Kültür, en büyük “küfür”dür, demiştim.
Hayatı ve hakikati öldürdüğü için ölüm hikâyesidir kültür’ün hikâyesi.
İki anlamda en büyük “küfür”dür kültür.
KÜLTÜR, NEDEN EN BÜYÜK “KÜFÜR”DÜR?
Birincisi, hakikatin ve hayatın kültüre, kültürel olan’a indirgenmesi, hakikatin hayata değemeyecek derekeye düşürülmesi, hayatın hakikatle, hakikatin tabiatında varolan ruhla irtibatını koparması, insanın hem hakikatle hem de hayatla ilişkisini sakatladığı hatta belli bir noktadan sonra için imkânsızlaştırdığı için kültür en büyük küfürdür.
İkincisi, kültür, insanın eseridir. İnsanın Yaratıcı konuma yerleşmesi ve mezar kazmaya başlamasıdır.
İnsan, Yaratıcı konumuna yerleştiği andan itibaren eserinin esiri olması mukadderdir insanın. İşte bu durum, kültür’ü en büyük küfür katına yükseltir.
KÜLTÜRÜN ÖLÜMÜ, “ÖLÜM” KÜLTÜRÜ
Çağımızda kültür de sırra kadem bastı. İnsan, büsbütün devre dışı kaldı. Kültür, insanın ürettiği şeydi. Ama çağımıza ruhunu (doğrusu “ruhsuzluğunu”) ve şeklini (şekilsizliğini, her şeyin deforme edilmesi tahribatçılığını) veren şey şu: Popüler kültür hükmediyor dünyaya, insana ve hayata.
Popüler kültür, insanı ayartıyor, baştan çıkarıyor ve nesneleştiriyor. İnsanı insanlığından ediyor, ruhu çalınmış, postası çıkarılmış bir canlı cenazeye dönüştürüyor.
İnsan, popüler kültürün hâkim olduğu bir dünyada, hem kendini, hem düşünme melekelerini hem de hakikati yitiriyor ve sahte’ye mahkûm oluyor, üstelik de ayartıcı bir niteliğe büründürülerek, cilalanıp albenili hâle getirilen SAHTE’NİN kölesine dönüşüyor.
Nedir bu?
“Ölüm” kültürüdür: Hakikatin, mutlak hakikat’in, insanın ve hayatının buharlaşması ve mutlak sahte’nin zaferidir.
DUYMANIN, DÜŞÜNMENİN VE VAROLMANIN TEMİNATI: İSLÂM
İslâm duymayı, düşünmeyi, duymanın ve düşünmenin ötesine açılabilmeyi sunan yegâne kaynak konumundadır. Mahsûsât, ma’kûlât ve mead/öte fikrinin ontolojik olarak varlığını koruyan kaynak İslâm, hayat da İslâm›ın yeşerttiği hayat-dünya’dır.
İslâm›ın, insanın duymasını, düşünmesini ve ötelere kanat çırpmasını mümkün kılan kaynaklara sahip olmasının sebebi, İslâm’ın metamorfoza uğratılamaması, hayatla irtibatını aslâ yitirmemesi, insanın hayatına her dâim değebilecek kadar hakikatin ruhunu diri tutacak bir tabiata, yapıya sahip olmasıdır.
Batı uygarlığı moderniteyle her şeyi kültürleştirdi. Hayatın ve hakikatin içini boşalttı. Hakikat fikri yitirildi. Sahte hakikatler icat edildi. Başka bir ifadeyle, kültür, dinselleştirildi, din-dışı kutsallıklar üreten bir mekanizmaya dönüştü.
Hayat, mekanikleşmeye ve ruhsuzlaşmaya başladı. Normlar yok oldu, ruhsuz formlara dönüştürüldü.
Postmodernlikle birlikte, insan sadece hakikati yitirmekle kalmadı, hakikatin yitirildiği hakikatini de yitirdi. Formlar norm oldu. İmaj her şey oldu. Modernlikle yitirilen Tanrı fikri ve hakikat fikrine ilaveten, postmodernlikle birlikte insanın yitirilmesi de eklendi.
İmaj, aklı tuş etti.
Form normu yok etti.
Şekil ruhu paçavraya çevirdi.
Hız, haz ve ayartı, insanın aklını duygularının esiri etti, özgür iradesini kötürümleştirdi, özgürlüğünü tehdit etti.
Popüler kültür, insanı plastiğe mahkùm etti: Plastiğe yani, hız, haz ve ayartı düzeni dromokrasiye.
BATI UYGARLIĞI, KÜLTÜRÜ DE, İNSANI DA YOK ETTİ
Batı düşüncesi, mantık-merkezcilikle çıktığı yolculuğu, mantığı, aklı, iradeyi, hakikati yok eden bir ontolojik yok oluş yolculuğuna terketti.
Sadece insanlık medeniyet ve düşünce birikimi değil, insanlığın düşünme melekeleri de yok olma tehlikeyle karşı karşıya tarihte ilk defa.
Batılılar, insanlığın medeniyet birikiminin kökünü kazıdılar, insanlığın medeniyet varlığını yok olmanın eşiğine getirip bıraktılar.
Latin Amerika, Afrika ve Asya’nın güney sahillerinin medeniyet birikimi tarihten silindi.
Çinliler, Hintliler düşünme meleklerini kaybettiler. Sadece Müslümanlar hem insanın duyma, düşünme ve tahayyül etme biçimlerini hem de bütün medeniyetlerin varolma haklarını ihlal etmeye kalkışmadılar.
Başka bir ifadeyle sadece İslâm insanın duyma, düşünme ve ötelere ulaşma melekelerini diri ve canlı tutmayı hem de farklı dinlere, medeniyetlere hayat hakkı tanımayı başarmış dünya tasavvurudur.
İnsan düşünme meleklerini yitirdiği zaman, düşer. Ontolojik bir düşüştür bu. Düşen insan, düş görme melekelerini de kaybeder ve ontolojik olarak düştüğü yerden kalkamaz bir daha.
Müslümanların geleceği çok parlak ama o parlak Müslümanlar yok ortalıkta. İnsanın özgürlüğünün teminatı da, varlığının teminatı de, insanlığını be haysiyetini yitirmemesinin teminatı da İslâm’dır. Müslümanlar bunun şuuruna erdikleri zaman şiir, hayatı ve hakikati kavrayacak bir imkân sunacaktır. Allahu a’lem.
Vesselâm.