Eğer “yurtdışı” denilirse, “pasaport” alarak, “ilk defa” yaptığım “yurtdışı” ziyaret “Yavru Vatan”aydı... O zaman da sormuştum kendi kendime; bu nasıl “yavru vatan”dır ki, “ana” vatandan “yavru” vatana “pasaport”la gidiyorum...
Gittik... Bir grup gazeteci arkadaşla; 1983 yılının Haziran ayında, “Denktaş’ın davetlisi” olarak gittik Kıbrıs’a... O zamanlar, henüz Kıbrıs Türk Federe Devleti’ydi... Yani, KKTC olmamıştı...
5 günlük gezi boyunca, hemen hemen Kıbrıs’ın her bir karışını gezmiş; “yöneticiler”den “halk”a, hemen herkesle görüşmüştük...
O geziden, “hafızama kazınan” tek söz şuydu;
“Ne işiniz var burada?..”
Bu sözü söyleyen, bize tahsis edilen otomobilin “şoför”üydü!..
Evet, aynen böyle diyordu;
“Ne işiniz var burada?.. Sizi biz mi çağırdık, niye geldiniz buraya?.. Biz, Rumlarla ne güzel anlaşıyor, birlikte yaşıyorduk!.. Geldiniz, aramızı bozdunuz!..”
Hayır, inanın abartmıyorum!..
Adamın söyledikleri, bu mealde sözlerdi... Eksiği var, fazlası yok!..
İşte o an yıkılmıştım...
Hâlâ da doğrulabilmiş değilim!..
ONLARI HİÇ SEVEMEDİM!
O günden bu yanadır ki; “Kıbrıs” denildiğinde, hep o sözü hatırlarım;
“Ne işiniz var burada?”
Yine o günden bu yanadır ki;
Mısır’da Hüsnü Mübarek’i, Filistin’de Yasir Arafat’ı, Türkiye’de Süleyman Demirel’i ve Kıbrıs’ta Rauf Denktaş’ı bir türlü sevemedim!..
Hâlâ da sevmiyorum...
Ne zaman onların adı geçse, onların, bu ülkelerin bağrına hançer gibi saplanmış birer “Truva Atı” olduğunu söylerim!..
Hâlâ da aynı görüşteyim!..
Onların, birer “ABD ve Avrupa kuklası” olduğunu düşünmüşümdür!..
Hâlâ böyle düşünüyorum!..
Ne var ki;
Bütün “kukla”lar birer birer gitmesine rağmen, bir “ABD kuklası” olan Hüsnü Mübarek hâlâ direniyor!..
Ama, dirense de gidecek!..
Demirel’in gittiği gibi!..
Denktaş’ın gittiği gibi, Zeynel Abidin bin Ali’nin gittiği gibi, Mübarek de gidecek!..
Zira;
“Halkıyla kavgalı” hiç kimse, uzun süre direnemez!..
Dolayısıyla, Mübarek de havlu atmak zorunda kalacak!..
Haa, “ABD’ye rağmen” ve “ABD’nin kontrolü dışında” gerçekleşen bu “halk ayaklanması”nın sonunda, ABD, elbette “ipleri eline almaya” ve “süreci yönlendirmeye” çalışacaktır!..
Çünkü, ortada İsrail vardır!..
Mısır’da “kukla bir rejim” kurulamaması demek, “İsrail’in can damarı”nın kesilmesi demektir!..
ABD; bırakın “kendi çıkarları”nı, hiç olmazsa “İsrail’in güvenliği”ni garanti altına almak için, “ayaklanma süreci”ni kontrol edip, Mısır’ın başına “yeni bir kukla” oturtmaya çalışacaktır!..
Hiç şüpheniz olmasın ki;
Muhammed el Baradey’in birdenbire ortaya çıkması, bir “ABD projesi”dir!..
Bir zamanlar Türkiye’ye gönderilen Kemal Derwish denilen adam nasıl bir “ABD kuklası” idiyse, şimdi Mısır’a gönderilen Baradey de, böyle bir “ABD kuklası”dır!..
Ki, şu anda “geçici devlet başkanı” olarak “yamanmaya” çalışılmaktadır ki; bir “kukla”dan kurtulmaya çalışan Mısır halkı, yeni bir “kukla”ya rıza göstermeyecektir!..
Özetle söylemek gerekirse;
“Halkın içinden çıkacak lider”, kesinlikle “ABD ve İsrail yanlısı” olmayacaktır!..
BU KİTABIN YAZARI KİM?
Nereden girdik bu konuya?..
Ben, aslında “Kıbrıs”tan söz ediyordum... Mübarek’ti, Denktaş’tı derken, lâf taa buralara geldi.
Her neyse, Kıbrıs’a dönelim.
KKTC, bugün “Türkiye aleyhtarı” gösteri yapacak hâle geldiyse; bunun kökü, taa eskilere dayanır!..
Haziran 1983’e dayanır!..
“O şoföre” dayanır!..
Demek oluyor ki;
“Türk halkının paralarıyla beslenen” ve “müreffeh bir hayat” süren Kıbrıs halkı, kendilerini besleyen Türkiye’yi “düşman” olarak, Ada’daki Türk askerini de “işgalci” olarak görmektedir!..
Sadece bugün değil,
Eskiden beri!..
Belki de 1974’ten beri!..
Peki, niye böyle oldu?..
Nasıl bu hâle geldi Kıbrıs halkı?..
Herhalde hatırlarsınız, bir olay anlatmıştım yıllar önce... Olay şuydu:
KKTC güvenlik görevlileri, “birileri”nin ihbar ve şikâyeti üzerine, bir “ev”e baskın düzenlerler... Vatandaşın evinde küçük bir kitaplık, orada da çeşitli kitaplar vardır... Polis, hepsini birer birer elden geçirir ve atar bir kenara... Sonra, en tepede duran bir “kitap” çeker dikkatini...
Uzanır ve onu da alır...
Evirir, çevirir, sonra içine bakar!..
Görür ki, yazıları “Arapça”dır!..
Sorar ev sahibine;
“Bu ne?.. Ne kitabı bu?!?”
“O” der, ev sahibi;
“Bir Kur’an-ı Kerim’dir.”
“Tamam, anladık” der, KKTC polisi;
“Kur’an-ı Kerim olduğunu anladık anlamasına da, hele söyle, bunun yazarı kim?!? Niye yazarın ismi yok kitabın üzerinde?!? Yoksa, bu kitap illegal mi?!?”
Hayır, “mizah” değil, “ayniyle vaki” bir olaydı bu!..
Yanılmıyorsam 1995 veya 1996 yıllarında yaşanmıştı...
“KKTC polisi” böyleyse, “sıradan halkın hâl-i pür melâli”ni varın siz düşünün!..
BOYNU “HAÇ”LI KIZ!
Hayır, onu da düşünmenize gerek yok... Çünkü, “KKTC halkının ne acınası durumlara geldiğini”, dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, 9 Nisan 2004’te canlı yayına katıldığı Star TV’de, Hulki Cevizoğlu’na açıklamıştı...
Rauf Denktaş, o programda; 14-15 yaşındaki bir kız çocuğu ile aralarında geçen diyaloğu anlatmıştı.
Boynunda “haç” bulunan kız çocuğuna, “Niye ay ve yıldız takmıyorsun? Sen Müslüman değil misin?” diye sorduğunu, ondan “Galiba Müslümanım!” cevabını aldığını belirterek şöyle devam etmişti:
“Suçu kendimizde görüyoruz... Gençlere dinî bilgi vermemişiz. Geç kalmışız... Bu vebal hepimizindir!”
Tabiî, Denktaş’ın bu “dehşet tablosu”nu düzeltmek için “kılını bile kıpırdatmadığını” söylemeye herhalde gerek yok!.. Ne Denktaş kılını kıpırdattı, ne M. Ali Talat ve ne de Derviş Eroğlu!..
Ve yine;
Aynı Rauf Denktaş ve o dönemin KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu’nun, Ada’ya gelen misafirlerine, hem de “Ramazan günü”nde, “içkili akşam yemeği” verdiklerini söylemeye de gerek yok!..
Ne demişler;
“İmam yellenirse, cemaat ortalığı batırır!”
“Cumhurbaşkanı” ve “Başbakan”ı böyle olan bir KKTC gencinin, “Galiba Müslümanım” deyip de, boynuna “haç” takmasını hiç yadırgamamak gerekir!..
“Büyük”lerin böyle bir derdi yok ki, “genç”lerin veya “çocuk”ların olsun!..
ERDOĞAN’IN TEPKİSİ!
KKTC, bu noktalara işte böyle böyle geldi... Ne “iman”ları var, ne “şuur”ları!..
Kız çocuğunun dediği gibi;
“Galiba Müslüman”lar!..
İşte bu “galiba Müslüman”lar, sonuncusunu 28 Ocak’ta gerçekleştirdikleri mitinglerde; hem “slogan” atmışlar, hem “pankart” açmışlar!..
Ve demişler ki;
“Göç yasasını getireni de, geçireni de götüreceğiz.
Kurtarıldık mı, HAS.. TİR.
Ankara ne paranı, ne paketini, ne de memurunu istiyoruz.
Ayşe’nin parası bitti, tatilde hırsız oldu.
Herkesin malına kondu, tatil bitti.
Ayşe evine dön, bilet bizden.”
Düşünebiliyor musunuz;
Kıbrıs’a tatile gidenlere “hırsız”, Ada’daki Türk askerine de “işgalci” diyorlar!..
Bu durumda siz olsanız, hiç sigortanız atmaz mı?.. Sonunda Başbakan Tayyip Erdoğan da fena halde öfkelenmiş ki; açtı ağzını, yumdu gözünü;
“Kuzey Kıbrıs’ta son günlerde provokatif eylemler var. Güney’le beraber yapıyorlar... Sonuncusu 28 Ocak’ta yapıldı.
Bize defol diyorlar.
Yönetimin duyarsızlığı var.
Cumhurbaşkanından başbakana kadar yönetimin tavrını açık ve net koyması lazım. Türkiye’ye karşı böyle bir eyleme hakları yok.
En düşük memurları 10 bin liraya yakın para alıyor.
Benim Başbakanlık müsteşarımın aldığı 5 milyar küsur.
Beyefendi, 10 bin lira alıyor bir de bu eylemi yapıyor utanmadan.
Üstelik yılda 13 maaş alıyorlar.
‘Türkiye buradan çek git’ diyor.
Sen kimsin be adam.”
BİR YILDA 13 AY MI VAR?
Ne yalan söyleyeyim;
Erdoğan, “Kırgızistan’daki Türk Büyükelçiliği”nde, bizlerle sohbeti esnasında bu sözleri söylerken, “13 maaş” ifadesine takılmıştı kafam...
Hadi “12 maaş”ı anladım da, bu “13 maaş” olayı da neyin nesi?..
Bir hafta “7 gün” değil mi?..
Bir yılda “365 gün” yok mu?..
“Ay hesabı”yla bir yılda “12 ay” olduğuna göre, KKTC memurları nasıl oluyor da “13 ay maaş” alıyor?..
Hem de;
En düşüğü 10 bin lira!..
Yılda eder 130 Bin lira!..
Oturdum, hesap-kitap yaptım!..
Topladım, çıkardım, böldüm, çarptım derken, “KKTC hesabı”nın sırrını çözdüm!..
Efendim;
Bir hafta “7 gün” ya, bir ayda da “4 hafta” var ya, hele çarpın 4 ile 7’yi!..
Etti mi 28...
Şimdi de, bu 28’le çarpın 12’yi!..
Ne çıktı?..
336...
Yıl “365 gün” olduğuna göre; 336’dan 365’e ne var?..
29 gün!..
Yani, “bir ay” daha!..
Sonunda anladım ki;
Adamlar “1 ay” diye bakmıyorlar olaya...
“Maaş”larını “4 hafta” yani “28 gün”e göre alıyorlar!..
Her aydan “2 gün” arttıra arttıra da, “bir ay daha” imal ediyorlar!..
İşte, “13 maaş”ı böyle alıyorlar!..
Haaa, hemen söyleyeyim;
Erdoğan “13 maaş” dedi ama, aslında “14 maaş” alıyorlar!..
Çünkü, bir ay da “ikramiye” alıyorlar!..
Yani, “en düşük maaş” alan bir memurun eline, yılda “140 bin lira” para geçiyor!..
Doğrusu, çok iyi para!..
Hele düşünsenize;
Türkiye’deki “Başbakanlık müsteşarı” bile “ayda 5 bin, yılda 60 bin lira” maaş alırken, KKTC’deki en düşük memur ücreti ayda “10 bin”, yılda “140 bin” lira!..
Yeme de, yanında yat!..
SEN KİMSİN BE ADAM?
Buna, sadece Erdoğan’ın değil, aslında herkesin isyan etmesi gerekir!..
Öyle ya;
Hem “Türk halkına hakaret” edeceksin, hem de “Türk halkının paraları” ile müreffeh bir hayat süreceksin!..
Ohh, ne alâ iş!..
Başbakan Erdoğan; “Sen kimsin be adam” demekte yerden-göğe haklıdır!..
Evet, evet;
“Sen kimsin be adam!”
O “slogan”ları atan, o “pankart”ları açanları, o “Türkiye ve İslâm düşmanı” adamları çok iyi tanırım ben!..
Bunları söyleyenler KTÖS Genel Başkanı Güven Varoğlu ile KTÖS Eğitim Sekreter Yardımcısı Besim Baysal ve bir avuç çapulcudan ibarettir.
Bir de KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil var ki, o, “kökten din ve Türkiye karşıtı”dır!..
Birkaç yıl önce aynen şöyle demişti:
“Bu ülkede Kur’an kursu asla olmayacaktır!.. Ne camide, ne okulda!”
Bu vatandaş, “kim”dir, “neci”dir ve bu “cür’et”i kimden almaktadır bilmem!..
Bildiğim şu ki;
KKTC’yi “babasının malı” zanneden bu vatandaşlar, böylesine “böğürecek” gücü, “benim paralarım”dan alıyorlar!..
Evet, “benim, sizin, hepimizin” paralarından!..
“Bizim vergilerimiz”den kesilen “milyon dolar”lar KKTC’ye gitmese, Şener Elcil denilen bu “sendikacı bozuntusu”, kesinlikle böyle bağıramaz!..
Ne “beynindekileri ağzından kusmaya” mecali olur, ne de “midesindekileri anüsünden def-i hacet” etmeye!..
Neymiş, “KKTC’de asla Kur’an kursu olmayacak”mış!.. “Türk askeri işgalci” imiş!..
Sen kim oluyorsun ulan!?!
Maaşını “Rum”dan mı alıyorsun, yoksa “benden” mi?..
Yok öyle “laiklik kalkanı”nın arkasına saklanıp da, beynindekileri kusmak!..
Kus!.. Öğür, böğür, kus!..
Hiç umurumda değil!..
Ama, “Kur’an-ı Kerim’e dil uzattığın” anda, bu defa ben “isyan”lara başlar, “KKTC’ye giden milyon dolarlar”dan, “benim payımın kesilmesini” haykırmaya başlarım!..
Bakalım, o zaman ne yaparsın?..
Açlıktan “nefes”in mi kokar, yoksa “dil”in mi sarkar, o zaman görürsün!..
BUNLAR, KIBRIS’I DA SATAR!
Öyle sanıyorum ki; Erdoğan, çok yakında bunun hesabını soracaktır!..
Bakalım, o zaman ne yapacaklar?..
“Kaçacak delik” mi ararlar, yoksa “oturacak kucak” mı, orasını bilmem!.. Kim bilir, belki de “Rum’un kucağı”na oturmaktan büyük “zevk” duyarlar!..
Türkiye’de “Ergenekon”un deşifre olması gibi, bir de KKTC’deki “Ergenekon” deşifre edilirse var ya, seyreyleyin ortaya dökülecek “pislik”leri!..
“Sendika binaları”nın ve “devlet daireleri”nin tapuları “Rumların üzerinde” çıkarsa var ya, hiç şaşırmayın!..
“Denktaş’ın torunu”nun bile “Rum pasaportu” taşıdığı bir KKTC’de, “ruhlarını satmış adamlar” aramaya hiç gerek yok!..
Sadece “ev”lerini değil, bu şuursuz adamlar; “ruh”larını da satmış Rumlara!..
Bunlar, Kıbrıs’ı da satarlar!..
Başbakan Erdoğan, bunlara kızmasın da ne yapsın?..
Adam o kadar “yabancı” ki!
Bay Kemal Kılıçdaroğlu geçenlerde AK Parti’nin icraatlarına “not” vermişti ya, dün de AK Partililer, Kılıçdaroğlu’na not vermişler... Ne yalan söyleyeyim; hayli “bonkör” davranmışlar...
Meselâ, “mantıklı düşünme ve hareket etme”de 3 vermişler ki, iyi bir not... Çünkü, Bay Kılıçdaroğlu’nun “düşünmek”le, “mantık”la hiç ilgisi yok... Adam, hiç düşünmeden; ağzına geleni söylüyor...
Eğer, söylediklerini “mantık süzgeci”nden geçirmiş olsa, sık sık “çark etmek” zorunda kalmaz!..
Doğrudur; Bay Kılıçdaroğlu, “top” görse, “karpuz” sanacak kadar dikkatsizdir!.. Malûm; Fenerbahçe’nin “efsane golcü”sü Lefter’in bile “kaleci” olduğunu söylemişti.
Bay Kılıçdaroğlu; zihnen “yerli” bir adam değil... “Halkın hissiyatı”na o kadar “yabancı” ki; kalkmış; “Ben olsam Mavi Marmara’nın gitmesine izin vermezdim” demiş!.. Doğru, izin vermezdi!.. Zaten bunun içindir ki; halk da CHP’ye bir türlü izin vermiyor... Yıllardır “iktidar” olamamalarının sebebi, işte bu “halktan kopukluk”tur!..
Baksanıza; “ayaklanan Mısır halkının bir Spartaküs beklediğini” söylemiş!.. Adam, halka o kadar “yabancı” ki; verdiği “kahraman” örneği bile yabancı!.. İnsan, hiç olmazsa, Fatih ve Atatürk derdi... Ama kendisi “Gandi” olunca, örnek verdiği kişi de “yabancı” oluyor!..
Demek ki; “kaset” ve “manşet”le gelince, bu kadar oluyor!..