İslam Konferansı, Arap Birliği, Afrika Birliği, D-8, Bölgesel İşbirliği Konferansı falan. Tamam, BM’de iş yok da, bu örgütlerde iş var mı? Bunlardan hangisi konuyu görüşmek üzere olağanüstü toplandı. Sanırım aslı kurulmasın diye bunları kurmuşlar. Varmış gibi duruyorlar ama yoklar.
Bari def-i mazarrat babında, hepimizin işine yarayacak bir şey yapalım. Savunma İşbirliği Konferansı’ndan söz etmiyorum. “İslam Barış Gücü”nden söz ediyorum. Çatışma alanlarında barışı koruyacaklar, bir de afet bölgelerinde insani yardım faaliyetlerin bulunacaklar. 3. bir görevleri de, İslam ülkelerinde oluşturulacak “Mülteci kampları”nın yönetimini üslenecekler.
Çatışma bölgeleri dışında bu kişilerin silah kullanmalarına da gerek yok. Yani “vicdani red”çiler için de bir çözüm olur. Ayrıca Barış Gücü tabii olarak Kızılay ve insani yardım örgütleri ile birlikte çalışacak. Dolayısı ile bu yapı, bu alanda koordinasyon, oryantasyon, organizasyon, optimizasyon ve senkronizasyon eş güdümünü de sağlayabilir.
Bu herkesin lehine. Çatışma alanında Barış Gücü, kadın, yaşlı ve hastaların barınmalarını sağlarlar, kampları denetlerler. Afet bölgelerinde insani yardım faaliyetlerinde bulunurlar. “İslam Barış Gücü” bu anlamda sadece İslam ülkelerinde değil, tüm dünyada, afet bölgelerinde insani yardım faaliyetleri organize eder.
İnsani yardım faaliyetlerine hız ve ekonomi sağlarlar, teknik donanım ve imkân sağlarlar, bunların verimli bir şekilde kullanımını temin edenler. Bu anlamda İK envanteri çıkartılır, eğitim verilir ve onlara erişim kolaylığı konusunda diplomatik danışmanlık hizmeti verilir. Kampa alınan kişilerin eğitim, sağlık, iaşe-ibade, istihdam imkânları sağlanır. Bunların yurtlarına dönmeleri ya da uygun profillerin kamplarda ya da ihtiyaç duyulan bölgelerde üretken hale getirilmesi sağlanır. Bir kısmı bu Barış Gücü içinde istihdam edilir.
Bakın ibadetin çok olanı değil, sürekli olanı makbul.
Türkiye’ye bazı sığınmacılar geliyor, kim olduklarını bilmiyoruz. Kabul etsen bir türlü, geri göndersen bir türlü. Bu güce katılan ülkelere bir mülteci akını olursa, doğrudan bu kampa yönlendirilirler. Onların kimlik tespiti yapılır. Hakkında istihbarat toplanır, sorunu çözülmeye çalışılır. Bunların diğer ülkelerde akrabaları olup olmadığı araştırılır ve temasları sağlanır. Vancover / Kanada, ya da Avusturalya gibi göç kabul eden ülkelerle mülteciler arası takas da yapılabilir.
Mesela Libya ve Kazakistan gibi ya da nüfus/toprak endeksi ve profili uygun ülkelerde büyük kamplar ve kamplara dayalı üretim tesisleri kurulabilir. Buralardaki tarım ve endüstriyel üretimler yine insani yardım ve afet bölgeleri için kullanılabilir. Her ülke nüfus ve toprağına göre, kısmi geçici mülteciler için aktarma kampları kurabilir.
Bu insanların yurttaşlık ve kimlik sorunları “Haymatlos” olarak yeniden ele alınarak çözümlenmesi ve geldikleri ülkelerdeki mal ve hukuki hak ve sorumlulukları açısından yardımcı olunabilir. Kuşkusuz suçlu, kriminal risk taşıyanlar, kampta yargılanabilir ya da ilgili ülkeye teslim edilebilir.
Bakın, İstanbul depremi kapıda. Buna bizim ihtiyacımız var. Bölgede sorunlar bitmiyor, artıyor. Bundan sonra, daha uzun bir süre savaş, terör, darbe, tabii afetler giderek artacak. Vakit geçirilmeden bu konuda bir adım atılmadı.
İslam Konferansı, Arap ve Afrika Birliğini işe karıştırmadan, İslam ülkeleri, Türk dünyası, Osmanlı Milletler Topluluğu, Hilafete bağlı topraklar içindeki devletlere bu konuda çağrı yapılabilir ve katılanlarla “İslam Barış Gücü” kurulabilir. İstiyorlarsa bu örgütler, BM, bu anlamda milletlerarası bir takım kuruluşlar gözlemci olarak bu çalışmalara katılabilirler, destek verebilirler.
Bu aslında İslamofobya’ya karşı da güzel bir cevap olacaktır. “İslam ve Barış” kelimeleri aslında aynı kökten geliyor. Bunu bu şekilde dünyaya duyurmuş, anlatmış oluruz.
Bu dünyada sadece yaptıklarımızdan değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğiz. Dullar, yetimler, yurtlarından çıkartılmış, yolda kalmış, kimsesiz insanların “kimse”si olmak Müslümanlar için farz-ı kifaye’dir ve unutmayalım ki, bizler âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberiz ümmetiyiz. Bu anlamda bütün insanlığın hizmetinde olacak böyle bir sorumluluk bizim için imani bir konudur. Yoksa namazlarımız bile kabul olmayacak, bunu bilelim.
Sadece şikâyet etmekle bir yere varamayız, çözüm üretmek zorundayız. Unutmayalım ki, karanlık aydınlığın yokluğudur. Işık gelince karanlık yok olur.
Sahi, bizim Kızılay, AFAD, İHH, Uluslararası Mülteci Derneği niçin “Milletlerarası bir göç konferansı” düzenlemez. Siyasi bir kampanyaya dönüşmemeli bu iş. “Yapıyormuş” gibi de yapmamalı.
Bakın Lübnan patladı patlayacak.
Afganistan konusunda dua edelim. Sonunda orada SSCB tutunamadı, Afgan cihadı SSCB’nin dağılmasına sebep oldu. ABD her türlü fitne ve fesadı örgütledi, ama sonuçta o da tutunamadı. Irak’tan, Suriye’den çıkarken yaptığı gibi, Afganistan’da da arkasında fitne tohumlarını ekip, ülkeyi mayınlı bir tarlaya çevirmek için her türlü melaneti planlayarak gitti. İnşallah, onlar kendi kazdıkları çukura düşerler ve Afgan Müslümanları bu fitneden yakalarını kurtarırlar.
ABD güya uyuşturucu ile mücadele ediyor. Afganistan’ı uyuşturucu cehennemine çevirenler kendileri değil mi. Yıllarca o bölgeyi ellerinde tuttular, niye bu işi bitirmediler!?. Oradan İran, Pakistan ve Türk dünyası, Asya ve hatta Avrupa’yı zehirlemeye devam ettiler.
Bakın bu işi bizler kontrol etmeyecek olursak, ABD, Afganistan’dan götürdüğü Afganlılara Amerikan pasaportu verip, PYD örneğinden olduğu gibi bu bölgede yeniden inisiyatif sahibi olabilirler. Allah, inşallah “içimizdeki beyin sizlerin işledikleri yüzünden helak etmez”.
Uyanık olalım inşallah. Müslümanlar için, mazlumlar için dua edelim.. Cahillerden ve zalimlerden olmayalım inşallah. ABD gitti, birbirimize düşmeyelim ve zalimleri veli edinmeyelim. İstişare ve şuraya önem verelim, işi ehline verelim, rüşvet ve torpilden, ırkçılık / kabilecilik, mezhepçilik fitnesinden uzak duralım. Bizler Müslümanlardanız ve Müslümanlar kardeştir. “Tefrika girmeden bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez”.
Selam ve dua ile.