“Balo kıyafetiyle süslenmiş bir kadın görünce korkuyorum…”
Böyle söyletir Tolstoy, Kreutzer (Kroyçer) Sonat kitabının erkek kahramanına.
Şüphesiz konuşan, Tolstoy’un ta kendisidir.
Rus toplumunun geleneksel kabuğunu kırarak Batılılaşmaya başladığı bir dönemde aristokratlar arasında yaşanan değişime karşı söylenir bu sözler.
Ve devam eder büyük yazar: “Bunda insanlar için tehlike, yasaya aykırı bir durum görüyorum. Polisi çağırıp, tehlikeden korunmak için yardım istemek, tehlikeli nesneyi alıp götürmelerini talep etmek istiyorum. Kadınların şehvet uyandıran kıyafetlere bürünerek erkekleri baştan çıkarmalarına, genel rahat ve huzuru kaçırmalarına nasıl izin verildiğine hayret ediyorum. Buna uygun davranmak piyasa yerlerinde yollarda tuzaklar kurulmasına göz yummak gibidir. Hatta ondan da kötüdür…”
Tolstoy’un kastettiği “yasa”, mahkemelerin tanıdığı yasa değildir.
Ama yine de güvenlik güçlerini yardıma çağırır yazar…
Çünkü ona göre bu durumda, toplum için büyük bir zarar söz konusudur.
Zarar elbette manevidir.
Tolstoy da her soylu ruh gibi bu manevi zarara dikkat kesilir.
Çünkü ruhlar bir kere, bir anlığına dahi baştan çıktığında, tıpkı Tolstoy’un Dirilişromanının kahramanı Nehludov gibi ağır bir kefaret ödemek durumunda kalmak işten bile olmaz...
Tolstoy’un eserlerinin temelinde yatan derin tartışma bu “kefaret” olgusuyla ilgilidir zaten.
****
Yaslanaya Polyana’da sessizlik ve huzur içinde yaşayan Tolstoy, hayatını “ahlakın” kaynağı ve ilkeleri üzerine düşünerek geçirir. “İnsanın ne yapması gerektiği konusunda ona hakikaten yol gösteren sadece ve sadece dindir.”diyecektir bu nedenle. Toplumun baştan çıkarılmasına, dinin vaaz ettiği “yasaya” aykırı olduğu için itiraz eder.
İktibas ettiğimiz bu sözleri söyleyen Tolstoy’un sosyal medya kullandığını, pop müzik kanallarını izlediğini, magazini takip ettiğini, dizi seyrettiğini düşünün…
Ahlaki tutarsızlığımızın, İsevi bir mü‘minin gözünden nasıl görünebileceğini…
Balo kıyafetinde dahi, genel rahat ve huzuru tehdit eden bir taraf gören bu büyük yazar, başörtülü Ayşe teyzeyle beraber bedenlerin cümbüşünden farksız TV dizilerini izlemeye tahammül edebilir miydi sizce?
****
İslam tarihinde söylenilen o muazzam sözleri ve söyleyen büyük isimleri bir kenara bırakırsak, bedenlerin teşhirinde toplum adına sorun gören ne ilk ne de son kişidir Tolstoy…
Kendisinden yaklaşık üç yüz yıl önce, hem protestan reformist hem de bir eğitimci olan Peter Paolo Vergerio’nun çocuk eğitimiyle ilgili söylediği şu sözler bugün öneminden ne kaybetmiştir:
“Çocukların safiyet düzeyini en yüksek mertebede tutabilmek için onların dans gibi, cinsellik çağrıştıran gösteriler gibi baştan çıkarıcı şeylerden uzak tutulmaları gerekir…”
Vergerio bugün yaşasaydı, “safiyet” denilen şeyin anlamını bile bilmeyen pop müzik takipçisi YouTube kuşağı ile ilgili neler düşünürdü acaba…
Survivor’da olduğu gibi cinsellik çağrıştıran gösterileri izlemek konusunda herhangi bir mahzur görmeyen günümüz ebeveynleri Vergerio’yu ve onun eğitim kuramını muhtemelen fazla mutaassıp, çağdışı bulurlardı.
Her iki alıntıda da “baştan çıkarma”ya dikkat çekilmesi ve Vergerio’nun “safiyeti” nazara alması da rastlantı olmasa gerek.
Ahlak, baştan çıkarıcı her şeye hemen hemen aynı gözlerle bakar.
Çünkü onun baştan çıkarılmaya tahammülü yoktur.
Onun için baştan çıkmak, ebedi huzurdan ayrılmanın, cennetten kovulmanın simülasyonudur.
****
Fakat günümüz toplumunda çıplaklığı fragmanlarla, reklamlarla, dizilerle, kliplerle normalleştirenler hiçbir ahlaki yasayı dikkate almıyorlar.
Onlar yalnızca ilahi yasalara değil, Türk Ceza Kanunu madde 226’da açıkça belirtilen unsurlara da karşı geliyorlar.
Kanunu hatırlamakta fayda var… “Bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı ve sözleri içeren… Bu içerikleri alenen gösteren, sergileyen, okuyan, okutan… kişi altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ve idari para cezası ile cezalandırılır.”
Uygulanıyor mu peki ?
Hayır!
Uygulansın diye oluşan sivil bir tepki var mı peki?
Yine, hayır!
Günümüzün çok önemli meselelerinden biri olan ve toplumu çepeçevre kuşatmış teşhircilik, bir okuyucunun “iç giyim dükkânlarının önünden geçerken yüzünü ister istemez yere çevirmek zorunda kalmasından bahsettiği” bir elektronik postayı hatırlattı bana.
Okuyucumuz o postada bizden bu tür vitrin reklamlarının cezalandırılması ve olabiliyorsa,
kaldırılmasıyla ilgili yardım istiyordu.
Neden yardım istiyordu okuyucu?
Çünkü tüm modern göstergelerine rağmen muhafazakâr ve geleneksel sembollerle kuşatılmış bu toplumda sayın okurumuz ve elbette Tolstoy gibi çok az kimse çıplaklıkta “yasaya aykırı” bir yan görüyordu.
Bu da teşhirin ilgili kanuna rağmen yaygınlaşması ve sıradanlaşmasını sağlıyordu. Sayın okurumuz gibi bazıları da bu tip bir vitrinin önünden geçtiklerinde yüzlerini utanç verici bir şey yapmış gibi başka yöne çevirmek durumunda kalıyorlardı.
****
Tolstoy bugün bir Anadolu köylüsünün televizyonda gördüklerinin belki yüzde birini gördüğü halde toplum adına “korkuya” kapılmaktan kendini alamamıştı.
Aynı tablonun değil eğlence düşkünleri, bu ülkenin makul topluluklarında bile korku değil de “heyecan” oluşturmasını, kent erotizmi dizilerin ailecek tüketilmesini neye yormalıyız?
Her iki cinsin de çıplaklığı üzerinden bir reklam, klip, magazin ve dizi sektörü oluşturulmasının bu ülkede yalnızca küçük, tepkisiz bir azınlığı rahatsız etmesi ve kimseyi toplum adına Tolstoy gibi “korkutmaması” neyle izah edilebilir?
Buradan hareketle kimin dindarlığında bir sorun olduğu sonucuna varabiliriz?
Yani, ahlaka aykırılıkta toplum adına korkulacak bir yan bulan Tolstoy’un mu?
Yoksa ahlaka aykırılığı reytingle ödüllendiren bizlerin mi?
Elbette inanmak istiyorsak, “dindarlığın türü ve biçimi değişti canım” gibi çağdaş, pragmatik yalanlar uydurabiliriz.
Yalanlara inanabiliriz ama yalanlarla yaşayamayız…
Zaten toplumumuzdaki çıplaklığı gözlemleyen bir yabancının, ya “yasadan” kaynaklanan ahlak ilkelerinin ya da “yasanın” kendisinin değiştiğini düşünmesi doğaldır...
Bu tür konularda bizim kadar kayıtsız olmayan bir toplum örneğini Aliya İzzetbegoviç’ten alıntılayarak aktarmak istiyorum.
Norveç’te 1981 senesinde “Pornografi ve Fuhşa Karşı Hareket Grubu” adında sivil bir hareket oluşturulmuş. Meydanları dolduran bu hareket sayesinde müstehcenlik içeren resim, film, dizi gibi yayınlara karşı yasalar çıkarılması sağlanmış. Çünkü bu hareket, dört milyon nüfuslu Norveç’te dört yüz bin üye toplamayı ve bütün bu üyeleri organize etmeyi başarmış... Yani, ülkenin % 10’unu…
Türkiye için düşünürsek bu oran yaklaşık sekiz milyona denk geliyor…
Değil sekiz milyon, sekiz yüz bin, seksen bin, sekiz bin, sekiz yüz… Norveç’teki gibi demokratik bir şekilde meydanlara çıkacak seksen kişilik bir topluluk oluşturabilir miyiz acaba, ne dersiniz?