Politika, bir tercihler silsilesidir.
Seçtiğin amaç, o amaca ulaşmak için seçtiğin yöntem, amaca giden yolda seçtiğin müttefik, senin politikanı oluşturur.
AKP, demokrasiyi amaçlayan, bunun için Avrupa Birliği tarikiyle dünyalaşmayı yöntem olarak seçen, bu yolda dünyanın ve Türkiye’nin demokrat güçleriyle ittifak yaban, muhafazakâr tabanlı bir partiydi.
Tabanını muhafaza ediyor.
Ama politikasını, amacını, yolunu, müttefiklerini değiştirdi.
Şimdi, devletleşerek otoriterleşmeyi amaçlayan, yolunu Avrupa’dan ve gelişmiş dünyadan ayırarak askerîleşmeyi seçen, bu yolda da “eski devletle” ittifak kuran bir parti oldu.
Bu değişikliği, siyasette çok sık rastlanmayan bir hızla gerçekleştirdi.
12 Eylül referandumundan bu yana bir buçuk yıl bile geçmedi, o referandumdan önce AKP’nin söylediklerine, yaptıklarına, vaatlerine bakın, bir de bugüne bakın.
Bugün, Uludere katliamından sonra Genelkurmay Başkanı’na “teşekkür eden”, Kıbrıs’ta bir zamanlar kıyasıya mücadele ettiği Denktaş zihniyetini yücelten, Kürtlerin haklarını “sözde” bile savunmayan, darbe yasalarına dokunmayan, Avrupa Birliği kriterlerine omuz silken, Sayıştay Yasası gibi yasalarla orduya ayrıcalıklar tanıyan, andıç sanığı paşaları “tanırım, iyi paşadır” türü açıklamalarla kollayan, halkını değil devletini sakınan bir parti var karşımızda.
Bu, AKP’nin tercihi.
Onlara söyleyecek bir sözümüz yok.
Daha önce denenmiş olan bir yolu bir daha deneyip, oranın çıkmaz sokak olduğunu deneyerek öğrenecekler.
Burada önemli olan AKP’nin tabanını oluşturan muhafazakârlarla Kürtlerin bundan sonra ne yapacağı.