Sizin cevabınızı bilemiyorum ama, “Bugün sahip olsanız sizi daha mutlu kılacağını düşündüğünüz şeyler nelerdir?” sorusuna ankete katılan insanların büyük kısmı “para” diye cevap vermiş.
Anketin nerede yapıldığının bir önemi yok!
Kapitalistleşmiş toplumlarda belirleyici tek güç para olunca, insanlardan başka bir cevap almayı ummak faydasız oluyor…
Para sanıldığı gibi bir mutluluk aracı mı?
Zengin olmadan mutlu olabilmek mümkün değil mi?
Modern toplumun kuruluş felsefesini sorgulayan bu sorulara nasıl bir cevap vermeliyiz?
Eğer zenginlik mutluluğun temel şartı olmuş olsaydı tüm zenginlerin mutlu olmaları icap ederdi.
Yine tüm zengin ülkelerde de insanların mutluluktan havalara uçmaları gerekirdi.
Bazı zengin ülkelerin mutlu bir profil çizdikleri doğru ama bir başka doğru da mesela dünyanın en vahşi edebiyat eserlerinin yine aynı ülkelerde kaleme alınıyor oluşu…
Şayet zenginlik ve mutluluğa ilişkin neden sonuç ilişkisi doğru olsaydı, Türkiye’de yaşayan insanlar olarak bizlerin, ekonomik olarak bizden çok geride olan Boşnaklardan daha mutlu olmamız gerekirdi.
Ama değil.
Medya tersine inandırmaya çalışsa da aslında mutluluğun zenginlikle doğrudan bir ilişkisi yok.
Zenginliğin hayatı kolaylaştırdığı doğru ama kolaylığın insanları mutlu kılmadığı bir gerçek.
Mutluluk ile zenginlik arasında nasıl bir ilişki olduğunu merak eden Amerikalı ekonomist Richard Easterlin Amerika’nın gayri safi hasıla anlamında en büyük sıçrama yaptığı bir dönemini, araştırması için çalışma alanı olarak belirlemiş. 1945 ile 1970 arasında ki bu dönemde Amerikan ekonomisi inanılmaz bir yükselme yaşadığı halde toplumun mutluluk oranı şaşırtıcı bir biçimde %40’ta kalmış.
Enteresan olan bu oran geçen otuz beş yılda hiçbir değişim geçirmemiş.
Böyle bir sonucun ekonomi çevrelerinde nasıl bir etki uyandırdığını tahmin edebilirsiniz. Ekonomik refahın mutluluğun başlıca nedeni olduğuna iman eden söz konusu çevreler sonuçlar karşında şaşkına dönmüşler.
Benzer bir araştırma Fransa’da da hayata geçirilmiş.
1975 ile 2000 yılları arasında ülke ekonomisi %60 büyüdüğü halde bu iki dönem arasında hayatından memnun olanların oranı hiç değişmeden % 75’te kalmış.
İngiltere’de yarım asırda ekonomik büyüme üçe katlandığı halde mutlu olanların oranı 1957’de %52 iken, 2005 senesinde %36’ya gerilemiş.
Görülüyor ki zenginlikle paralel olarak mutluluk oranları artmıyor hatta düşüyor.
****
Birbirlerine facebook, ınstagram ve twitter gibi sosyal bağlarla bağlanmış reklamlar, magazin ve dizilerle kışkırtılmış modern toplumlar sinelerinde mutluluklarına engel olan bir virüs taşıyorlar. Bu virüs insanların sahip oldukları ile yetinmelerini, sahip olduklarından mutlu olmalarını adeta imkansız kılıyor. Çünkü insanlar sosyal medya ve televizyon sayesinde aralıksız acı verici bir mukayese duygusuyla yaşıyorlar.
Kendi bedenlerini, sahip olduklarını, hayat standartlarını “ötekiyle” karşılaştırıyorlar.
Ötekinin sahip olduklarına göre kendi mutluluk düzeyleriyle ilgili bir karara varıyorlar.
Bu onların mutlu olma imkanlarını da ellerinden alıyor aslında.
Hem de sağlık, aile, arkadaşlık ve iş konusunda bir eksiklikleri olmadığı halde…
Tıpkı Jules Renard’ın modern bireyle ilgili ifade ettiği gibi, ”Mutlu olmak yetmez, başkalarının da mutlu olmaması gerekir.”
Mutluluk bu kadar çok başkasına/başkalarına bağımlı bir duygu durumu olunca, insanlar neye sahip olurlarsa olsunlar mutsuz olmaları kaçınılmaz hale geliyor. Mutsuz insanlardan müteşekkil bir toplumda gayet tabii mutsuz bir toplum oluyor.
Araştırmalar gelir uçurumunun olduğu semtlerde yaşayan insanların, gelir seviyeleri birbirine yakın semtlerde yaşayanlara göre daha mutsuz olduklarını ortaya koyuyor.
Çünkü zengin olduğunu varsaydıkları başkalarının zenginlikleri, o kadar da zengin olmadığını düşünenleri mutsuz ediyor. Varın siz, magazin ya da dizi izleyicilerinin psikolojilerini düşünün…
Dizilerin ısrarla anlattığının aksine maddi konfor bizi olduğumuzdan daha mutlu yapmıyor ve sosyal medyanın mukayese baskısı bizi sahip olduklarımıza rağmen mutsuzlaştırıyorsa, bu gidişata bir dur dememiz gerekmiyor mu?
Popüler kültürün “zengin ol” çağrılarına kulak tıkayarak, başkalarının sahip olduklarına kıskançlık duymaya son vermemiz huzur için en kestirme yol değil mi?
Bunun için önce televizyonun hayatımızdaki fonksiyonunu azaltıp, sosyal medyanın kanaatlerimiz üzerindeki etkisini düşürmemiz ve ardından sahip olduklarımız için Allah’a daima şükretmemiz gerekiyor.
Şükretmek razı olmak anlamına da geliyor.
Allah’ın bahşettiklerinden razı olmak…
Burada bir makas ortaya çıkıyor, Allah’ın verdiklerinden razı olacak mıyız, yoksa olmayacak mıyız?
Televizyondaki debdebe dolu diziler ve internetin sınırsız dünyası bu “şükür”, “rıza” halini yok ederek insanları haset duygusuyla dolduruyor.
Mutlu olmak için modern toplumun dayattığı oyuncaklara hiç ihtiyacımız yok aslında. Cenab-ı Allah bunun için, “Allah’ın bazınıza, diğerinden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin“ diyor.
Ayet, bu temenninin altındaki şükürsüzlüğün insanı mutsuz edeceğini ve bu durumun da Allah’a isyan anlamına gelebileceğini anlatmak istiyor belki de.
Jean Jacques Rousseau’nun “sahip olma limitimizin altındaki şeyleri istediğimizde zengin, üstündekileri istediğimizde fakirizdir” sözü zenginlik ve fakirliğin göreceli bir kavram olduğunu ne kadar güzel özetliyor.
O halde mutluluğu sahip olmakta veya başkalarının sahip olduklarımıza sahip olmayışında bulmaya çalışmayalım.
Seneca’nın söylediği söz hayli manidar, “daha mutlu biri senin içini kemirdikçe asla mutlu olamazsın.”
Ne varlığa sevinen, ne yokluğa yerinen, Aşk’ı ile avunan Yunus’un söylemeye çalıştığını düşünelim…
“Kalplerin ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olacağını” da unutmayalım…