Türkiyede Avrupa Birliğini isteyen pek çok aydın ve bu aydınlara teveccüh gösteren önemli bir toplumsal destek var. Bunun yanında kayıtsız-şartsız Avrupaya teslim olmayı düşünüyorlarmış gibi yanlış bir algıda sözkonusu onlarla için. AB karşıtlarının bu meyanda bir muhalefet üretiyor olması yanlış algının önemli bir sebebi olabilir. Çünkü Türkiyede AB destekçilerinin yapısına baktığımızda karşımıza bunun aksi bir durum çıktığını görüyoruz.
Yani AByi destekleyen yüzde 70 dolayında bir gurubun çok çok büyük bir kesiminin, sadece Türkiyenin yönetsel açıdan aksayan yönlerinin bertaraf edilebilmesi için AByi savunduğu çok açıktır. Yoksa birkaç lümpen azınlık dışında kimsenin Avrupacı olduğu falan yoktur. Bu bakımdan 28 Şubat bana göre bir dönüm noktasıdır; ABye bakışı toplum nazarında önemli ölçüde değiştirmiştir. Çünkü 28 Şubat, bu ülkede Devletin Sevmediği Adamların iktidarda kalamayacağını belgeleyen en önemli vesikaydı. 16 yaşında bir lise talebesiydim o zaman
Televizyonu her açtığımda karşıma Fadime Şahin, Ali Kalkancı ve sahte şeyhler çıkar dururdu.
Medyayla, askerle, ajanlarla hazırlanıp sahneye konan, seçilmişleri iktidardan uzaklaştırma ereği güden enfes bir kabareydi bu sanki
Ya da bir dram!
O günü yaşayıp haksızlığa tavır koyabilenlerin, meşru seçimlerle iktidara geldikten sonra bürokratik-militarist elit tarafından iktidardan uzaklaştırılanların da sığınağı ne yazık ki AB oldu.
ABye girmek benim için de asla bir amaç değil, şekil açısında zerre kadar da önem verdiğim bir birlik değildir. Hatta ben bu hususta üstat Cemil Meriçin şu sözüne fazlasıyla değer verenlerin safında hissederim kendimi;
Batının meyvelerini kendi ağacımıza asarsak efendisinin ilaçlarını yutan uşak gibi oluruz
Türkiyenin Tanzimattan bu yana batının meyvelerini kendi ağacına astığı şüphe götürmez bir gerçektir. Bana göre bizimki armut ağacına elma iliştirmekle eşdeğer bir garabettir. Aslolan batılılaşmadan çağdaşlaşabilecek bir formül üretebilmekti; fakat başarılamadı. Osmanlı bunu birkaç yüzyıl düşündü ama ne yazık ki teşhisi doğru koyamadı.
Cumhuriyet, Osmanlı toplumuna pek çok açıdan yabancı sayılabilecek yepyeni Avrupalı bir toplum ve siyasa modelini beraberinde getirdi. Fakat bu sistem sürekli kendisini ihdas edenlerin lehine bir adaletsizlikten yana taraf oldu. Özellikle Atatürk sonrası dönemde, yargısını, ordusunu kısacası tüm devlet düzeneğini kendi egemenliğini kaybetmemek üzere programladı.
Cumhuriyet ve laiklik elden gidiyor söylemleri bu kayırmacılığı meşru hale getirdi. Kemalizm adaletsizlikleri örten kutsal bir paravana dönüştürüldü. İthal ettiğimiz sistemin gerekliliklerinin aksine, kendi fikri yapısına uymayan seçilmişlere savaş açtı, atanmışları taltif etti. Bugünkü sorunun kaynağı da işte buradadır.
Demokratik ve yasal normlara göre hak edenlerin iktidarda duramaması, hak etmeyenlerin iktidarlarının bir türlü nihayetlenmemesi
Bana göre bugün yapılabilecek tek şey ithal ettiğimiz ve toplumu alıştırdığımız bu sistemin gerekliliklerini yerine getirmektir ancak. Yani imtiyazlıların imtiyazını ortadan kaldırarak onları herkesle eşit hale sokmak
Hukuku, demokrasiyi, laisizmi ayrıcalıklılara değil tüm vatandaşlarına teşmil edebilen bir hale bürümek
Sistemi bir gurup azınlığın hizmetine ram olmaktan kurtarmak
Masumları öldürmeyen, hukuku belli bir kesime karşı silah olarak kullanmayan, demokrasiyi ve insan haklarını dindara da, komüniste de, köylüye de reva görebilen bir devlet
Gerçek bir demokrasi, gerçek bir hukuk
Türkiyenin bu günkü yönetim dinamikleriyle bunu başarabilmesi ve huzura kavuşabilmesi asla mümkün değildir.
Herkesin rejim muhafızı olduğu bir ülkede insan haklarından, demokrasiden, hukuktan, refahtan bahsetmek olanaksızdır. Kaos yaratıp ülkeyi askere teslim etmek uğruna kendisine yasal olmayan bir vazife biçen fahri gönüllülerin bolca yaşadığı bir ülkede huzur ve kalkınmadan bahsedebilmek fazla iyimserlik olur.
Tanzimatla başlayan, Cumhuriyetle sertleşen, bugün artık silahlı bir çatışmaya dönüşen devlet vatandaş savaşı artık sona erdirilmelidir. Bu savaşı ancak ve ancak hukuk ve demokrasi durdurabilir. Ben ABye sadece bu açıdan bakıyorum.
Ve sadece bu yüzden AB kriterleri bir zorunluluktur demek zorunda kalıyorum.