"Bedevîler «İman ettik» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi."
(Hucurat-14)
İnsanlık tarihimiz boyunca din hep gündemimizde olmuştur. Daha çok, ruh dünyamızı inşa etmesi yönünde algılasak da aslında dış dünyamıza da hem doğrudan hem dolaylı nüfuzu söz konusu…
Bilhassa ilahi kaynaklı dinler… Aynı kaynaktan filizlendikleri için tahrip ve tahriflere rağmen özünde benzerlikler barındırır. Bunlardan son din olan İslam, tahrip ve tahrifleri izale ederek Rabbin garantörlüğü altında ilânihaye orijinaliyle muhafaza altında tutulması yönünden çokça kıymetlidir.
İslam dini, kaynakları itibariyle muhafaza altında olsa da müntesiplerinin orijinlerindeki çatırdamalar İslam ile Müslüman’ın tam olarak örtüştürmesine mani olmaktadır.
Günümüzde Müslümanlara ve medeni vaziyetlerine baktığımızda dinimizin referans kaynakları ve onun salık verdiği mesajlardan maksimum derecede farklılıklara şahit olabilmekteyiz. Batı dünyasının kasıtlı bir şekilde İslam ve terörü eşdeğer gösterme çabalarına karşın aslında Müslüman toplumların da bu çabaya pekâlâ eşsiz numunelerle katkı sağladıkları da yadsınamaz bir gerçektir.
Doğrusu mütedeyyin ve ilahiyat uzmanı biri değilim ama tam otuz dört yıllık bir Müslüman olarak bu hususa dair Rabbimden aldığım mesaj şudur;
"Ben sizi yalnız bana ibadet edesiniz diye yarattım." İfadesince varlık sebeplerimizin başlıcası Rabbimiz’dir. Rabbimiz bize bir irade vermekle birlikte; "Ey kulum, sana verdiğim fikir ve işaretlere bakarak Beni bul ve Beni Rabb olarak tanı. Hayır verdiğimde şükrünü bil, şer verdiğimde sabrı hatırla. Şükründe de sabrında da Ben varım. İbadetinle irtibatını koru ki ben seni cehennem için değil, cennet için yarattım."
Peygamberlerin ve dinlerin başlıca varlık sebebi ise bireyin kendisi ve toplumsal vaziyet ve vazifelerimizdir. Rabbimizi tanıma ve anlamaya yönelik işaretler, ibadetlerimiz, ihtar ve müjdelerin bizlere bildirilmesi bakımından din önemli olmakla birlikte dinin asıl ve en önemli fonksiyonu bireyi ve toplumu insanlık kıvamına en yakın noktada tutmaktır. Ana rahminden ahrete intikale kadar bütün ömrühayatımızın medeni ve insani çizgiden ayrılmama adına çok kıymetli bir referanstır din.
Neden İslam her yönden gelişmiş bir medeniyet toplumuna değil de her yönden azmış ve çirkef bir toplum olarak nitelenen Cahiliye devri Araplarından doğdu. Çünkü dinin asıl varmak istediği nokta sırat-ı müstakimdir, yani dosdoğru yoldur. Neticeye bakın, ne oldu? O cahiliye toplumundan "Onlar gökteki yıldızlar gibidir, hangi birinin arkasından gitseniz yolunuzu şaşırmazsınız" noktasına gelen insanlığın örnek şahsiyetleri çıkmıştır. Mesela öz kızının katili Ömer’den Dicle’nin kenarında kurdun avı olan koyun için gözyaşı döken adalet timsali Hz. Ömer doğmuştur. Bu insanlar sırf Rablerine durmaksızın ibadet ettikleri için yıldız olmamışlar, onlar iç ve dış dünyaları ile hakiki manada insan olabilmenin örnekleri oldukları için yıldızdırlar.
Biri çıkıp da kendi çürümüş ve münafıklaşmış Müslümanlığını işte İslam budur diye içinde çirkefliği, vicdansızlığı, cahilliği, terörü, caniliği, tecavüzü, ilkelliği, bencilliği, düşmanlığı, nemelazımcılığı temsil ediyor ve gösteriyorsa vay onun haline.
Eğer hesap gününde ben Müslüman’ım diyen birinin cehenneme girmeme garantisi varsa ben yanlış düşünüyorum. Fakat aksi söz konusu ise şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ölçüt; Müslümanlığa göre İslam değil, İslam’a göre Müslümanlıktır. Ve Müslümanlık ile İslamiyet birbirlerine eşit değillerdir.
Peki gerçek İslamiyet’i anlama ve yaşama noktasında yol nedir? Yol şudur; "Size iki şey bırakıyorum. Onlara sarıldıkça asla yolunuzu şaşırmazsınız. Onlardan biri Kur’an, diğeri benim sünnetlerimdir."
Peki biz ne kadar Müslüman’ız? Şöyle tersten cevap vereyim, cehennemde ne kadar Müslüman lakaplı kişi varsa o kadar gerçek manada Müslüman değiliz.
Son söz; İslam olmak insan olmaktır.
Rabbim sonumuzu hayreylesin… (Amin)