Madem “çokuluslu saldırı”lar altındayız, bizim de bir çokuluslu cephe ya da cepheler inşa etme dışında hiçbir seçeneğimiz yoktur. Madem bizim ülkemize, coğrafyamıza “koalisyonlar” altında, “ittifaklar” altında geliyorlar, bizim de “koalisyonlar”, “ittifaklar” oluşturma dışında seçeneğimiz yoktur.
Madem 15 Temmuz bir “çokuluslu müdahale”, 28 Şubat bir çokuluslu müdahale, PKK üzerinden ülkemizin sınırlarının aşındırılmasına yönelik planlar birer çokuluslu müdahale, Suriye’nin kuzeyindeki “Türkiye Cephesi” hazırlığı bir çokuluslu proje, burada oluşturulması planlanan garnizon harita üzerinden dört ülkeyi birden parçalama senaryosu bir Batılı çokuluslu proje, bütün bunlara direnme hattımızı, karşı koyma girişimlerimizi, çokuluslu ittifak halkalarıyla biçimlendirmemiz zorunluluktur.
Türkiye çok büyüdü, çok daha büyüyecek
Onlar koalisyonlarla geliyorlarsa, onlarca devletle müdahale ediyorsa biz de bütün coğrafya ile hareket etmek durumundayız. Türkiye çok güçlü bir ülke, çok hızlı büyüyen ve güçlenen bir ülke. Bütün bu projelerin mimarlarını ürküten bir etkinlik genişlemesi yaşayan bir ülke. Ama güçlü bir bölge ile, bölgede güçlü bir Türkiye olarak bu mücadelenin üstesinden gelebilir.
Artık ulus devlet modelleri, yeniden inşa edilen coğrafyamız için de, güç haritası yeniden şekillenen geleceğin dünyası için de yeterli olmayacaktır. Doğu’da ya da Batı’da hiçbir ülke, artık böyle bir modelle geleceğin dünyasına direnme yolunu tercih etmiyor.
Türkiye o “çevre”sini harekete geçirmeli…
Korkunç bir açlıkla güç biriktirme, geçmişin iddialarını ve çevresini bugüne taşıma, 20. yüzyılın dar devlet algılamasının dışına taşma, genişleme telâşı yaşıyor. Böyle bir “çevresi” olmayan ülkelerin bir kısmı aşırı sağı güçlendirerek güç oluşturmaya çalışıyor.
Ama Türkiye, coğrafyası en geniş ülkelerden biridir. Üç kıtada izleri olan, mirası olan, “çevresi” olan, dostları olan bir ülkedir. Hiçbir bölge ülkesi böyle bir etkinliğe sahip değildir. Selçuklu’dan bu yana, direnişin kalesi olan bu topraklar, yükselişin siyasi genetiğini oluşturan bu millet, yeniden yükselecekse, bu “çevre”yi harekete geçirmek zorundadır.
Sınırlarımızı aşan bir “millet” algısıyla hareket etmek zorundayız
Onlar bizi Anadolu’ya hapsetmeye çalışıyorlar. Bunu yaparlarsa, Türkiye’yi kontrol ederlerse bütün bölgeyi kontrol edeceklerini biliyorlar. “Yeniden 20. yüzyıla zorlamak, yeniden ulus devlet sınırlarına hapsetmek”, en büyük projelerinden biridir.
Ama biz, bu formatla 21. yüzyılın fırtınasında ayakta kalamayacağımızı biliyoruz. Türkiye sınırlarını aşan bir “millet” algısıyla hareket etmek zorunda olduğumuzu biliyoruz. Bir coğrafyada ortak kimliği inşa etmek, mücadeleyi bütün coğrafyaya yaymak zorunda olduğumuzu biliyoruz.
İşte bu yüzden Afrin’de terör ve çokuluslu cephe ile mücadele ediyoruz. İşte bu yüzden Doğu Afrika’dan Balkanlar’a, Ortadoğu’dan Orta Asya’ya kadar mekik dokuyoruz.
Elini ne kadar uzağa uzatırsan o kadar güç biriktirirsin..
Geleceğin dünyası çok zor olacak. Bugün refah içinde yaşayan, hiçbir güvenlik sıkıntısı olmayan ülkelerin bile kısa zaman içinde nasıl tepetaklak olacağını göreceğiz. Devletten devlete değil, bölgeden bölgeye çatışma alanları oluşacak ve bunlar çok hızlı gelişecek, adeta şok etkisine yol açacak. Böyle bir dünyaya hazırlanmak, ezberleri bozmayı gerektirir, bir olağanüstü hareket gerektirir. Bunları sezip en kötüsüne hazırlanmayı gerektirir.
Türkiye bunu yapmaya çalışıyor. Kendisine yönelik bütün saldırıların, terör dalgalarının, sınırlarından çevreleme girişimlerinin “çokuluslu proje” olduğunu biliyor. Tehditleri sadece sınırın sıfır noktasında durdurma döneminin kapandığını biliyor. Elini ne kadar uzağa uzatabilirse o kadar güç kazanacağını biliyor.
“Güçlü Türkiye” bize yetmez, “Güçlü Coğrafya” da lazım…
Türkiye, içeride güç kazanıyor. 15 Temmuz‘dan beri, ortak düşmana karşı toplumsal direnç ekseni oluştu. Bunu şimdi Afrin operasyonunda görüyoruz. PKK bir dış tehdit, bir Amerika/Avrupa silahı olarak görülüyor ve Suriye’nin kuzeyindeki mücadele bir vatan savunması olarak kabul ediliyor. İşte bu zihinsel devrim büyük bir güçtür. Devlet aklı millileşirken işte bu güçten besleniyor.
Güçlü Türkiye inşa edebiliriz. Ama bu bize yetmeyecektir. Türkiye’nin etkinlik alanını yayarak bir “güçlü bölge” biçimlendirmeliyiz. Anadolu’yu savunmak, coğrafyamızın istikrarıyla mümkün olacaktır. İstanbul’u savunmak, Saraybosna’nın, Bağdat’ın gücüyle ölçülecektir.
“Güçlü Türkiye”den sonra “Güçlü coğrafya”, ondan sonra da “dünyada güçlü” şeklinde bir yol haritası izlemeliyiz. Dünyadaki gücümüz, bizim ve coğrafyanın gücüyle biçimlenecektir, bunu hiçbir zaman unutamayız.
Coğrafyanın her yerinde direnç adacıkları kurulmalı
Ama bu bölgede nasıl bir güç inşa erilir? Bölgedeki devletlerle ne kadar işbirliği yapılabilir? Var mı kendi başına hareket edebilecek, Batılı istilaya direnmeyi tercih edecek ülke. Maalesef sadece birkaç tane sadece. Peki o zaman ne yapmalıyız?
Devletlerle olmazsa, hükümetlerle olmazsa, bu ülkelerdeki, çevremizdeki, coğrafyamızdaki insanlarla, kitlelerle güç inşa edeceğiz. Elimizin uzandığı her noktada “direnç adacıkları” oluşturacağız. Bu direnç adaları, ölümcül bir zorunluluktur. Bir söylem dilini, bir siyasi duruşu yaygınlaştıracağız. Bölge ülkeleri işbirliği yapmazsa bir coğrafya milliyeti tanımlayacağız.
Biz bin yıldır hiç “ben” demedik, hep “biz” dedik
Coğrafyamızdaki bütün ülkeler o “çokuluslu saldırılar”la bu hale getirildi. İşgal edildi, iç savaş çıkarıldı, etnik ve mezhep kimliği üzerinden derin toplumsal ayrışmalar, kamplaşmalar oluşturuldu. 28 Şubat’tan 15 Temmuz’a kadar Türkiye’ye yönelik bütün müdahaleler “çokuluslu saldırı”dır.
Ülkemiz bugüne kadar kendi içinde mücadele verdi, ayakta durdu, gücünü artırdı, yürüyüşünü hızlandırdı, şaşırtıcı bir yükseliş başladı. O büyüdükçe, iddiaları büyüdükçe kavga da büyüdü. Şu an kavganın alabildiğine büyüdüğü bir dönemdeyiz. Suriye’nin kuzeyinde işte bu senaryonun bin bir çeşidiyle yüzleşiyoruz.
Bunun için elimizi dışarı uzattık. Bize yakın olanlara uzattık. Onların yanlarına gittik, gönüllerine gittik, evlerine misafir olduk. Onlara “biz” olduğumuzu hatırlatmaya çalışıyoruz. Çünkü bin yıldır, bu bölgede asla “ben” demedik. “Biz” dediğimiz için Selçuklu oldu, Osmanlı oldu, Türkiye oldu.
21. yüzyılın mücadelesidir bu. Dünya bizi bir kez daha görecek
Biz aslında sadece bir vatan savunması yapmıyoruz, bir coğrafya mücadelesi veriyoruz. Bir coğrafya inşa etmeye çalışıyoruz. Irak için de, Suriye için de, diğer bölge ülkeleri için de yol haritası çiziyor, dayanışma hattı inşa ediyoruz. Daha da dışarılara ulaşıyor, Afrika’nın derinliklerine, Latin Amerika’ya, Güney Asya’ya, Pasifik bölgelerine ulaşmaya çalışıyoruz.
Bir çokuluslu cephe, dayanışma hattı şarttır ve biz bunun için dünyayı dolaşıyoruz. O dayanışma hattı bölgedeki devletlerde değil, kimse yanılmasın. O direnç hattı coğrafyamızın şehirleriyle, sokaklarıyla, kasabalarıyla, köyleriyle kurulacak. Bu yüzden de uzanabildiğimiz her yerde direnç adaları bu yüzden oluşturulacak..
Hep demiyor muyuz; biz aslında 21. yüzyılın mücadelesini veriyoruz.
Ve biz yükselen gücüz, tarih yapıcı gücüz..
Dünya bizi bir kez daha görecek..