve kendini korumak için vatandaşlarını ölüme bırakmayı da mubah görüyor.
Devlet bu kadar önemsenince de siyaset, devleti yönetmek isteyenlerin kendi aralarındaki anlamsız bir yarışa dönüyor.
İnsan faktörü, insanın değeri, siyaset kavgasında kendine çok az yer bulabiliyor.
“İnsan” diye başlayan kaç nutuk dinlediniz?
Bir de düşünün, “devlet” diye başlayan kaç nutukla karşılaştınız?
Türkiye’de, “insan, devletten daha önemlidir” diyen bir muhalefet yok.
Daha doğrusu Türkiye’nin içinde böyle bir muhalefet yok.
Bu muhalefet, Türkiye’ye dışarıdan yapılıyor.
Avrupa Birliği, bir örgütten öte bir anlayışı temsil ediyor, bu anlayış “insanın en kutsal değer olduğunu” söylüyor, insanı devletten daha değerli buluyor.