Değerli okuyucular, bu yazımda ruh sağlığının temel taşı olan, kendin olarak var olmak kavramlarından bahsetmek istiyorum. Var olmak demek, kendi düşüncelerinin duygularının farkında olmak, kendini hataların veya yapamadıkların için gereksiz yere suçlamayıp kendine şefkat gösterebilmek, içinden geldiği gibi spontane davranabilmek, kendimizi başkalarına göre konumlandırmamak, kararlarımızı kendimiz almak, bu aldığımız kararlardan dolayı zorlu bir sürece girmişsek bile bu kararımızın arkasında durmak, yanlış yapsanız bile bunu kişiliğinize mal etmeyip bu hatadan dersler çıkarabilmek, ne hissettiğinin farkına varmak ve bununla ilgili şüphe etmemek, her zaman kalbinin sesini dinlemek ve içindeki sesten korkmayıp onunla konuşabilmek, ona kulak verebilmek, gerektiği zaman kendine uymayan konularda hayır diyebilmek demek…
Örneğin, sevdiğiniz bir arkadaşınız sizin kalbinizi kırdı, ama siz hiçbir şey olmamış gibi davranıp onunla konuşmaya devam ediyorsunuz. Neden? Çünkü kendinizi güçsüz zayıf konuma sokmak istemiyorsunuz. Yani ben kırgınlığımı belli edersem benim hakkımda olumsuz düşünecek, beni zayıf biri olarak görecek diyorsunuz. Bunun bedeli de -mış gibi davranmak, kendinizden vazgeçmek demek oluyor.
Bazen de ilişkilerde karşı tarafı kaybetmemek için haklı olduğumuz konuda bile sesimizi çıkaramıyoruz. Bununla ilgili aklıma bir danışanım geldi; Danışanım Serap hanım 30 yaşındaydı ve lise mezunuydu. Eşiyle altı senelik evlilerdi ve çiftin bir kız çocukları vardı. Serap hanım depresyon tedavisi görüyordu, eşiyle ilgili sorunları için danışmanlık merkezine başvurmuşlardı. Eşi karısını seviyordu, fakat narsistik özelliklere sahipti. Eşinin daima dışarıya karşı güzel giyinmesini, güçlü davranmasını, olumsuz olaylar karşısında ağlamamasını istiyordu. Eşinin depresyonunu bile kabullenemiyordu. Ona göre eşinin hiçbir maddi manevi sıkıntısı yoktu. Serap hanımla yaptığımız bireysel değerlendirme seansında bana şöyle söyledi; “Geçen gün eşimle bir konu hakkında fikir ayrılığına düştük, eşim beni tam olarak dinlemeden bana bağırdı hakaret etti. Ben olay büyümesin diye ses çıkaramadım” dedi.
Ben de bunun nedenini sorduğumda çok acı bir cevap verdi: Tartışma anında ben bir şeyler söylemeye çalıştığımda güzellikle hakkımı savunduğumda bana şöyle diyor; “Sen haksızsın, daha fazla konuşma seni terk ederim.” Bunu birkaç kere bana söyledi. Ben de bu yüzden öfkemi ve yanlış davranışını ona söyleyemiyorum. Çünkü boşanmak istemiyorum, zaten kendi ailemle de çok sıcak bir ilişkimiz yok. Yalnız kalmaktan ve çocuğumu yalnız büyütmekten korkuyorum. Yani Serap hanım düzenini bozmak istemediği, eşini çok sevdiği ve cesaretli davranıp sorumluluk almadığı için kendinden vazgeçiyor. Bunun bedeli de depresyon oluyor, çünkü eşine olan öfkesini söyleyemediği için bu öfkeyi kendine yöneltiyor.. Bu durum böyle devam ederse de psikosomatik hastalıklara (stresten kaynaklı fiziksel hastalıklar) yakalanma riski gün geçtikçe artacaktır. Hâlbuki eşiyle tartıştıklarında sakinleşmek için biraz mola verdikten sonra şöyle söyleyebilir; “Biz seninle tartışırken bana bağırıp hakaret ediyorsun. Sen öfkeni boşaltıyorsun ve rahatlıyorsun. Fakat ben susunca içimde sana karşı kızgınlık biriktiriyorum ve sana diğer zamanlarda soğuk davranıyorum. Bu da evliliğimizi olumsuz etkiliyor. İhtiyacım olan şey senin beni dinlemen ve olaya benim penceremden bakman. Ne dersin bunu deneyelim mi?”
Bir başka danışanım olan Dilek hanım 62 yaşındaydı hipertiroidi hastasıydı. Bu rahatsızlığıyla ilgili ameliyat olmuştu ama sonrasında depresyona girmişti. İlaç tedavisi görüyordu, depresif durumundan dolayı çok kilo vermişti ve dış görünüşüne pek fazla dikkat edemiyordu. Kendini çirkin ve bakımsız hissediyordu. Yaz ayında yazlık evlerine tatile gitmişti. Eşiyle birlikte sabahları erken saatlerde market alışverişine gidiyorlardı. Bunun nedenini sorduğumda da şöyle bir cevap verdi; “Eşimle öğle saatlerinde yürüyüşten dönüyorduk, bir komşum beni gördü ve bana ne kadar zayıflamışsın dedi Ben kendimi acınacak biri gibi hissettim. O günden bu yana yürüyüşe kimse beni görmesin diye sabahın erken saatlerinde çıkıyorum” dedi. Evet… Farkındaysanız, Dilek hanım kendi olma cesaretine sahip değil, kendisini komşularına, birilerine göre konumlandırıyor. Hâlbuki depresif ruh halinden kurtulmak için daha çok yürüyüş yapması, komşularıyla az da olsa görüşmesi gerekiyordu.
Kendisi gibi davranamayan başka bir grup da bağımlı olan insanlardır. Bağımlı olan kişi sevdiği kişiyi üzmemek, onu kazanmak için hep kendinden ödün verir. Kendini sevdiği kişiye göre konumlandırır. Örneğin, eşinin her hafta sonu arkadaşlarıyla balığa gitmesinden hoşlanmaz, hatta bu duruma sinir olur. Ama eşim benim anlayışsız biri olduğu düşünecek veya benden soğuyacak diye bu duruma ses çıkaramaz. Böylece eşine karşı içinde öfke biriktirir bu öfke de bir gün feci şekilde patlak verir. Kişi bu konudaki sıkıntısını şöyle dile getirebilir; “Ya canım sen her hafta sonu balığa gidiyorsun, biliyorum bundan çok keyif alıyorsun. Ama sen gidince ben de kendimi ihmal edilmiş hissediyorum. Seni sık sık aramak da istemiyorum. Sen arada oradan bana mesaj çekersen veya resim atarsan mutlu olurum ya da bu etkinliğin her hafta olmasın” diyebilirsiniz. İşte bu tavır, eşine karşı samimi davranmak, sahici olarak kendin olabilmektir.
Hayatınızda spontane davranabilmeniz ve kendiniz olma cesaretini gösterebilmeniz duasıyla Allah (c.c)’a emanet olun.