Biraz sonra Futbol Federasyonu eski Başkanı Mahmut Özgener’in oturacağı sandalyeye oturup ifade verdim.
Benim ifademi alan savcı, benden hemen sonra Özgener’in ifadesini alacaktı.
Savcının önündeki o sandalye aslında Türkiye’nin iki yüzünü gösteriyordu.
Şu anda iç içe geçmiş gibi gözüken eski ve yeni Türkiye bazen böyle tek bir sandalyede üst üste düşebiliyordu.
Kadıköy Basın Savcısı, BDP ve Leyla Zana hakkında yazdığım bir yazıdan dolayı benim “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan yargılanmamı isteyerek suç duyurusunda bulunmuştu.
Yazı, şu anda parlamentoda bulunan “meşru” bir partinin, “meşru” milletvekilinin sözlerine dayanıyor, o sözleri yorumluyordu.
Ama “eski Türkiye” hâlâ parlamentodaki bir “siyasi partiyi” terör örgütüyle eşdeğer tutup, o partinin milletvekilini terörist olarak görüyordu.
Beni oraya gönderen savcı Türkiye’nin gerçeklerinin farkında değilmiş gibiydi, ne Güneydoğu’daki gazetelere yansıyan günlük konuşmalardan, ne seçimler sırasında yapılan propagandalardan, ne devletin Öcalan’la müzakereler sürdürmesinden haberdardı.
On beş yıl önce beni aynı mahkemede defalarca yargılayan zihniyeti aynen sürdürerek bir kere daha beni oraya gönderiyordu.
Savcının kafasında “Kürt” ya da “Kürdistan” sözcüğü doğrudan doğruya “terörle” çakışıyordu.
Yeni Türkiye o noktaları çoktan geçmişti.
Ama savcı on beş yıl öncede kalmıştı.
Bunu da çok yadırgamamak lazım belki.