Herkes bilir ki; “dün”ü olmayanların “yarın”ları da olmaz... Ve yine; “dün”ü bilmeyenlerin, “bugün” ve “yarın” hakkında konuşmaya hakları yoktur... Konuşurlarsa da, “havanda su dövmüş” olurlar...
Bugün, CHP'nin yaptığı budur!..
“Çarşı, her şeye karşı” türünden bir “muhalefet” anlayışıyla, Hükümet tarafından yapılan her türlü düzenlemeye karşı çıkan CHP kafası; malûmlarınız olduğu üzre “4+4+4 eğitim sistemi”ne de karşı çıkıyor.
Karşı çıkmasına çıkıyor da, nesine karşı çıktığını bir türlü söyleyemiyor... Mesela, Bay Kılıçdaroğlu; “Bu sistem Türkiye'yi geriye götürür” diyor ama, nereye götüreceğini, nasıl götüreceğini, kaç yıl geriye götüreceğini bir türlü anlatamıyor.
Ağzından “şablon bir cümle” çıkıyor ama, altını doldurmaktan aciz.
Oysa, “rakam”lar ortada.
“Okullaşma oranı” da ortada, “derslik sayısı” da, “eğitimin kalitesi” de!..
Dahası; Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dünkü AK Parti Grubu'nda söylediği gibi, bu yıl başlamak üzere, resmi eğitim kurumlarında okuyan okul öncesi ve ilköğretim 5. sınıfa kadar olan “7 milyon öğrenci”ye, her gün “süt dağıtılacak” iyi mi?..
Erdoğan, bu uygulamayı şöyle müjdeledi:
“Bu yıl başlamak üzere, resmi eğitim kurumlarında okuyan öğrencilerimize her gün süt dağıtımına başlıyoruz. Zengin fakir demeden, asla bir ayırım yapmadan ana sınıfı, 1, 2, 3, 4 ve 5. sınıf öğrencilerimize bugün itibariyle 7 milyon 63 bin 768 yavrumuza, haftada 5 gün, en az 200 mililitre uzun ömürlü kutu süt dağıtacağız.
Bu uygulamayla sağlıklı beslenmeye katkı sağlayacağımız gibi süt arzı fazlalığını da böylece değerlendirmiş olacağız. Üretimde istikrarı tesis etmiş olacağız.”
Neredeeen, nereye?..
Ki, bunun “akıllı tahta”ları var, “tablet bilgisayar”ları var... En önemlisi de; ilk defa bu iktidar döneminde Milli Eğitim Bakanlığı'na bütçeden ayrılan pay; Milli Savunma'ya ayrılan miktarın önüne geçti.
Hal böyleyken;
Bu anlayıştaki adamlar, Türkiye'yi nasıl geriye götürür, Cumhuriyet'in temeline nasıl dinamit koyar, anlamak mümkün değil!..
Haa, “Cumhuriyet'in temeli”nden kasıtları, “Cumhuriyet Halk Partisi'nin temeli” ise, işte bunda haklılar... Çünkü, bu “eğitim hamleleri” ile, CHP'nin altına, gerçekten “dinamit” konuluyor!..
Gerçi, CHP'yi dinamitle uçurmaya hiç gerek yok... O kadar “boş”lar, o kadar “balon”lar ve o kadar “zayıf”lar ki, üflesen uçacaklar!..
Ezberledikleri “şablon cümleler”in dışına çıkamıyorlar, üstelik onların altlarını da dolduramıyorlar... Ne “öneri” getiriyorlar, ne “tavsiye”de bulunuyorlar!..
Ama, “İstemezük” diyorlar!..
8 YIL ÇEVİK BİR'İN DAYATMASI!
O kadar “şedit”ler ki;
Savundukları “kesintisiz eğitim” sisteminin bir “Çevik Bir modeli” olduğunun bile farkında değiller!..
Bilmiyorlar ki;
Eğer “Çevik Bir'lerin dayatması” olmasaydı, “Kesintisiz Eğitim Yasası” çıkmaz, İHL'lerle birlikte “meslek okulları”nın da canına okunmazdı...
Tabiî, kesintisizi çıkaran Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit'e de hak vermek gerekir... Zira, “Çevik Bir'in dayatması”na teslim olmasalardı, ne “Başbakan” olabilirlerdi, ne “koalisyon” kurabilirlerdi!.. Mesut Yılmaz gibi bir adam, bu ülkede “Başbakanlık” yaptıysa, bunu Çevik Bir'e ve onun talimatıyla “İHL'lerin köküne kibrit suyu dökmeye” borçludur!..
Ne var ki;
CHP'nin ve Bay Kılıçdaroğlu'nun böyle bir şansı yok... Çünkü artık Çevik Bir de yok, Süleyman Demirel de!.. Artık, Ecevit de yok!..
Dolayısıyla, “Çevik Bir Modeli”ni savunmaları, kendilerine hiçbir şey kazandırmaz!..
Ve yine; “Sincan'da yürütülen tanklar”ın yerine, “4+4+4 görüşmeleri”nin yapıldığı Komisyon'da, Başkan Nabi Avcı'nın üzerine, 500 gramın üstünde ağırlığı olan “selobant tankı”nı fırlatmak da CHP'ye bir şey kazandırmayacaktır!..
CHP'nin “geriliği” işte burada!..
Çünkü savaşlar, artık “tank”larla yapılmıyor, “bilim ve teknoloji” ile, “akıl ve mantık” ile yapılıyor.
CHP ise, hala “eski kafa”da!..
Ve hala “eski”yi özlüyor!..
Yani, “Ağustos 1997”yi!..
8 YIL FİYASKOSU!
Yazının başında; “Dünü bilmeyenin yarını da olmaz” dedik ya; o halde gelin “dün”e doğru bir yolculuk yapalım...
Görelim bakalım, CHP'nin özlediği “Ağustos 1997 ve sonrası”nda neler olmuş, Türkiye ne gibi “dram”lar ve “komedi”ler yaşamış?..
Buyrun; “8 Yıl Kesintisiz Eğitim Yasası”nın çıkarıldığı günlere gidelim...
Bu ülke; 16 Ağustos 1997'nin “sabaha karşı”sında, “uykulu gözler”le atılan “yanlış adım”ın ceremesini yıllarca çekti...
“Çağdaş eğitim” iddiasıyla çıkılan, fakat “İmam Hatiplerin kökünü kurutma” amacının halktan gizlendiği yolda, gelinen nokta herkesce malûm...
“Az gittik, uz gittik... Dere-tepe düz gittik... Altı ay, bir güz gittik...
Dönüp bir de arkamıza baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz!”
Aynen böyle!..
O günlerde Mesut Yılmaz Başbakan, Bülent Ecevit de Başbakan Yardımcısı idi... Mesut Yılmaz'ın “acelesi” vardı!..
Çünkü, 16 Ağustos günü “Hacıbektaş etkinlikleri” vardı ve oraya “davetli” idi!..
Evet, Hacıbektaş'a gidecekti...
Ama, “eli boş” gitmek istemiyordu!.. Bir “müjde” ile, bir “hediye” ile gitmek istiyordu!..
O halde, “8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası” bir an önce çıkarılmalıydı!..
Hem, zaten;
“Kendilerini o koltuğa oturtan Çevik irade de, böyle olmasını istiyor”du!..
“Kesintisiz Yasası” çıkmalı ve “İHL'lerin köküne kibrit suyu dökülmeli”ydi!..
Mesut Yılmaz;
Rize Çay TV'de yaptığı konuşmada; “İmam Hatipler, halkın okullarıdır!.. Bunları kapatmak şöyle dursun, sayıları daha da artırılmalıdır” şeklinde sözler sarf ettiğini unutmuş, yasayı çıkarabilmek için “canhıraş bir gayret” içine girmişti!..
Kendisine yöneltilen “eleştiri”lere hiç aldırmıyor ve hatta karşı taarruza geçiyordu... Ona göre, “İmam-Hatip olayını savunanlar, yarasalar” idi!!! Onlar, “aydınlıktan korkuyorlar”dı!!!
Daha da ileri gidip;
“Siyasî hayatıma da malolsa, bu yasayı çıkaracağım!” diyordu!..
Dediğini de yaptı!..
15 Ağustos 1997'yi, 16 Ağustos 1997'ye bağlayan gecenin sabahında, “sabah ezanları”nın okunduğu saatlerde çıkarttı yasayı!..
Başlarını, Meclis'in sıra kapaklarına koyarak veya geriye yaslanarak “derin bir uyku”ya dalan milletvekilleri, “derinden gelen bir ses”le uyandılar ve “İHL'leri yok edecek yasa”ya “Evet” dediler...
Yasa, “242 ret” oyuna karşılık, “277 kabul” oyuyla geçmişti Meclis'ten!..
Mesut Yılmaz, uykusuz geçen bir gecenin sonunda amacına ulaşmıştı!.. Son derece “Mes'ut” ve bir o kadar da “bahtiyar”dı!.. “Laikliğin Yılmaz savuncusu” olduğunu kanıtlamıştı!..
Evine gitti, pijamalarını giydi ve o günü “uyuyarak” geçirdi!..
Ertesi günü, ver elini Hacıbektaş!..
Soluk soluğa geldiği meydanda; kendisini bekleyen vatandaşlara, “Kusura bakmayın” diyordu... “Bir gün geç geldik... Ama, buna değdi!.. Size müjde getirelim istedik... Dün, 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası'nı çıkardık!.. Bu yasayı sizlere armağan ediyoruz!”
Gülüyordu yüzü!..
Reklamcı Sequela'nın öğrettiği şekilde gülüyordu!..
“Alkışlar”dan memnundu!.. Şu an, “hayatının en mes'ut günü”nü yaşıyordu!..
AHIRDA ÇAĞDAŞ EĞİTİM!
Ya sonra?..
Sonrası malûm... “Milletle inatlaşan” her siyasî gibi, “Siyasî hayatıma da malolsa!” diyen Mesut Yılmaz da; gittikçe eridi ve sonunda “siyaset mezarlığı”ndaki yerini aldı!..
Sadece kendisi değil, partisi ANAP da eridi ve bir “enkaz” haline geldi!..
Olayın en enteresan tarafı;
“8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası” da, daha 8 yılını bile doldurmadan, “makyajı akmış kokona”lara döndü!..
Dikkat edin, özellikle “makyaj” diyorum!..
Çünkü, “yasanın altyapısı” yoktu!..
Ortada, sadece bir “makyaj” vardı ve o da çok çabuk aktı!.. Akınca da, “süslü kokana”ların, “haritaya dönmüş yüzleri”nin ortaya çıkması gibi, “gerçek çehre” çıktı ortaya!..
Mesut Yılmaz ve “gaz ekibi”nin o günlerdeki “yutturmaca”ları şöyleydi:
“8 Yıllık Kesintisiz Eğitim'le;
¥ 3 yıl içinde, öğrenciler 30 kişilik sınıflarda okuyacak!.. ¥ İlköğretimin 4. ve 5. sınıflarından itibaren öğrencilere en az bir yabancı dil öğretilecek!.. ¥ Her ilçede en az 2 okula bilgisayar laboratuvarı kurulacak!.. ¥ Taşımalı eğitimdeki öğrencilere öğle yemeği verilecek!..
¥ Öğretmensiz okul kalmayacak!.. ¥ Din eğitimi engellenmeyecek!.. ¥ İlköğretimde TV ve videolu eğitim yapılacak!.. ¥ Bilgi ötesi topluma, Batı standartlarında çağdaş insan yetiştirilecek!..
Peki, ya uygulama?!?
Söylenenlerin hayali bile güzeldi!..
Bu hayalin gerçekleşmesi için, yapılan her resmî işlemden “eğitime katkı payı” alındı da, hiç kimse gıkını bile çıkarmadı!..
Niye?..
Çünkü çocuklar “bilgisayar”la tanışacak, “laboratuvarlarda deney” yapacaklardı!..
Mesela;
“H2O”nun “su” olduğunu öğrenecekler, “biyogaz”ı elementlerine ayıracaklardı!..
Bir ara, “karanlık bir mekan”a soktular çocukları!.. Çocuklar, karanlıkta parlayan bir “ışık” görünce, “Galiba” dediler, “Bilgisayarın ışığı bu olmalı!”
Burunlarına “koku” gelince de; öğretmenlerinin, “laboratuvarda kimyasal deney” yaptığını zannettiler!..
Seviniyorlardı!..
Ama, “karanlığa gözleri alışıp” da, acı gerçekle karşılaşınca, büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar!..
Çünkü;
“Çağdaş sınıf” zannettikleri karanlık mekan, at, eşek, öküz, inek ve koyunların bulunduğu bir “hayvan ahırı” idi!.. “Bilgisayar ekranının ışığı” zannettikleri ışık da, ahırdaki “öküz”ün parlayan gözleriydi!..
“Koku”ya gelince!..
O da; hala dumanı tüten “taze inek dışkısı”ndan başka bir şey değildi!..
Hayır, abartmıyorum!..
DSP'li Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay döneminde “yaşanan bir vakıa”dır bu!..
Tarihi “27 Ağustos 1998”, yeri de “Diyarbakır'ın Çınar ilçesi, Ayvalı köyü”dür!..
ÇAĞDAŞ “BULUŞ”LAR!
Peki; 16 Ağustos 1997'den, yani Mesut Yılmaz-Bülent Ecevit ikilisinin; 17 Ağustos sabahı erkenden Hacıbektaş'a koşup; “Buraya eli boş gelemezdik!.. Size 8 Yıl Kesintisiz Eğitim Yasası'nı hediye olarak getirdik” demelerinden bu yana geçen sürede ne değişti?..
Kaldırılan “köy ilkokulları”nın yerine konulan “ilköğretim okulları”nda kalite artırılıp, “çağdaşlığa” geçilebildi mi?..
Öğrenciler “deney”ler yapıp, “yeni buluşlar”a imza atabildiler mi?..
Valla orasını bilmiyorum... Ama, “8 Yıl Kesintisiz'le geçen yıllar”da çocuklar “yeni teknikler” öğrenip, ne büyük birer “teknolojik deha” olduklarını gösterdiler!..
Mesela;
Kükremiş aslanlar gibi akan “dere” ve “nehir”lerin üzerinden “sal”larla geçip, “rafting”çilere taş çıkarttılar!..
“Eşek” ve “at”lar üzerinde kilometrelerce “düşmeden” yol alıp, “rodeo”culara parmak ısırttılar!..
“Dere”ler üzerine veya “uçurum”lar arasına kurulan “teleferik” veya “halat”lar üzerinde karşıdan karşıya geçip, “dağcı”lara, “kar ve tipi”de donmadan okula ulaşıp “avcı”lara rakip olduklarını gösterdiler!..
Eh, “ana-baba”larının da hakkını yemeyelim... Ana-babalar da; çocuklarını saatler boyu “kucaklarında” taşıyıp, “halter” ve “maraton”a yeni teknikler kazandırdılar!..
Peki, sonunda ne oldu?..
Varılabildi mi, “çağdaş hedef”lere?..
Ya da;
Ne kadar “mesafe” katedildi?..
İşte gelinen nokta:
“Az gittik, uz gittik... Dere-tepe düz gittik... Altı ay, bir güz gittik... Dönüp, bir de arkamıza baktık ki; bir arpa boyu yol gitmişiz!”
1997'DEN... 2012'YE!
“CHP'nin istediği” bu mu?..
Ne yani;
“Ahir” ömrümüzde, çocuklarımızı yine “ahır”larda eğitmemizi mi istiyorlar?..
Neymiş; “4+4+4, Türkiye'yi geriye götürür”müş!.. Götürmez ama, farzedelim ki, götürdü... Herhalde, “bundan daha geriye götürmez!”
Çünkü, artık çocuklarımız “bilgisayar”lara kavuştu... Artık, “öküzün parlayan gözleri”ni “bilgisayar ışığı” sanmıyorlar... Artık, dumanı üstünde “taze inek dışkısı”nın da “kimyasal bir koku” olduğunu düşünmüyorlar!..
Kısacası, artık “ahırda eğitim” görmüyorlar... Bundan böyle; her sabah, ahırdaki ineklerin “süt”ünü içerek başlayacaklar derslere...
“Çağdaş eğitim” işte budur.
“CHP'nin kavrayamadığı” da budur!..
Altları oyuluyor, haberleri yok!..
İzin verilseydi, ne olacaktı?
Son yıllarda; “Suret-i Hak'tan görünenler”in geliştirdiği, çok güzel bir “kıvırma taktiği” var...
Mesela, diyorlar ki; “BDP'nin Nevruz terörünü ben de onaylamıyorum ama, adamlar 21 Mart'taki Nevruz'u erken kutlamak istedilerse, niye izin vermediniz?.. İçişleri Bakanlığı, eğer erken kutlamaya izin verseydi, bu olaylar yaşanmazdı!”
Mı acaba?.. Buna; “dereyi görmeden paçaları sıvamak” derler... İşte “dün” gördük, BDP'nin “neyin peşinde” olduğunu...
Dün, her yerde “Nevruz kutlaması” vardı, herhangi bir “yasak” da yoktu... Yani, herkese “izin” verilmişti... Peki, ne oldu?.. Yine yaktılar, yine yıktılar, yine molotof attılar... Dahası, Nevruz kutlamaya gelenlerin üzerlerinde “el bombaları” yakalanmış, iyi mi?..
Demek oluyor ki, BDP'nin amacı “üzüm yemek” değil!..
Onların amacı, ülkeyi kaosa sürüklemek!..
Sorarım size;
Eğer “izin” verilmiş olsaydı; “BDP binasından açılan ateşle, Ahmet Toprakoğlu adlı polisi öldürmeyecekler miydi?”
Şu “ama”lardan, “fakat”lardan vazgeçin artık...
Çünkü bu söylemler “BDP'nin ekmeğine yağ sürüyor” ama, “Kürt halkı”nın aşına-ekmeğine de kan doğruyor!..
Unutmayın!.. BDP'ye verdiğiniz her destek, Kürt halkına “kurşun” ve “zulüm” olarak geri dönüyor...
“İzin verilmedi” bahanesi, tamamen bir “aldatmaca”dır!..