Okurlarımla akşamları sohbet eder, dertlerini dinler, görüşlerini paylaşırım...
Onlarla sohbet ederken, bazen soruyorlar: “Bu kadar mevzuyu nereden buluyorsun?”
Cevap veriyorum;
“Ben bulmuyorum?”
“Nasıl yani?” diyorlar...
Diyorum ki;
“Ben bulmuyorum...
Kendileri geliyor!”
Gerçekten de öyle...
Bazen, hiç gündemimde yokken, bir “mevzu” veya “şahıs” ayağıma kadar gelip, adeta “Yaz beni” diyor!..
Gel de yazma!..
Top ayağıma kadar gelmiş,
Vurmasam, hiç olur mu?..
Vurmazsam, “Şike yaptı” derler!..
ÖNCE DOLMABAHÇE, SONRA MUHTIRA!
Meselâ, gel de “Kılıçdaroğlu’nun son gafı”nı yazma şimdi?..
Malûm, Bay Kılıçdaroğlu, Perşembe akşamı Habertürk ekranlarında, 4 gazetecinin sorularını cevaplandırıyordu.
Bu röportajı haber yapan Anadolu Ajansı, Kılıçdaroğlu’nun “28 Şubat”la ilgili sözlerini şöyle yansıtıyordu:
“Kılıçdaroğlu, bir başka soruyu yanıtlarken de 28 Şubat sürecinin de hukuksuzluk, haksızlık varsa sorgulanması gerektiğini söyledi. Kılıçdaroğlu, ‘Ben 28 Şubat olaylarının sağlıklı bir sorgulama sürecine tabi tutulacağına inanmıyorum. Nedeni de şu; o süreç bugünkü iktidarı doğurmuştur. Kendisini doğuran sürece karşı dava açmaz. Sorgulamaz da onu’ diye konuştu.
Kılıçdaroğlu, ‘Gerek 28 Şubat gerekse 27 Nisan, bunların askeri sorumlularının yargılanmasına bir itirazınız var mı?’ sorusuna ise ‘Hayır’ karşılığına verdi.
Kılıçdaroğlu, eski Genelkurmay Başkanlarından Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile Başbakan Erdoğan arasında Dolmabahçe’de gerçekleşen görüşme ile 27 Nisan’da Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde yer alan bildiriyle ilgili soruları da yanıtladı.”
Gördüğünüz gibi;
AA’nın haberinde “Kılıçdaroğlu’nun gafı” yok... Oysa, Kılıçdaroğlu, sözünün devamında; Başbakan Tayyip Erdoğan ile dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt arasında geçen görüşmede; “Erdoğan’ın, Büyükanıt’a şöyle bir teklif yaptığını” söylüyordu:
“Sen Hükümet’e muhtıra ver, biz de sana Üstün Hizmet Madalyası verelim!”
Kılıçdaroğlu bunları söyleyince, bir gazeteci araya girip, uyarıyor kendisini;
“Efendim, önce muhtıra verildi, sonra Dolmabahçe görüşmesi oldu!”
Kılıçdaroğlu’nda lâf mı yok?.. Hemen işi “pişkinliğe” vurup, diyor ki;
“Olsun, bu benim görüşüm!”
Bu kadarına da pes!..
BEN NE DERSEM O!
Söyleyin Allah aşkına, Kılıçdaroğlu’nun yaptığının “kurt-kuzu hikâyesi”nden farkı var mıdır?..
“Kurt, kuzuyu yemeyi” kafasına koymuş ya, ne “suyun alt tarafında” olduğuna bakıyor, ne de “geçen yıl henüz doğmadığına!”
Ben “Kurt”um diyor;
“Ben ne dersem o olur!”
Kılıçdaroğlu da öyle...
“E-Muhtıra” verilmiş 27 Nisan’da!..
“Dolmabahçe görüşmesi” yapılmış,
4 Mayıs 2007’de!..
Arada var, “7 gün!”
Peki ama;
“Muhtıra zaten verildiği” halde, Erdoğan, Büyükanıt’a; “Muhtıra verin” diyebilir mi?.. Muhtıra zaten verilmiş, Erdoğan da onun hesabını soruyor!..
Ama “Kılıçdaroğlu’nun görüşü”ne göre;
“Muhtıra, Dolmabahçe’deki görüşmeden sonra verilmiştir!!!”
Eee, koskoca anamuhalefet partisinin başındaki adam yalan mı söyleyecek?..
O söylemişse, öyledir!..
“Bir nehri tersine akıtmanın mümkün olmadığını” duymuştum da; “tarihi tersine akıtmanın mümkün olduğunu” Bay Kılıçdaroğlu’ndan öğrendim!..
Demek ki, “takvim”ler yalancıdır!..
Demek ki;
“Mayıs” ayı “Nisan’dan önce” geliyormuş da, haberimiz yokmuş!..
Neyse, Kılıçdaroğlu sayesinde, “4 Mayıs’ın 27 Nisan’dan önce olduğunu” da öğrendik ya, artık gözlerimiz açık gitmez!..
Şu hâle bakın;
Adama “yanlış” yaptığı hatırlatılıyor ama, umurunda değil!.. “Olsun” diyor; “Bu da benim görüşüm!”
Ama, öyle değil midir;
“Kabahat samur kürk de olsa, kimse sırtına almaz” değil midir?..
Kılıçdaroğlu da almamış işte!..
“Pot” kırdığını, “gaf” yaptığını, “kabahatli” olduğunu reddedip, “yavuz hırsızın ev sahibini bastırması” misali, “soru sahibi”ni bastırmış:
“Olsun!.. Bu, benim görüşüm!”
Demek ki;
“Yeni CHP” böyle bir şeydir!..
“Ben ne dersem o!”
İsterse “yalan” olsun!..
LEFTER DE “KALECİ”YDİ!
Biliyorsunuz; bu, “Kılıçdaroğlu’nun ilk gafı” değil... Hiç şüpheniz olmasın ki; “son gafı” da olmayacaktır!.. Bir gafı da, “önceki gün ölen Lefter”le ilgiliydi...
Hatırlarsınız...
Ankaralı gazetecilerle sohbet ederken, “Fenerbahçe hayranlığı”nın nereden geldiğini şöyle açıklamıştı:
“Çocukluğumuzda Lefter çok iyi bir kaleciydi, ondan etkilenip, Fenerli oldum!”
“Ama” demişti bir gazeteci;
“Lefter hiç kaleci olmadı ki!.. O çok iyi bir golcü idi!”
“Samur kürk” de olsa, “hata”sını üzerine almayan Kılıçdaroğlu, yine “görüş”ünde ısrar etmişti;
“Sanırım bir ara yaptı!!!”
Böyle bir Fenerbahçeliye;
Herhalde şapka çıkarılır!..
Kılıçdaroğlu’na, gerçekten bir “prompter” cihazı lâzım... Ya ona “bakarak” konuşsun, ya da eline “yazılı bir metin” verilsin!.. Zira, “irticalen” yaptığı her konuşmada çuvallıyor!..
Gaf üzerine gaf yapıyor,
Çam üzerine çam deviriyor!..
Yakında, “dünya gaf rekoru”nu kırdığını ve “Guinnes Rekorlar Kitabı”na girdiğini duyarsanız, hiç şaşırmayın!..
Çünkü, Kılıçdaroğlu’nun her konuşmasında bir “gaf” ya da “hakaret” vardır!..
“Gaf” yapmazsa,
“Hakaret” yapar!..
Hem de “ilk günden” beri!..
KAZIM KOYUNCU’YA SELAM!
Meselâ, “referandum süreci”nde Hopa’ya gitmişti... Hopalılara “şirin” görünecek ve “Hopa’yı iyi bilirim” mesajı verecek ya; çıkmıştı kürsüye, almıştı eline mikrofonu ve demişti ki;
“Ne mutlu sizlere ki; Kazım Koyuncu gibi bir sanatçınız var... Yürekli bir sanatçı!.. Tuttuğunu koparan bir sanatçı!.. Bir Karadeniz fırtınası!.. Ona da buradan selam gönderiyorum!”
Hoppalaaa...
Meydandakiler donup kalmıştı...
Çünkü, Kılıçdaroğlu’nun 2010’da “selâm” gönderdiği Kazım Koyuncu, hem de 2005 yılında “vefat” etmişti...
Ama, kim ne diyebilir ki;
“Kılıçdaroğlu’nun görüşü” böyle!..
Ne yani, olamaz mı?..
“4 Mayıs 2007’yi, 27 Nisan 2007’nin önüne alan” Bay Kılıçdaroğlu, “ölümün sağlıktan önce olduğunu” söyleyemez mi?..
“Kılıçdaroğlu’nun görüşü”ne göre;
Kazım Koyuncu, “önce ölmüş, sonra kanser olmuş”tur!..
Yani, 2010’da “kanser”e yakalanmış, 2005’te de “vefat” etmiştir!..
Biz, elbette Kılıçdaroğlu’ndan daha kültürlü değiliz, daha iyi bilecek de değiliz!.
“2005’te ölen adama, 2010’da selâm gönderdiğine” göre, vardır bir bildiği!..
“Selâm” göndermek yerine, “Rahmetle anıyoruz” dese, hiç mesele olmayacak.
Ama, “CHP’nin kitabı”nda,
“Rahmet” yazmaz ki!..
FETVA DEĞİL, HUTBE!
Sinop’a kadar uzanmışken, Kastamonu’yu da unutmayalım... Bay Kılıçdaroğlu, Kastamonu’dadır...
Bay Kılıçdaroğlu Kastamonululara hitap ederken, “İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif”in, Kastamonu’da Kurtuluş Savaşımızı desteklemek için “fetva verdiğini” söylemiş!..
Doğaçlama konuştuğu için mi “fetva” deyivermiş acaba? Bir sürçü lisan mı yapmış?.. Ama hayır, konuşmasının devamında “Fetva verdi” diye tekrarlamış!..
Ama merhum Mehmet Âkif hiç fetva vermedi ki!
Fetva vermek için Âkif’in dini bakımdan da, hukuki bakımdan da yetkisi yoktu.
Büyük Âkif’in Kastamonu’da, Kasım 1920’de Nasrullah Camii’nde Milli Mücadele’ye destek vermek için yaptığı şey “fetva vermek” değildi; “vaaz vermek”ti!
Görüyorsunuz ya;
“Anayasa kitabı” ile “yemek kitabı” arasındaki farkı bile bilmeyen Bay Kılıçdaroğlu, “fetva” ile “vaaz” arasındaki farkı da bilmiyor!..
“Fetva” bir “hüküm”dür!..
“Vaaz” ise, bir “nasihat” ve “hitabet” şekli!..
Söyleyin Allah aşkına;
“Fetva” ve “vaaz” gibi “dinî kavram”lardan bile haberi olmayan bir adam halkla nasıl bütünleşir, halkla nasıl kucaklaşır?..
Bunlar için “halktan kopuk” diyoruz ya, işte ispatı!..
KÂĞITTEPE NEREYE DÜŞER?
Bay Kılıçdaroğlu; sadece “vaaz” ile “fetva”yı birbirine karıştırmadı ki!..
“Çok iyi bildiğini” söylediği İstanbul’a “belediye başkan adayı” olduğunda, “tepe” ile “hane”yi de birbirine karıştırıp, demişti ki;
“Ben, İstanbul’u çok iyi bilirim... Nurtepe’yi de bilirim, Kâğıttepe’yi de!”
Oysa, İstanbul’da “Kâğıttepe” diye bir ilçe yoktu... Bay Kılıçdaroğlu, belli ki Kâğıthane’nin “Kâğıttepe” olduğunu sanıyordu!.. Tıpkı, Gültepe’nin de “ilçe” olduğunu sanması gibi!..
Kaldı ki, tek karıştırdığı “semt”ler de değildi... İzmir’de yaptığı konuşmada da, “körfez”leri de birbirine karıştırmıştı.
Haliç’in İstanbul’da olduğunu unutan Bay Kılıçdaroğlu, İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde yaptığı konuşmada, “Başkan Haliç’i temizleyecek ve İzmirliler Haliç’te yüzecek” diye konuşmuştu. Bu sözleri, salondakileri kahkaha krizine sokmuştu.
Hele bir “oy kullanamaması” hadisesi var ki, tarih böylesini yazmadı!..
İnanın, bu “gaf”lara gülmekten yoruldum...
Ve yine inanın ki;
Kılıçdaroğlu’nun gaflarına güldüğüm kadar Cem Yılmaz’ın esprilerine gülemiyorum!..
Hani, bazı “kamyoncu”lar, kamyonlarının arkalarına; “tek rakibim THY” yazarlar ya; bu gidişle, Kılıçdaroğlu da “Cem Yılmaz’ın tek rakibi” olursa, hiç şaşmayın!..
Adam, tepeden-tırnağa mizah!
MİZAHIN ARKA BAHÇESİ!
Söyleyin Allah aşkına;
Halk Ekmek, 300 gramlık ekmeği zaten 40 kuruşa satarken “İstanbul’da ekmeği 40 kuruşa satacağız” vaadinde bulunmak,
Tunceli’de “anayasa değişikliğine ‘hayır’ deyin, herkese özgürce genel affın yolu açılsın” dedikten iki gün sonra Kayseri’de “terör suçluları çıkamaz” demek,
“Dersim’de analar ağlamadı mı” diyen Onur Öymen’i istifaya çağırdıktan sonra “Bizim misyonumuz partiyi zayıflatmak değil” diye geri adım atmak,
CHP Genel Başkanlığı’na “Aday olmayacağım” dedikten sonra “Adayım” demek,
Canlı yayında “YÖK’ü kaldıracağız” efeliğinden 40 saniye sonra “Bedelliden gelecek parayı YÖK’ün bütçesine aktaracağız” demek,
AK Parti hükümetini “Türkiye 1940’ların tek parti dönemine doğru gidiyor” diye eleştirdikten sonra tepki alınca “Tek parti dedim, İnönü dönemi demedim” gibi bir ‘izah’ta bulunmak,
“Türban sorununu çözeceğiz” dedikten sonra “Kızlar türbanla üniversiteye gidecek ifadesi kullanılmamıştır” diye açıklama yaptırmak,
Genel Başkan seçilince “ABD’ye gitmiyorum” diye tavır koyup ertesi hafta “CHP heyeti” göndermek,
Mizah değil de, nedir?..
Böyle bir Kılıçdaroğlu, “Cem Yılmaz’a rakip” olmaz da, kime olur?..
Hele, 26 Ağustos’ta gittiği Tunceli’de sarfettiği bir söz var ki, unutulmaz;
“Biz, Sayın Başbakan gibi; söz verip de sözünün arkasında duran bir insan değiliz!”
Daha sayalım mı?..
Yok!.. Bu kadar yeter!..
Çünkü, biraz daha gülersem, mideme kramplar girebilir!..
İşte böyle bir “mizah sembolü” olan Kılıçdaroğlu, şimdi kalkmış; “Fezleke hazırlatıp, beni hapsettirmek istiyorlar!.. Erdoğan’ın bana tahammülü yok” diyor ki, gel de gülme!..
Be adam; Erdoğan senden iyi “kum torbası” mı bulacak?..
Yoksa, “dövüldüğünün” farkında mı değilsin?..
Kim bilir, belki de “pişkin”liğindendir!..
===========
Dokunulmazlık tiyatrosu!
Gelin de, çıkın işin içinden... “Silivri’den Ankara’ya tünel kazıp, Haberal ve Balbay’ı Ankara’ya taşıma” plânlarının tartışıldığı günlerde ne diyordu Bay Kılıçdaroğlu?..
Diyordu ki; “Böyle bir düşüncemiz yok!”
Ama, günü geldiğinde “plân” devreye sokuldu ve her ikisi de “aday” yapılıp, seçilmeleri sağlandı!.. Peki, neydi amaç?.. Elbette, onlara “dokunulmazlık zırhı” geçirip, “Silivri’den kurtarmak”tı!..
Aynı Kılıçdaroğlu, şimdi kalkmış;
“Dokunulmazlığımı kaldırın” diyor!.. Elbette “müsamere” yapıyor, elbette “tiyatro”daki rolünü oynuyor!..
İyi ama, sormazlar mı adama; “Daha dün Haberal ve Balbay’a dokunulmazlık zırhı geçirip kurtarmak isteyen sen; bugün niye dokunulmazlığının kaldırılmasını istiyorsun?.. Dün yaptığın mı doğruydu, bugün yaptığın mı?..”
Kılıçdaroğlu için fark etmez...
Çünkü o, kurdukları “çadır tiyatrosu”nda kendisine verilen “rol”ü oynuyor, kendisine “ezberletilen” sözleri söylüyor!..
Kimbilir, belki de “vicdan azabı”(!) çekiyordur...
Öyle ya; Haberal ve Balbay’a “dokunulmazlık zırhı” geçirme sözü verdi ama başaramadı... Şimdi de; “madem onları kurtaramadım, bari ben Silivri’ye gideyim!” rolünü oynuyor olabilir!..
Savcılara “hakaret” yağdırıp, onları “tahrik” ediyor ki, millet “efelik” görsün, “erkeklik” görsün!..
Sizin anlayacağınız, “tiyatro” devam ediyor... “Samimi” olsa, “hakkında 14 fezleke” hazırlandığında koparırdı “cayırtı”yı!..