Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül dün (10 Mart) resmi bir toplantı için İrana gitti.
Uçağa binmeden önce yaptığı konuşmadan Sayın Gülün İranda, İran devlet yönetimine, ABD ile olan ilişkilerin biraz düzelmesi için mesajlar da taşıyacağı anlaşıldı.
İçinden geçtiğimiz ilginç ulusal ve uluslararası konjonktürde İranın hem bizle hem daha da önemli olmak üzere batı dünyasıyla ilişkilerini düzenlemesinin, iyileştirmesinin bizim için önemi sanıldığından da çok büyük.
Ülkemizde aklı başında denebilecek insanların yaklaşık tümü 29 Mart seçim sonrasının önemini kavrıyor ve bu süreçte demokratikleşme, sivil-asker ilişkilerinin normalleşmesi, kürt meselesinin çözüme kavuşması, tümüyle yeni bir anayasanın yapılması konularının ciddiyetine vurgu yapıyorlar.
Ama aynı aklı başında insanların maalesef daha az bir kısmı bu temel ve çok önemli hedeflerin yaşama geçirilebilmesi için AB sürecinin önemini, daha doğrusu kaçınılmazlığını vurguluyorlar.
Demokratikleşme, sivil-asker ilişkilerinin normalleşmesi, kürt meselesinin belirli bir çözüme kavuşturulması, yeni bir anayasanın yapılması vs. önemli, hem de çok önemli ama bu ülkenin iç dinamiklerini iyi bilen birisi için bu hedeflerin gerçekleşmesi AB tam üyelik süreci olmadan İMKANSIZ.
Kim bunun tersini söylüyorsa, ya kendini ya da bizleri aldatma hevesinde demektir.
İşte bu çok önemli konjonktürde İran meselesi ülkemizin AB tam üyelik perspektifinin tam da merkezine oturmuş gibi görünüyor.
Türkiyenin Ortadoğu üzerinden küresel etkinliğini arttırmasında (çok önemli) gerginliklerden, kutuplaşmalardan ziyade ortaklıklardan medet ummalıyız diye düşünüyorum.
Doğrudur, İran-ABD ilişkileri Bush döneminde olduğu kadar kötü sürerse Türkiyenin ABD için önemi artabilir.
Ancak, Tahran-Washington ilişkilerinin Bush sonrası beklenmedik bir iyileşme sürecine girmesinin Türkiyeye, özellikle AB tam üyelik perspektifinde yararı çok daha fazla olabilir.
Seneler önce Cengiz Çandarın çok ustaca yaptığı bir formülasyonu burada mealen tekrarlamak istiyorum; AB Türkiye için temel hedeftir, Kıbrıs ya da başka meseleler bu hedefe ulaşmada birer alettirler.
Tüm dünyanın içine sürüklendiği global ekonomik kriz ortamında İran ve bölgesinin enerji kaynakları Avrupanın tümü için düne oranla çok daha önemli hale gelmiştir; Rus gazına alternatif kaynak demek bir ölçüde daha ucuz ve süreklilik arzedebilecek bir enerji beslenmesi anlamına gelebilir.
Bu çerçevede İran ve bölgesinden Türkiye üzerinden Avrupaya bağlanacak Nabucco enerji hattı hem Avrupa, hem İran, hem de Türkiye için çok yaşamsaldır.
Ancak, bu projenin hayata geçmesi ve sürekli olabilmesi İranın batıyla bugünküne oranla çok daha yakınlaşmasına bağlıdır.
İranın batıyla daha iyi ilişkiler kurması hem kendisi, hem ABD, hem Ortadoğu barışı için de çok önemlidir.
Ama şayet Türkiyenin daha zengin, daha özgür ve daha güvenli geleceğini AB üyeliğinde görüyorsak İranın batıyla, özellikle ABD ile yakınlaşması galiba bizim için herkesten önemlidir.
Nabucco meselesi de Türkiyenin AB hedefinde her geçen gün daha önemli hale gelmektedir.
Sevgili arkadaşım Cüneyt Ülsever İranın ABD ile ilişkilerini düzeltmesinin bizim için olası sevimsizliklerini vurgular idi.
Obama döneminde ve AB-Nabucco perspektifinde acaba hala aynı görüşünü muhafaza ediyor mu?