On yıldır başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Zaman zaman insanları kızdıracak sözler söyleyip, şaşırtıcı işler de yapsa Türkiye’nin değişiminde çok önemli bir rol oynamış, cesur, kararlı, vicdan sahibi, barışı getirebilmek için “İmralı’yla da görüşülür” diyen ve görüşmeleri açan, Kürt açılımını başlatan, “analar ağlamasın” diyen, askerî vesayeti gerileten bir adam.
Bu Erdoğan’ın son zamanlarda yaptıklarını kavramak ise çok zor.
Dünkü konuşmasına bir kulak verin.
Bir insanın “kürtaj” ve “Uludere” sözcüklerini birarada kullanabilmesi için sadece vicdanından vazgeçmesi yetmez, akılla da bağını koparmış olması gerekir.
Ne demek “her kürtaj bir Uludere’dir”?
Devletin yaptığı bir katliamla kürtaj nasıl benzeşir, hangi akıl böyle bir benzetme yapabilir?
Aynı konuşmada söylediği bir başka cümle daha var ki onu anlamak hiç mümkün değil; “Ben sezaryenle doğuma karşı olan bir başbakanım, bunların planlı yapıldığını biliyorum ve bunun bu ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum,” diyor.
Ne planı, kimin planı?
“Sezaryen” yaptıran anneler, sezaryen yapan doktorlar “ajan” mı, “düşman bir güç” hamile kadınlarla doktorları ele mi geçirdi?
Nasıl bir paranoyayla karşı karşıyayız?
Herkesi, her şeyi “düşman” gören, her şeyi “planlarla” açıklayan bir “akıl” nereye doğru gidiyor?
Ben, bu sözlerin sağlıklı bir aklın eseri olduğuna inanmakta zorluk çekiyorum.
Başbakan’ın vicdanı ve aklı zorlayan açıklamalarını, “tazminatsa tazminat” insafsızlığını savunmak için bin bir perende atan, isimlerini lekeleyen “muhafazakâr” yazarlarla, AKP’nin Erdoğan tarafından sık sık aşağılanan yöneticileri belki fark etmiyor ama “dürüst” Müslümanlar Uludere faciasından sonra yaşananlardan ciddi biçimde rahatsızlar.