Türkiye büyüdü, güçlendi, uykudan uyandı, yüzyıllık denetimden kurtulma mücadelesi başlattı.
Bu bir devrimdi, büyük dönüşümdü, bin yıllık tarihin en önemli kırılma noktalarından biriydi.
Çünkü “üç büyük şok dalgası” yaşamıştı bu topraklar: Haçlı Savaşları ile yakılıp yıkılmış ama hemen ardından müthiş bir sıçrama yapmıştı.
Moğol istilasıyla yokluğun eşiğine getirilmiş, hemen ardından tarihin en büyük atılımlarından birini yapmıştı.
Birinci Dünya Savaşı “üçüncü büyük şok dalgası”ydı. İlk ikisinden sonra yepyeni zafer tarihleri başlatan coğrafya, Atlantik'ten
Pasifik kıyılarına kadar bütün umutları öldüren, “İslam ümmeti bitti” dedirten “üçüncü şok”tan kurtulmak için yüz yıl bekledi.
Üçüncü büyük yükseliş: Türkiye neden tehdit!
Ve o yüzyılın sonuna geldik. Bizim için kayıp yüzyıl olan 20. asrın sonunda üçüncü büyük sıçrama dalgası başladı, gelişti, büyüdü, meydan okur bir hal aldı. İşte biz, bu yükseliş döneminin nesliyiz.
Hemen ardından geleneksel dostlarımızın ve geleneksel düşmanlarımızın aynı cepheden ateş etmeye başladığını gördük. Müttefiklerimiz en keskin öfkelerini açıkça gösterir oldu.
Türkiye'yi çevreleme harekatı başlatıldı. Çünkü Türkiye uyanırsa, ayağa kalkarsa coğrafya uyanacak, ayağa kalkacak, o emanet rejimler üzerinden ülkeleri, kitleleri kontrol imkanı kalmayacaktı.
Türkiye hem kendi devrimini yönetiyor hem coğrafyayı ayağa kaldırıyor, coğrafyanın unuttuğu o gururlu dünya ile ilgili hafızayı canlandırıyordu.
Tehdit ilan edildi. Bu yürüyüş, bu değişim, bu mücadele durdurulmalıydı. Türkiye durdurulamazsa coğrafya elden çıkacaktı. Bölgenin güç haritası değişecek, tarihin akışı yön değiştirecekti.
Ülkeyi bu yola sokan, bölgeyi bu yola yönlendiren o siyasi akıl en büyük tehlikeydi ve tasfiye edilmeliydi. Yerli olan direnç noktaları tahrip edilmeli, ülke yeniden yönetilebilir alana çekilmeliydi.
İlk darbe girişimi Gezi ile başlatıldı
Dışarıdan “çevreleme”, içeriden “müdahale” dönemi başlatıldı.
İlk senaryo Gezi isyanı oldu.
Çevrede kalmış bütün muhalif kesimler, marjinal yapılar, terör örgütleri bazı siyasi partilerin de desteğiyle tek çatı altında toplandı. Son derece yabancı, Türkiye ile hiç alakası olmayan bir isyan diliyle sokak terörü birlikte harekete geçirildi. Alevi çevrelerin oyuna dahil edilmesi planlandı.
Sokak terörü üzerinden hükümet devrilecek, Başbakanlık işgal edilecek, dünyaya Ukrayna fotoğrafı verilecek, Başbakan indirilip tasfiye edilecekti.
Eski iktidar kurucular üzerinden ülke yeniden biçimlendirilecek, o büyük dönüşüm durdurulacaktı.
Olmadı... Direndik, ülke direndi, millet direndi. Başaramadılar.
Gezi isyanından geriye sadece çirkinlikler ve vandalizm kaldı.
İkinci müdahale içeriden darbe..
17 Aralık darbe girişimiyle ikinci senaryo devreye sokuldu.
Bu sefer, devletin sinir sistemine kadar işlemiş bir yapı, hem de muhafazakar bir çevre, bir istihbarat gücü olarak kullanıldı. Mısır'da olduğu gibi darbe yapılacak, hükümet düşürülecek, yeniden İstiklal Mahkemeleri kurulacak, Başbakan asılacak, Türkiye itaat edecek hale getirilip sahibine teslim edilecekti.
Milli olan, yerli olan ne varsa, Anadolu çocukları üzerinden şekillendirilen bir istihbarat ağı ile tasfiye edilecekti. Büyük yürüyüş durdurulacak, ülke diz çöktürülecekti. Tarihin en büyük ihanet operasyonlarından birine sahne oldu Türkiye.
Yine direndik, ülke direndi, millet/devlet direndi. Başaramadılar.
Dördüncü müdahale ve en kanlı senaryo
Üçüncü deneme seçimlerle başladı. Müthiş bir kamuoyu çalışması yürütüldü. Bu sefer medya ve sermaye devreye sokuldu. HDP üzerinden Kürt milliyetçiliği tahrik edildi. O siyasi akıl iktidardan uzaklaştırılacaktı. Belli oranda başarı sağlandı. AK Parti tek başına iktidar olamadı. Hemen ardından siyasi partilerin AK Parti ile koalisyon yapmasının da önüne geçildi. Ama bir sorun vardı, kendi aralarında da hükümet kuramıyorlardı.
Kimsenin ülke çıkarı, istikrarı, geleceği diye bir kaygısı kalmamıştı. Herkes ülkeyi ateşe atma pahasına AK Parti ve kurmay aklını cezalandırma yarışına girdi. Bu konuda tam bir koalisyon vardı.
Seçimle istediklerini kısmen aldılar ama istedikleri sonuca ulaşamadılar. Yine başaramamışlardı.
Ve en kanlı senaryo devreye sokuldu.
Dördüncü deneme terördü. Ne pahasına olursa olsun bu kurmay akıl yok edilmeliydi. Terör üzerinden, iç savaş üzerinden ülke dize getirilecek, yeniden yapılandırılacaktı. Amaç hiç değişmiyor, planların ardı arkası gelmiyordu.
Siyasi partilerle terör örgütleri, medya organları tek cephe oldular. Türkiye tarihinde görülmemiş bir ittifak şekillendi. Teröre karşı ülkesi için savaşması gerekenler terörle ortaklık kurup ülkeye savaş ilan etti. Şehit asker ve polislere değil, örgüt mensuplarına ağıt yakıyorlardı. Siyasi partiler, medya organları, sermaye çevreleri, aydınlar, gazeteciler terörü övüyorlar, diğer taraftan Anadolu çocuklarının kanı akıyordu.
Bahçeli ile yeni bir senaryo mu?
Gezi'de amaç neyse, 17 Aralık'ta amaç neyse, terör üzerinden yürütülen amaç da aynıydı. Bu senaryo da başarısız olacak. Bu ülkenin feraseti, direnci bunu da yenecek. Kurbanlar vereceğiz ama ayakta kalacağız.
Terör üzerinden başaramadıklarını yeni bir sürprizle devam ettirecekler belki. Devlet Bahçeli'nin siyasi duruşuna, söylemlerine dikkat ederseniz, belki son safhada bu ülkenin milliyetçilerini meydana sürecekler. Onlar üzerinden yeni bir dalga başlatacaklar. “Saray'a yürürüz” sözünün arkasında sakın bu senaryo olmasın!
Türkiye'nin milli direncini, meydan okumasını milli unsurlarla tasfiye etmeye yeltenecekler. Olmaz demeyin, bu o kadar büyük bir hesap ki, ancak bir Çanakkale direnciyle aşılabilir. Her unsur, her toplumsal güç seferber edilecek.
Hepsine direniriz, bir tanesi hariç..
Gezi'ye direndik. 17 Aralık'a direndik, teröre de direneceğiz. Ondan sonra gelene de direneceğiz. Ülkemiz direnecek. Milletimiz o örgütlerin şiddetini, o siyasilerin beyinsizliğini yenecek, yüzlerce yıllık büyük yürüyüşünü devam ettirecek.
Ama fitneye direnmek ne zor. Coğrafyada bütün kimlikleri ayrıştıranlar, çatıştıranlar aynısını bu ülkede de yapıyor. Siyasi anlayışlar, partiler, cemaatler, bütün toplum liflerine ayrılıyor.
Hal böyle iken, küçük hesaplara, fitne üzerinden yürütülen hesaplara direnmemiz mümkün değil. 20. yüzyılda “İslam'ın kanlı sınırları var” diyenlerin, 21. yüzyıl için “Savaş İslam'ın kalbinde olacak, İslam kendi içinde savaşacak” diyenlerin dediği gibi oluyor her şey. Artık her fikrimiz bir çatışma alanı, her hedefimiz çatışma sebebi oluyor.
Son silahları bu sefer biz olabiliriz
Biz fitneye karşı hep kaybettik. Siyasi ihtiraslara karşı hep kaybettik. Basiretimizi yitirdik.
Ülkeler kaybetti, liderler kaybetti, milletler kaybetti, partiler/cemaatler kaybetti.
Fitneye kapılmak intihardır. Hepimizin boğazlanmasıdır.
Bir hatanın bedeli yüz yıldır. Yüzyıla yol çizecek zihinlerin tasfiyesidir.
Dışarıdan gelenlere, içeriden gelenlere direnen bizler, kendi içimizdekilere direnemiyoruz. Küçük hesaplarımızla, kendimizi vuruyoruz.
Tarih yapıcılar, cesur insanlar verdikleri her kararın bir gelecek olduğunu, etkisinin belki yüzyılı değiştireceğini unutmamalı
Son senaryo kendimiz olabiliriz. Son safhada kendimizi vurabiliriz.
Bize karşı kullanacakları son silah yine biz olabiliriz.
Çevremizdeki ülkelerin haline bakalım. Neyi, neden kaybettiklerine bakalım. Moğollar karşısında sırasını bekleyen ülkelerin iç hesaplaşmalarına, iktidar kavgalarına bakalım. Geçmiş de bugün de bu örneklerle doludur.
Son kale fitneyle yıkılır
Coğrafyada ayakta kalan son kale, küçük hesaplara yenilmemeli. Çok büyük hedeflere yönelmişken, son kurşunu kendimize sıkacaksak, bu, tarih bir yüzyıl daha bize kapanacak demektir.
Cesur insanlar tarih yazar. Bu zaman diliminde Türkiye'de bir tarih yazılıyor. Direniş üzerine, meydan okuma üzerine bir tarih bu. Anlık tercihlerle bir büyük tarihi sıçramayı toprağa gömebiliriz. Tarih yapıcılar için en büyük sınav, sabırdır.
Bize karşı kullanacakları son silah yine biz olabiliriz, ihtiraslarımız, küçük siyasi hesaplarımız olabilir. Bu silah fitnedir. Fitne de sadece Türkiye'nin değil, coğrafyanın intiharıdır.
İşte biz sadece buna direnemeyiz!