Kriz demek üretimin büyük ölçüde düşmesi ve buna bağlı olarak da işsizlik demek.
Resesyona objektif bir tanım yapılıyor, bir ülke ya da bir bölge (avro bölgesi gibi) iki çeyrek arka arkaya negatif büyürse resmi olarak resesyona girdiği söyleniyor.
Bu berbat durum kalıcılık arzetmeye başlar, negatif büyüme oranları büyür ise de krizin derinleştiğini söylüyoruz.
Bu sürecin insani açıdan en acı yanı da yüksek işsizlik oranları.
Tarihsel kriz deneyimlerine, iktisat biliminin diğer toplumsal bilimlere oranla geldiği daha ileri düzeye rağmen bu durumlarda, krizin derinleşmeye başladığı süreçlerde ne yapmamız gerektiğini çok iyi bilmediğimiz anlaşılıyor.
Bu durum, bu çaresizlik hissi ve davranışı sadece Türkiye ile de sınırlı değil, çok daha kapsamlı bir durum.
2008 krizinin patlaması sonrası bütün gelişmiş ülkelerde yapılanlar aynı ve itiraf edelim çok itimat telkin edici de değil.
Krize önlem olarak bütçe açıklarından geçmeyen bir öneri henüz formüle edilemedi.
Her önerilen önlem mutlaka bir biçimde vergi ya da kamu harcamalarını ilgilendiriyor ve doğal olarak da vergileri azaltmayı, kamu harcamalarını arttırmayı kapsıyor.
Bu çok verimli görmediğim tartışmanın en sofistike (!!!) gibi duran tarafı sadece vergi indirimlerinin mi, yoksa kamu harcamalarının mı daha etkin sonuçlar vermeye aday olduğu konusu.
Yukarıda belirttiğim gibi tüm bu sözde önlemler mutlaka kamu bütçesinden geçiyor ve büyük açıklar öngörüyor.
Haklarını yemeyelim, bir de faiz oranlarını sıfırlamaya yönelen önlem var ama hem bu önlemin sonuna gelindi, hem de yaklaşık sıfır faiz düzeyi çok kısa süre sonra bütçe açıklarıyla beraber büyük bir gerilim çıkaracak, sürdürülebilir olmaktan çıkacak.
Doğrudur benim de aklıma pek birşey gelmiyor ama dünyanın en büyük ekonomistleri de bütçe açığından geçmeyen bir öneri şimdilik ortaya koyamadılar.
Doğrudur, bu önlemler çok kısa vadede bir kıpırdanma yaratabilir, ABD bütçesinin 2009 senesinde yüzde onu aşacak bütçe açığı verme ihtimali sonrası ABDde işsizliğin artış hızında bir azalma görüldü bile, tarım dışı istihdam verileri aylık yeni işsiz sayısının artış hızında çok küçük bir düşme bile gösteriyor.
Ama iktisatçıların kendi aralarında bile konuşmaktan çekindikleri başka bir konu daha var.
Bütçe açığı çekişli istihdam kıpırdanması olabilir, üretilen her birim bütçe açığı belirli miktar istihdamı KISA VADEDE yaratabilir; birileri de bir yangın yaşandığını, bu ortamda tek vadenin kısa vade olduğunu da söyleyebilir.
Ancak, ABDde milli gelirin yüzde onunu aşacak (2 trilyon dolar), avro bölgesinde de büyük ülkelerin bütçelerinin yüzde altısını mutlaka çok geride bırakacak (AB düzeyinde toplam 1.5 trilyon avroya yaklaşacak) bütçe açıklarının kısaya çok yakın bir orta vadede özel tüketimi, yatırımları olumsuz etkileyeceği kesin.
Ve dünya bu bütçe açığı- faiz patlaması şokuna sıfıra yakın düzeylere çaresizlikten çekilmiş faiz oranlarıyla yakalanacak.
Bugün, kısa vadede bir birim istihdam yaratacak belirli oranda bir bütçe açığı kısaya çok yakın bir vadede bir birimden çok daha fazla işsizlik yaratmaya da aday zira küresel fonların bu kadar daraldığı dünyada sadece ABD artı ABnin üreteceği dört trilyon dolara yakın bütçe açığının nasıl finanse edileceği bilinmiyor.
Birileri hem ABD hem AB merkez bankalarının para basma ihtimallerinden bile bahsediyor; seyreyleyin siz o zaman gümbürtüyü.
Bu krizde en çok merak ettiğim mesele muazzam boyutlara çıkacak bütçe açıklarının nasıl finanse edileceği, faizlerin ne kadar yükseleceği.
Ve işte o zaman da işsizlik belasıyla nasıl mücadele edileceği.
Talep canlanırsa artan talep arttıracağı vergilerle bütçe açıklarını da kapatır savı bana biraz yetersiz geliyor doğrusu.
Doğrudur, Türkiyede hükümet krize karşı erken önlem almamıştır ama ne önlem alacak idi sorusu da ortadadır.
Bugün belki bir kişiye iş sağlayacak bütçe açığı (yüksek faizler) hemen yarın üç kişiyi işinden edecektir.
Bilinçli olmadığı malum bir eylemsizlik belki de en hayırlısıdır.