Medya ve iktidar

İktidarların medyadan şikâyet ettikleri ilk ülke değil Türkiye, son ülke de olmayacak; görev alanlarının doğasında birbirini rahatsız etmek var çünkü.

Bizde yalnız siyasal iktidar değil devlet iktidarı da medyadan şikâyetçi; bir albayın intiharı üzerine Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı açıklama müthiş sertti. En son Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün hukukilik ve usule uygunluk daveti de, bazı çevreler tarafından, medyaya dönük eleştiri olarak yorumlandı.

Medya içerisinde de ancak 'iktidar' sözcüğüyle tanımlanabilecek kişiler var; Genelkurmay'ın “Bir şeyler yapılsın” diyen sert açıklamasından sonra onlar da beğenmedikleri meslektaşlarını sağa-sola ihbar etmeye başladılar. Yazılarını okuma zahmetine bile katlanmadan hem de...

Ne yapalım, kaderimiz böyleymiş diye bayrağı yere indirecek değiliz ya! Biz de medya-iktidar ilişkisinin doğru biçiminin nasıl olması gerektiğini yazarız. Genelkurmay Başkanlığı'nın son açıklaması üzerinden bunu yapmak hiç de zor olmayacak.

Herhangi bir konuda ortaya atılan bir 'iddia' yargı süreci için bir başlangıç noktasıdır; basın-yayın organları için ise, 'iddia', önemliyse, haber konusu da olabilir. Medya, iddiaları, 'iddia' olduğunu belirterek elbette yayımlayabilir. Olduğu çerçevenin dışına çıkarmadan, çarpıtma ve mübalağa işlemlerine maruz bırakmadan tabii...

Gazete ve televizyonlarda yayımlanan 'haberler'in büyük bir bölümü ilk elde 'iddia' niteliğindedir.

İktidar sahipleri, çeşitli devlet birimleri, hatta tek tek şahıslar gazete ve televizyonlarda çıkan haberlere kızabilirler; tepki de verebilirler... Ancak, bilmeleri gereken, gazetecilik mesleği içinden insanların o konuda kendileri gibi düşünmedikleridir.

Buna karşılık, gazeteciler de, çeşitli devlet birimlerinin tepkisel davranışlarını anlamakta zorlanabilir. Sözgelimi, Genelkurmay Başkanlığı'nın intihar eden albayın ardından yaptığı açıklama, basın mesleği açısından, kolay kabul edilebilecek bir metin değil. “Yetkili ve sorumlu makamlar ile sağduyulu medyanın üzerlerine düşen görevleri yerine getirmesi” isteniyor; hatta “Söylem yerine gerekli tedbirleri alma zamanıdır” diye ayrıca vurgu yapılıyor.

O konuda ne yapabilir ki medya mensupları? Birbirlerinin boğazına mı sarılsınlar? Yoksa birileri durumdan vazife çıkartıp başkalarını haksız yere itham mı etsin?

İntihar eden albayın görevi sırasında meydana geldiği 'iddia edilen' kanun-dışı davranışlar, bir iddia olarak da gündeme gelse, medyanın ilgi alanına girer. Nitekim, yıllar içerisinde konuyu ele almayan gazete kalmadığı görülüyor. Haberler üzerine yapılması beklenen, iddianın muhatabı olan kişinin mensup olduğu kurumun o davranışları adli açıdan soruşturmasıdır. Soruşturma yapılmış ve sonuçlandırılmış ise, medyayla paylaşılması durumunda, o da bir başka haber konusu olacaktır.

Şimdi buradan soralım: Açıklamaya konu edilen haberlerde sözü edilen kanun-dışı davranışlarla ilgili herhangi bir soruşturma açılmış mıdır? Açılmamışsa neden? Açılmışsa sonucu ne oldu?

“İhbarcının 'itirafçı' kimliği sebebiyle muteber olmaması” yeterli bir sebep teşkil etmiyor; çünkü o kimliği kendisine veren ve getirdiği istihbarata itibar ederek operasyonlar düzenleyen yine aynı kurum değil mi? İtirafçılara maaş bağlandığı da biliniyor. Getirdiği istihbaratla operasyon düzenlenirken söz konusu edilmeyen 'itirafçı=iftiracı' denklemi, aynı kişi katıldığı operasyonlar hakkında konuşmaya başladığında rahatlıkla kuruluveriyor.

Gazeteciler açısından itirafçının iddialarının haber yapılması değildir şaşılacak olan, hakkında soruşturma açılması beklenen kişinin devlet madalyası ve devlet töreniyle taltif edilmesidir.

Biz artık öğrendik ve bu tür gelişmelere pek şaşırmıyoruz; “İddia haber yapılır mı?” diye soranlar da iddialar üzerine oturan haberlerle karşılaşınca şaşırmamalı...