Muhammed İkbal, “Persliler mi İslâmlaştılar, İslâm mı Persleşti?” diye bir soru sorar ve verdiği cevap, “İslâm, Persleşti” şeklinde olur.
Özenle dikkatinizi çekmek istediğim, meselenin püf noktası şu burada: İkbal, entelektüel olarak İranî düşünce geleneğini çok iyi bilen hem de bu düşünce geleneğinin gölgesinde, yoğun etkisi altında olan bir düşünürdür.
ÖZ-ÜLKE’NİN YİTİRİLİŞİ VE YOK-ÜLKE’NİN MAYINLI ARAZİLERİ…
Yeni Şafak’ı kurduğumuz 1994 yılından bu yana işlediğim en temel meselelerden biri, iki asırdır yaşadığımız medeniyet krizinin en yıkıcı sonuçları olarak Ehl-i Sünnet Omurga’nın çökertilmesi, heterodoks akımların, özellikle de Şia’nın, Vehhâbîliğin, dolayısıyla hâricî mantığının, neo-selefî akımların önünün açılması sorunudur.
İslâm dünyası iki asırdır fiîlî ve zihnî bağımsızlığını yitirdi, bütün toprakları işgal edildi, sınırları paramparça edildi, mayınlı alanlar, ürpertici çatışma alanları icat edildi, her yer patlamaya hazır bomba hâline getirildi!
Emperyalistler, özellikle İngilizler ve ardından gelen Yahudiler, (özelikle Amerika’daki Yahudiler), bu sorunlu alanlardaki siyasî mayınları, mezhebî, kabilevî mayınları patlatıyorlar yeri ve zamanı geldiğinde.
Tam da bu tür sebeplerle “İslâm dünyası” diye bir yer yok, demiştim.
Yok; çünkü iki asırdır İslâm dünyası, köle. İslâm’ın hâkim olduğu bir dünya değil, sömürgecilerin hâkim olduğu bir dünya: İki asırdır önce fiilen sonra da zihnen işgal edilen bir yok-dünya, iradesi hadım edilmiş, entelijansiyası celladına âşık edilmiş, kitleleri Batı’nın popüler kültürünün kölelerine dönüştürülmüş canlı cenaze!
Öz-ülkesini yitirmiş, insanların oraya buraya sürüklenerek yaşadıkları bir Yok-Ülke.
O yüzden zihnen köleleştirildikleri için halklarının iradesi yok edildi ve emperyalistler kolayca çeki düzen veriyor. İstediği yeri işgal ediyor, istediği ülkeyi içerden karıştırıyor, istediği lideri alaşağı ediyor…
Sadece Irak işgalinden sonra Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Afrika ve Asya ülkelerinde yaşananlara bakmak kafi sadece İslâm dünyasının değil, Batı dışındaki bütün dünyanın halklarının özgürlüklerinin medyalar, sosyal medyalar yoluyla nasıl buharlaştırıldığını görmek için!
Batılılar, ne yaptıklarını, neyi, niçin yaptıklarını çok iyi biliyorlar ama biz başımıza ne geldiğini, nasıl bir yok oluş felâketi yaşadığımızı, neyi yitirdiğimizi, nasıl celladına âşık edilerek tanınamaz hâle getirildiğimizi bilmiyoruz bile!
Yeterince ürpertici değil mi bu?
İSLÂM DÜNYASINI BEKLEYEN İKİ BÜYÜK TEHLİKE!
İslâm dünyasını bekleyen iki büyük varoluşsal tehlike var.
Birincisi, İslâm dünyasının içerden çökertilmesi. Bunu öncelikle sözkonusu mayınlı alanları patlatarak gerçekleştiriyor emperyalistler ve içerdeki uyduları veya devşirmeleri.
İkincisi de, İslâm’ın içerden “çökertilmesi”. İslâm’ın kurucu kaynaklarıyla, yani Kur’ân’la ve Sünnet-i Seniyye ile irtibatın sakatlanması ve zamanla koparılması. O yüzden Batılı oryantalistlerin ve onların uzantısı hatta kuklası reformistlerin hedefleri, Peygambersiz İslâm gibi projelerle önce Hz. Peygamberin (sav) konumunu tartışmaya açmaları, sonra da Kur’ân’ın daha net bir şekilde saldırıya açık hâle getirilmesi.
İslâm dünyasının içerden çökertilmesi projesiyle, Sünnî Dünya ile Şiî dünyanın karşı karşıya getirilmesi ve Şiîlerin önünün açılması hedefleniyor.
İKİ ŞİÎ HİLALİ VE TÜRKİYE’NİN KUŞATILMASI
İran, iki Şiî hilali çekti.
Birinci Şiî Hilali, kültürel: Pers-Şiî kültürü bütün Türk cumhuriyetlerine yerleştirilmiş durumda.
İkinci Şiî Hilali, siyasî: Arabistan Yarımadası kuşatıldı.
Ama en büyük kuşatma Türkiye’nin güneyinde, Irak ve Suriye’ye Şiîler yerleştirilerek yapılıyor. Türkiye’yi bekleyen ne büyük tehlike güneyimizdeki Şiî kuşatmasıdır. Bu kuşatma, Amerikalılar, Ruslar ve Yahudiler tarafından açıkça destekleniyor.
Türkiye, tehlikeyi gördü ve burada oyuna gelmedi: Rusya ve İran’la Astana Süreci’ni başlatarak bu kuşatmayı yarmayı başardı.
Şunu söylüyorum: Türkiye, görünüşte Batı ittifakının bir üyesi ama bütün kurumlarında dışlanıyor; yetmiyor, darbe üstüne darbe yiyor. Buna rağmen Türkiye, olup bitenleri gördüğünü gösteriyor ve oyunlarını bozuyor her defasında. O yüzden Türkiye’nin Batı ittifakından bir süre daha kopmaması gerekiyor; yeri ve zamanı gelince biz kendi ittifakımızı kurarız.
Ama öte yandan, İran Batı ittifakının bir üyesi değil ama Batılı süpergüçlerle stratejik anlaşmalar imzalıyor.
Dikkatinizi çekerim: Televizyonlarda konuşan ve “İran’ın, Batı’nın düşmanı” olduğu masalını temcit pilavı gibi tekrarlayıp duran uluslararası ilişkiler profesörleri gerçekten olup bitenleri kavramaktan çok uzaklar.
İran, görünüşte, Batı’nın düşmanı ama gerçekte Batı’nın gerçek müttefiki: Kime karşı? Bin yıldır Sünnî dünyanın kurucu ve koruyucu aktörü Türkiye’ye karşı.
Türkiye, görünüşte, Batı’nın müttefiki ama gerçekte Batı’nın gerçek düşmanı. O yüzden Türkiye’nin etrafı sürekli kuşatılıyor karadan ve denizden, Ege’den ve Güney’den.
Şunu unutmayacaksınız: Batılılar, Şiîliğin güçlenmesinin önünü sonuna kadar açtılar iki asırdır. İslâm düşüncesi, sanatı ile ilgili en önemli metinler hem Şiîliği öne çıkaran metinler hem de Şia’yı. Şu noktaya gelecekler: “İslâm, Şiilerin eseridir”, “Sünnîlik, zorbalık, diktatörlük, barbarlık üretiyor sadece” diye bir algı icat ve inşa ediyorlar özene bezene…
İslâm dünyasında Sünnîlerin İslâmî ilkeler ışığında bir devlet kurma girişimlerine aslâ izin vermediler: Mursî’yi mahkemede canlı canlı öldürdüler! Bu kadar aşağılık ve barbar bu Batılılar ve uyduları Batıcılar aslında.
Oysa İran’da Şiî anlayışa dayalı bir İslâm devleti kurulmasına gözyumdular, şu an bu devleti Türkiye’nin güneyini kuşatacak şekilde Irak’a ve Suriye’ye yerleştiriyorlar.
Biz dün Haçlılarla savaşırken Şia bizimle savaştı. O kadar ileri gittiler ki, Salahaddin Eyyûbî taa Tunus’a kadar kovaladı Şiîleri.
Şimdi de aynı oyun tezgâhlanıyor: İslâm dünyası, özellikle de İslâm dünyasının tarihî kurucu lideri Türkiye, Şia üzerinden kuşatılıyor.
Çok tehlikeli bir oyun bu: Türkiye bu oyunu gördü ve aslâ mezhep çatışmasına yol açacak bir yol izlemeyecek, İran’la karşı karşıya getirme girişimlerini püskürtecek.
Bunun yolu, İran’ın orta vadede Suriye ve Irak’tan defedilmesidir. Bunun için zekice stratejiler geliştirmek ve çok seçenekli dış politika stratejisini zenginleştirmek zorundayız.