Eskiler, “bükemediğin bileği öpeceksin” derlerdi... Öyle ya; “yiğit” ve “mert” adama yakışan budur... Ya “bilek güreşi”ne kalkışmayacaksın, ya da “yenilgi”yi kabul edip, o bileği öpeceksin!.. Ama, dedim ya, bu “mert” adamın yapacağı bir iştir!..
Ne var ki;
Köroğlu’nun dediği gibi; “tüfek icad olunup, mertlik bozulduğundan bu yana”dır ki; mertliğin yerini “kalleşlik” ve dahi “kahpelik” aldı!..
Eskiden, bükemediği “bilek” ve “el”i öpenler; günümüz dünyasında “bel”den aşağı vuruyor... Malûm, buna “bel altı vuruş” diyorlar!.. Yani, “kalleşçe” ve “kahpece” bir vuruş!..
Bu kalleşlik ve kahpeliğin adını da, “Psikolojik Harp Taktiği” koymuşlar, iyi mi?..
Nedir o taktik?..
Rakibin güçlü ve onu deviremiyorsan, “yumuşak karnına” vuracaksın!..
Yıkamıyorsan, çelme atacaksın!
Engelleyemiyorsan, saptıracaksın!
Cevap veremiyorsan, çarpıtacaksın!
Mesele ciddi ise, sulandıracaksın!
Bunun gibi nice taktik!..
SAİD NURSİ VE ATATÜRK!
“Aktüel üç örnek” verelim.
Meselâ, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin mücadele hayatını anlatan Hür Adam filminin yoğun ilgi göreceği mi anlaşıldı?.. Peki, bu “ilgiyi kırmak” için ne yapmak lâzım?..
Bediüzzaman, filmin bir sahnesinde Mustafa Kemal ile “Namaz” konusunu mu tartışıyor?...
Önce diyeceksin ki;
“Yok böyle bir olay... Mustafa Kemal gibi güçlü bir adam, böyle bir imkânı verir mi Said Nursi’ye?.. Anında cezalandırırdı!.. Filme bu sahneyi koyanlar, bunun belgesini göstermelidir!”
“Belge”ler ortaya konulunca, bakarlar ki pabuç pahalı, hemen “çarpıtma taktiği”ni sokarlar devreye:
“Said Nursi, Mustafa Kemal’e karşı filan değildi... Hatta Atatürk’e yazdığı 23 Kasım 1922 tarihli mektupta; ona İslâm Âlemi’nin kahramanı diye hitap etmiş, Atatürk’e dualar etmiştir!”
Doğrudur, böyle bir “mektup” vardır, “övgüler” de doğrudur ama “Atatürk’e yapılan uyarılar” ve “tebliğ” çabaları örtbas edilir.
Çünkü Said Nursi, o mektubunda Atatürk’e hitaben der ki;
¥ “Müslümanlar, İslâmiyet adına sizi severler... Siz de İslâmi yaşantınızla ahiretinizi güçlendirin ve İslâmiyet’e bağlılığınızı ortaya koyun!”
¥ “Nimet, eğer şükür görmez ise gider!.. Madem Allah’ın yardımıyla Kur’an-ı Kerim’i düşman saldırılarından kurtardınız; o halde Kur’an’ın kesin emri olan namaz gibi farzları yerine getirmeniz gerekir.”
¥ “İslâm âlemi içinde önemli ve devrim niteliğinde bir iş yapmak, ancak İslâmiyet’in kurallarına teslimiyetle mümkün olabilir!.. Aksi olamaz ve olmamıştır!”
¥ “Alçak Avrupa medeniyeti yırtılmaya yüz tuttuğu bir anda (...) Napolyon’a değil, belki Selahaddin-i Eyyubi gibi İslâm kahramanlarına tabi olmanız gerekir.”
¥ “Mecburi göreviniz, İslâmiyet’in gerekliliklerini yaşatmak ve korumaktır. (...) Duacınız Said-i Kürdi.”
Söyleyin Allah aşkına;
Bu “mektup”ta, “filmdeki sahne”yi yalanlayan ne vardır?.. Tam aksine; bu mektup, “filmin iddiası”nı daha da güçlendirmiş ve hatta belgelendirmiştir!..
Ama, dedim ya;
İllâ “çarpıtacak”lar!..
Ki, “film” ile birlikte Said Nursi Hazretleri’ne gösterilen ilgi zayıflasın!..
Haberi öyle sunuyorlar ki;
Said Nursi Hazretleri, neredeyse “Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucu üyesi” gibi!.. Bir tek; “En büyük Atatürkçü, Said Nursi!” demedikleri kalmış!..
“Psikolojik Savaş” işte böyle bir şeydir... Eğer “iddiaları çürütemiyor” isen, olayı “olduğundan farklı” gösterecek veya “nasıl görülmesini istiyorsan” öyle göstereceksin!..
KURTLAR VADİSİ’NE İFTİRA
Buyrun, bir “bel altı vuruş” daha...
“Kurtlar Vadisi Filistin” adlı film, kamuoyundan büyük ilgi gördü ve 28 Ocak’ta gösterime girecek ya; ne yapmak lâzım?..
Bu ilgiyi engelleyemiyorsan, en aza indirecek ve “seyirci sayısı”nı mümkün mertebe düşüreceksin!..
Ama, nasıl?..
“Psikolojik Savaş”ta “taktik” bitmez!..
“Bu film Türk-İsrail ilişkilerine zarar verir” palavrasını bu millet madem ki yutmadı, o halde “bel altı”na, yani “uçkur”a ineceksin!..
Diyeceksin ki;
“Fuhuş çetesi, Adana’da dinlemeye takıldı... Filmin sponsoru Alpay Y., Kurtlar Vadisi Filistin’in 4 oyuncusuna kadın gönderdi... Kadınlar; Polat, Memati ve Abdulhey ile birlikte olduklarını söylediler!”
Peki, bu haberi okuyan insanlar, film hakkında ne düşünür?..
Diyecekler ki;
“Vay beee!.. Adamlar bir yandan Filistin’e duyarlılık gösteriyor ama bir yandan da karılarla-kızlarla aşna-fişne yapıyorlar... Oh be, ne güzel iş!.. Bizim paralarımız, karıya-kıza gidecek!.. Meğer, bunlar da istismarcıymış!”
Derler mi, derler!..
Peki, gerçek ne?..
“Kendisiyle birlikte fotoğraf çektirmek isteyen” kadın ve kızlarla “yanak yanağa poz vermeyi” bile reddeden bir Necati Şaşmaz, yani Polat Alemdar, fahişelerle “yatağa” girecek, öyle mi?..
“Dinî ve millî hassasiyetleri” olan, kendine “diskur” çizen bir adam, “uçkur” peşinde koşacak öyle mi?..
Mümkün mü bu?..
“Fahişe”ler, zaten “para karşılığı” iş yapan kadınlar!.. Para karşılığı “vücudunu satan” bir kadın, hiç, “para karşılığı iftira” atmaz mı?..
Para karşılığı “yatan” bir kadın, para karşılığı “yalan” da söyler!..
Hele de;
İşin içinde “hava atmak” varsa!..
O halde, bu haber niye?..
Dedim ya;
28 Ocak’ta gösterime girecek filme ilgi, olağanüstü boyutlarda!..
Sadece “internet siteleri”nde yayınlanan “fragman”ları bile daha şimdiden “9 milyon kişi” tarafından tıklanmış, iyi mi?..
Ne demektir bu?..
Demektir ki; film gösterime girdiğinde, en az 10 milyon kişi tarafından seyredilecek!.. Eee, bu da “İsrail aşıkları”nın elbette işine gelmez!..
O halde?!?..
Madem engelleyemiyorsun, yolunu değiştirt!.. Madem yıkamıyorsun, çelme tak!.. Madem ciddi bir ilgi var, o halde sulandır!..
Madem “kafa”ya vuramıyorsun,
O halde “bel altı”na vur!..
Bunun adı, “psikolojik savaş”tır!..
Yanarım, yanarım da;
“Kalleşlik” ve “kahpelik” gibi kavramların adı “psikolojik savaş” oldu ya, ona yanarım!..
KANUNİ, SANKİ HAREM AĞASI
Ya, Show TV’de yayınlanmaya başlanan ve “büyük tepki” gören “Muhteşem Yüzyıl” dizisine ne dersiniz... Malûm, o dizide “Kanuni Sultan Süleyman” ve dolayısıyla “Osmanlı” anlatılıyor!..
Bu dizide Osmanlı yüceltilmiyor, tam aksine aşağılanmaya çalışılıyor!..
Bence, asıl sorulması gereken şu:
“Niye Osmanlı, niye şimdi?”
Hemen herkes biliyor ki;
AK Parti İktidarı’nın yürüttüğü “komşularla sıfır problem” stratejisinden sonra, bölge ülkeleri, Türkiye’ye “Yeni Osmanlı” olarak bakmaya, “Osmanlı’nın yıkılışının acısı”nı yeniden hissetmeye başladılar.
İşin doğrusu, Türkiye’de de; “mevcut sistemin açmazları”nı gören insanlar, “Osmanlı dönemine merak sarmaya” başladılar...
Karşılarına çıkan Osmanlı;
“İşgalci” değil, “fetihçi” idi... “Zalim” değil, “adil”di.. “Haydut” değil, “mert”ti!.. “Emperyalist” değil, “paylaşımcı” idi!.. “Yağmacı” değil, “üretici” idi!..
ABD ve Avrupa’nın yaptıklarına bakınca; 22 Milyon Kilometrekare toprağa hükmeden Osmanlı; gerçekten de bir “sembol devlet”ti!..
O halde, ne yapmak lâzım?..
“Bu sembolü yıkmak” lazım... Bu sembol yıkılmalı ki, “emperyalist işgaller” devam etsin!..
“Osmanlı sevgisi”nin yükseldiği böyle bir zamanda; bir yerlerden “düğmeye basılmış” olmalı ki, “Muhteşem Yüzyıl” sokuldu devreye!..
Aman Allahım, bu ne dizi?!..
Neredeyse, Silvia Kristel’in başrolde oynadığı “Emmanuel” filminden sahneler!..
“Harem” öyle bir gösteriliyor ki; sanki “yerli” ellerden değil de, Ellen Michelette’nin yazdığı “Harem”den sahneler!..
Ya kıyafetler?.. Eleştirmenlerin ifadesiyle, o “kostüm”ler var ya; sanki “ihraç fazlası kumaşlar” fes üzerine sarılmış, olmuş birer sarık!..
“Osmanlı İmparatoru” Kanuni öyle bir resmedilmiş ki; sanki “Devlet Başkanı” değil de, “Harem İmparatoru!”
Benim bildiğim, “harem ağaları”nın hepsi “zenci”dir ve asla “Harem”e girmezler... Ama baktım da, Timur Savcı’nın filmindeki bütün harem ağaları “bembeyaz ve parlak oğlan”lar!.. Herhalde memlekette “zenci” bulamadılar!..
Ya Kanuni’yi oynayan Halit Ergenç’e ne demeli?.. Halit Ergenç, sanki “Kanuni”yi değil de, bir “bar fedaisi”ni oynuyor gibi!..
TARİH YOK, TAHRİF VAR
Uzun uzun yazmaya gerek yok.
Ne “tarih” var filmde, ne de “gerçeğe uygunluk!”... Sadece “tahrif” var!..
Her tarafından “cehalet” akıyor!..
Gerçi, bu diziyi çekenlerin ve yayınlayanların gerçek amacı “Osmanlı’yı tanıtmak” değil ki; “biraz şuhluk, biraz iç gıdıklamak” ve al sana “reyting!”
Haa, bu arada;
Osmanlı’yı ne kadar gözden düşürürsen, ne kadar “Saray demek harem ve aşna-fişneden ibaretmiş” dedirtirsen, o da yanına kâr kalır!..
En başta dedim ya;
“Tüfenk” icat olduktan sonra bozulan “mert”liğin yerini “kalleşlik” ve “kahpelik” aldı... Adını da, “psikolojik savaş” koydular!..
Tükürürüm;
Böyle “reyting savaşı”nın içine!..
==============
Hadi, şimdi konuşun!
Dünkü Akit’te; “tartışılan tahliyeler” konusunda savunmaya geçip; “zamanımız yok, iş yükümüz çok” diye Yargıtay mensuplarına; “953 sanığın dosyasını 10 yılda görüşemeyen sizler, yandaş yargı mensuplarının dâvâlarını nasıl jet hızıyla görüştünüz?” diye sormuştuk ya; bugün de “diğer soruları” gündeme getiriyor ve kamuoyunun bilgisine sunuyoruz.
“İşiniz çok, zamanınız yok” ise; hem de mesai saatlerinde Ergenekon duruşmalarında ve çalıştaylarda ne işiniz vardı?
“Hakim sayımız az” diyorsunuz; peki hakim ve savcı alımını son 5 yılda 4 defa durduran Danıştay değil miydi?
Yargıtay 6. Ceza Dairesi, zamanında karar verip, tahliyeleri engellerken, diğer daireler niye tedbir almadı?
2004 yılında çıkan yasanın yürürlük tarihi 2008 yılına uzatıldı... Peki, 1 Nisan 2008’den 31 Aralık 2010’a kadar geçen 33 aylık sürede ne yaptınız?
Gördüğünüz gibi, bu 5 soru; hem Yargıtay’a bir cevaptır, hem de “Hükümet’i suçlu gibi gösteren” medyatörlere!..
Şimdi konuşsunlar bakalım...
Eğer “yüzleri” varsa!..