Kürt-Arap savaşı Türk-İran savaşı

İbrahim KARAGÜL

IŞİD’in Kürtlerle çatışmayı genişleterek tırmandırmasını neye yormalıyız? Kobani’den, uzunca bir süre direndikten sonra çekilmesine rağmen Irak ve Suriye’de gücünü her gecen gün artıran örgütün; İran destekli grupları hedef alarak etkisini artırsa da, şaşırtıcı biçimde Kürtlere her cephede saldırması üzerinde çokça düşünülmeli. Sadece dün, Kerkük ve çevresinde yaşanan çatışmalar bile, IŞİD’in Kürtlerle çatışma alanını genişleteceğine işaret ediyor.

Arap ve Sünni karakterli hareketi, Şiileri hedef gösterirken, kimler Sünni Kürtlerin üzerine sürdü? Biz, IŞİD üzerinden mezhep eksenli bölgesel bir çatışma endişesi taşırken bir anda etnik çatışma haritasının daha da yayıldığını görmeye başladık.

Sanki birileri Arap-Kürt savaşının ya da ayrışmasının temellerini atıyor. IŞİD’i durdurmak İran için daha elzemken, birileri Kürtleri de IŞİD üzerine sürüyor. Sanki örgütün yol açtığı tehdit, Kürtlerle durdurulmaya çalışılıyor. IŞİD mi Kürtler üzerine yönlendirildi yoksa Kürtler mi bu tehdidi durdurmak için cepheye sürüldü, cevabı bulunması gereken önemli bir soru bu.

Irak işgali sonrası da Arap-Kürt çatışmasına tanık olduk. Sünni Arapların oluşturduğu direniş grupları, işgale ortak oldukları gerekçesiyle, Kuzey Irak yönetimini düşman belledi. Ama o kriz Irak içine hapsedildi ve bölgeselleşemedi. Bugün ise, Irak özelinde yorumladığımız ayrışma ve çatışma halinin Suriye’ye sıçraması ile, IŞİD üzerinden daha da yaygınlaştırılması ile, bölge genelinde var olan Arap-Fars nüfuz mücadelesine yeni bir cephe eklenmiş oldu.

En korkutucu cümle: “İslam kendi içinde savaşacak”

Son yirmi yıldır, beni en çok korkutan cümle “İslam kendi içinde savaşacak” cümlesidir. “İslam’ın sınırları kanlı” diyenler ve bu sınırlar üzerinden büyük güç hesaplaşmaları yürütenler, coğrafyadan yükselen siyasi itirazları etkisizleştirmek için bu tezi öne çıkardı. Maalesef bölgedeki siyasi sorunlar, adaletsizlikler ve basiretsizlikler bu tezi haklı çıkaracak sonuçlar üretti. Ve o tez gerçeğe dönüştü. Etnik ve mezhep kimliği öne çıkarılarak, bütün bölge liflerine ayrıldı, örgütler üzerinden olağanüstü ayrışma ve çatışma alanları oluşturuldu.

Birileri gerçekten de İslam’ı kendi içinde çatıştırıyordu.

Onlarca yıldır Ortadoğu’nun her köşesinde örtük bir şekilde devam eden Arap-İran savaşları bu tezin en önemli ayağıdır. Şii ve Sünni kimlikleri üzerinden kitlelere pazarlanan bölgesel güç mücadelesi, onlarca örgüt doğurdu, coğrafyanın her köşesinde cepheler açtı. Lübnan’dan sonra Irak’ta, Suriye’de devam eden, son olarak Yemen’de kendini hissettiren Arap-İran bilek güreşinin daha da yayılacağını göreceğiz.

Çözüm Süreci işte bu projeye meydan okuma

Türkiye’nin Kürtlerle barış çabası işte burada sadece Türkiye ile ilgili bir konu olmaktan çıkıyor. Çatışmaya ayarlı bölgeye tek ve çok değerli bir örnek sunuyor. Onlarca yıllık çatışma halini sona erdirip, geleceğe dönük ortaklık çabası içine giren Türkiye, “kendi içinde çatışma” tezinin önemli bir ayağını böylece boşa çıkarmaya çalışıyor.

Çözüm Süreci’ni “geniş anlamda” sorguladığımızda Türkiye’nin bölgesel ayrışmaya dönük sinsi hesaplara karşı mevzilendiğini göreceğiz. Ancak bir takım siyasi çevrelerin, işin bu boyutunu yeterince kavrayamadığı kanaatindeyim.

Buradan hareketle, Kürtler ve İran arasındaki ilişkilerin seyrinin de önümüzdeki yıllarca barıştan ziyade çatışmaya yöneleceğini pekâlâ söyleyebilirim.  Dikkat ederseniz, “o çatışma tezi”ni Ortadoğu’nun bütün kurucu etnik çevreleri arasında sergileyenlerin müdahalelerinin, Kürtlerle İran arasında da savaşı öne alan hazırlıkları öne çıkarmaya başladığını göreceksiniz.

Türkiye-İran savaşı istenecek

“Çatışma tezi”nin en önemli ayaklarından biri de Türkiye-     İran çatışmasıdır. Yıllar içinde amansız iki bölgesel rakip olan Türkiye ve İran’ı çatıştırmak için çok sayıda proje yürütüldü. İki ülkenin rejim sorunları bile bu amaçla kullanıldı.

İran-Arap mücadelesine İran-Kürt ve İran-Türkiye çatışması eklenecekti. Böylece kaos coğrafyası tam anlamıyla gerçekleşecek, mikro devletçikler kurulacak, garnizon ülkeler inşa edilecek, bölge bir yüz yıl daha toparlanamayacaktı.

Tek formül Selçuklu modeli

Bir gerçeğin altını çizelim: Bulunduğumuz coğrafyada her tür siyasi oluşum ya da güç inşası dört etnik unsurdan en az biriyle bağlı olmak zorundadır. Türklerin, Arapların, Kürtlerin veya İranlıların etkisinden arındırılmış hiçbir siyasi yapının ayakta kalması mümkün değildir. Bin yıllık “yakın” tarihte coğrafyada kurulan her devlet veya siyasi hareketin temelinde bu dört unsurdan birinin veya birkaçının imzası vardır. Kurucu ortaklığın zirve noktası Selçuklu yönetimidir. Selçuklular bu coğrafyayı birleştiren, kaynaştıran, ortak güç haline getiren son siyasi güçtür.

Dört unsuru da birbirine kırdırma, aralarını bozma, ayrıştırma ve ayrı bloklar içine savurma şeklindeki tez, 21. yüzyılda bölgeye yönelin en büyük tuzak, en derin oyundur.

Aslında bu tez, 20. yüzyılda uygulandı. Sadece Türkiye açısından baktığımızda bile, Araplardan nefreti öne çıkaran siyasi algı çalışması, deyimler üzerinden bile zihinlerimizi iğfal etmişti. Türkiye sadece Araplarla değil bütün bölge ülkeleriyle ilişkilerine mesafe koşmuştu.  O dönemde hiçbir ülke ya da etnik unsur aralarındaki bu ayrışmayı kıramamış, dört unsur arasında güçlü ortaklıklar inşa edilememişti.

Dört unsuru cepheye sürmek

Soğuk Savaş kamplaşmaları etkisini kaybedince bu unsurlar arasındaki siyasi ve kültürel geçişgenlik de arttı. Eski duvarlar kaldırıldı. Bölgesel ortaklığa dönük zayıf da olsa girişimler öne çıktı. Türkler, Araplar, Kürtler ve İranlılar arasındaki iletişim güçlendi.

İşte tam bu zamanda söz konusu senaryo devreye sokuldu. Dar etnik çatışmalara alışkın olan bölge, bu çatışmaların bölgeselleştiğini fark etti. Hem etnik hem de mezhep kimliği, bu kurucu unsurlar arasındaki yakınlaşmayı sabote etmeye dönük birer savaş gerekçesine dönüştürüldü. Örgütler kuruldu, devletlere hesap soruldu, yakınlaşma sabote edildi.

Şimdi sabotajın ötesinde bölge düzeyinde çok büyük bir savaşın yollarını açıyorlar. Bu savaş hem Arap-İran savaşı, hem Arap-Kürt savaşı, hem Kürt-İran savaşı, hem Türk-İran savaşı hem de Türk-Arap savaşı olarak planlandı.

İşte savaşın bölgeselleşmesi bu yolla sağlanacak.

Bu tuzak hepimize kuruldu

Dikkat edin bütün yolların o savaşa çıktığını, bütün gelişmelerin bölgeyi o noktaya bir adım daha yaklaştırdığını göreceksiniz.

On yıl sonra neler yaşanır bilmiyorum. Ancak rüzgarı tersine çevirmeye yönelik mücadeleye bütün gücümüzle destek vermemiz gerekiyor. Çözüm Süreci dahil, etnik ve mezhep ayrışmasına, kimlikler üzerinden savaş gerekçeleri üretilmesine karşı var gücümüzle karşı çıkmamız gerekiyor.

Çünkü bu tuzak hepimize kuruldu. Kürtlere de, Türklere de, Arap veya İranlılara da kuruldu. Tuzak bütün bölgeye ve tarihe kuruldu. Yeniden ayağa kalkmaya hazırlanan kitlelere kuruldu.

Siyasi gelecek, basiretli olanlar için zaferdir. Birinci Dünya Savaşı döneminde tanık olduğumuz dar ve kör bakışlılar için felakettir.

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.