Önce "kamuya ait her ne var ise özelleşsin, piyasa bu işi daha iyi çözer" dendi.
Öyle ki özelleştirme yüzünden işini kaybedecek olanların sendikaları dahi bu güçlü " kanaat dalgasına " karşı koyamadı. En fazla " özelleşsin ama... " mırıldanmasıyla yılları geçiştirdiler.
Sonra özelleştirmenin eski cazibesi sönmeye başladığında " acaba her şeyi piyasaya bırakarak daha mı iyi yaptık? " sorgusu geldi. Yetmedi ; bu piyasa her şeyi çözmüyor kaygısına kadar ulaştık.
Kemal Derviş, krizden çıkış reçetelerini sıralarken " hükümetlerin rolü daha da artacak. Zira piyasaların kamu politikalarının parmağı olmadan kendi kendilerini düzenleyeceği fikri, tüm saygınlığını kaybetti " dedi.
Kısacası, piyasayı düzenleyen o " görünmez el "in hem akılcı hem de etik davranmadığı sorgulanıyor artık.
Üzerimize uzanan bu " görünmez el "in kimin sırtını sıvazlayacağı, kimin suratına yumruk atacağını kestirememek de cabası.
Genelde bu el, özelleştirme rüzgârları estiğinde de yığınca hata yaptı. Kamu yararı gütsün gütmesin, her kamu işletmesini " satıp savarak " özel sektörün buraları daha iyi yöneteceği " hilesine " başvurdu.
Oysa gördük ki özel sektör daha cevvaldi ama sanıldığı kadar akıllı değildi. Zaten 1990 sonrası sermayenin mobilitesinin arttığı ve mal ve hizmetlerin hızlı dolaşım ortamında " zenginliğin yeniden tanımlandığı ortamda ", kimse " acaba bu doğru mu? " sorusunu soramadı.
Zaten bugünkü krizin mimarı sayılan " doludizgin sömürü ", bizlere pek çok özel sektör kuruluşunun bizzat kendi CEO'larının işgalinde ve yağmasında olduğunu gösterdi.
Anlı şanlı Telekom 'un " özelleştirmezsek mahvolacağız " tehditleri arasında kamunun elinden çıkmasını hatırlıyorum; " TT özelleşecek ve bilişim sektörü gelişecek, ortalık güllük gülistanlık olacak " sözlerinin yalan olduğunu, hantallaştırılan ve müşterisini soyar hale getirilen bugünkü yapısından anlıyorum. Kamunun elinde iken hiç değilse bazı alanlarda sosyal sorumluluk sahibi eski KİT'lerin çoğu bugün, krizin pençesinde debelenmektedir.
Vaat edildiği gibi ne bir yönetim becerisi, ne bir finansal yaratıcılık ve ne de bir yenilikçilik sağlanamadığı gibi var olan istihdamı da sokağa saldıklarına tanık oluyoruz.
Şimdi Kemal Derviş 'in " krizden çıkma önerileri " içinde ilk sırada yer alan maddeye baktığımızda, " kamu otoritesi, bilançoları yeniden yapılandırsın, gerekiyorsa bankalara el koysun " deniliyor. Bir bakıma Batı'daki çöküşün neticesinde varılan " zehirli varlıklar " bizde de oluşsun önerisi bu.
Oysa biz Batı'nın bugün ulaştığı noktadan tam 7 yıl önce geçtik ve elimizde kalan o zehirli bankaların faturasını da fazlasıyla ödedik.
Med-Cezir dalgasında kamulaştırma fikri yeniden yükseliyor diye neden durup dururken " hovarda bankacıların " faturasına talip olalım ki? Kamulaştırma, devletleştirme uygulamalarına " şartlar gereği " ve küresel kriz yüzünden yeniden ihtiyaç duyabiliriz.
Fakat bunu yaparken " Batı'nın adımlarını birebir izlemek " zorunda değiliz. Hele ki bu yollardan daha önce geçmiş isek.
Derviş'in ikinci önerisi, sarmalın aşağı yönünü değiştirmek için gerileyen özel harcamaların yerine kamu harcamalarının devreye alınmasıdır.
Zaten 6 aydır bunu haykırıyoruz. En azından öğretmen açığımızı gidermek için kamu istihdam yaratsın, harcama alanları tanımlansın diyoruz.
Ve yıkıcı umutsuzluğa sürüklenmemeleri için en savunmasız insanlara yardım önerisi var Derviş'in...
Şimdi sormak lazım; " sosyal devletin zaten işi olan fakir fukaraya yapılan yardımları eleştirmek, hangi vicdana sığıyor? " Şu sıralar Batı'dan gelen öneri sağanağına bakıyoruz.
Araba kırılınca yol gösteren çok olur derler.
Fakat arabası kırıkların, ayakta kalabilenlere akıl vermesi de bir başka komik oluyor.
Wall Street Journal; " Türk hükümetinin saygınlığı zarar görebilir " diyor. The Economist; " büyüme azalabilir " diyor. IMF'ciler " anlaşın yoksa mahvederiz " tehdidinde.
İyi de; unutulan şu:
4 trilyon dolarını krize kaptıran ve binlerce işyeri iflas etmiş, milyonlarca insanı işsiz bırakan Batı, bize akıl verecek durumda değil ki.
Kırılası vicdansız Görünmez El 'in aklı da kalmamış.