Etnospor Kültür Festivali’nden çıktık, köprü açılışına oradan Yunus Emre Enstitüsü tarafından, T.C. Cumhurbaşkanlığı himayelerinde bu yıl ikincisi düzenlenen “Türkçe Bayramı”na..
Sahi bizim spor akademileri, fakültelerinden neden kimse yoktu festivalde. Merak ediyorum Türkçe Bayramı’na kaç Türk dili ve edebiyatı fakültesinin dekanı ya da bölüm başkanı katıldı.. Ya da kaç işadamı..
Üniversiteler, işadamları, STK’lar işin içinde yoksa o iş yarım kalır.. Bu işin içinde devlet de olacak yerel yönetimler de, işadamlarımız da olacak, basınımız, STK’larımız da.
27 Ağustos Cumartesi günü yapılan Türkçe Bayramı “İstanbul Ülker SportsArena”da Erdoğan’ın katılımlarıyla gerçekleşti. Şölenin yapıldığı mekanın adı da Türkçe değil.. Firma markalarına bakın, tabelalara bakın..
Dilimizi kaybedersek her şeyimizi kaybederiz.. Allah’ın kitabını da o dille anlıyoruz. Diliniz yoksa dininiz, medeniyetiniz de tehdit altında demektir..
Dil, “lisan”, “organ olarak dil”, “Kalp” anlamlarına gelir.. İnsan duygularını kelimelerle anlatır, kelimelerle konuşur, anlar..
Onun için bizim öğrenim yöntemimizde ilk basamakta “belagat” vardır. Düşündüğünüzü doğru ifade edebilme ve söyleneni doğru bir şekilde anlama aracı olarak belagat. Ondan sonra “adab-ı muaşeret” bilişim adamı, edebi. Halk içinde hak ve sorumluluklarını bilmek. Hak ve adalet duygusu.. 3. Mantık, hesab, hendese, arz ve sema bilgisi, zaman ve mekan bilgisi. Kainat içinde varlık sebeb-i hikmeti. Garbi ifadesi ile Kozmografya bilgisi. Daha doğrusu Yaratılış hikmeti, Hikmet dersi. Sonra Hakikat ve Gerçeğin bilgisine kapı aralanacak. Önce bunlar insanı kamil olmada ilk basamaktır.
Aklın istiabı, bilgi ve o bildikleriniz arasında zaman ve mekanla ilişki kurarak sorumluluk üretme iktidarı ile sınırlıdır.
Türkçe yeniden uyanıyor, ama biz içeride bu konuda yeterli bir duyarlılık üretemedik.. “Türkçe Yaz Okulu” kapsamında 46 ülkeden 540 öğrenciyi Türkiye’nin 16 farklı ilinde ağırlayan Yunus Emre Enstitüsü, “Türkçe Yaz Okulu” finalini 27 Ağustos’taki “Türkçe Bayramı” ile taçlandırıyor. Lügavi, ıstılahi, köken olarak ve izafi olarak kelimelere yüklediğimiz özel anlamlar konusunda ciddi çalışmalara ihtiyacımız var.
60 ülkeden 500 öğrencinin katılımıyla 22 Ağustos’ta İstanbul Ülker Sports Arena’da gerçekleştirilen etkinlik umarım bu duyarlılığın artmasına vesile olur.
Önceki gün Küçükçekmece’de “geleneksel idman şöleni” vardı. Bu ifade yerine oturdu mu şimdi. Tertip heyeti “Etnospor ve Kültür Festivali” demiş. Etnospor aslında uluslararası bir girişim. Başkanlığını da Bilal Erdoğanyapıyor. Bir başlığı Türkçeleştirirken bile zorluk çekiyoruz.. Hani bunun Türkçesini söyleyebilsek bile, sokaktaki insan bunu anlayacak mı? “İdman”ı kaç kişi bilir. Mesela müzik öğretmenleri Osmanlı makam ve musiki işaretlerini bilir mi?
K.Çekmece’deki gösterilerdeki at ve insan ilişkisi muhteşemdi. İnsan ve at, ikisi sanki ezelden birbiri için yaratılmış. Muhteşem bir uyum sözkonusu. O insan “Resul” olunca, İsra yolculuğunda at “Burak” olur.
Nereden geldik, nereye gidiyoruz, ona bir bakmamız gerek.. Bunu yaparken de bileceğiz ki, tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Tarih ortak hafızamız ve tecrübeler birikimimizdir.
Tarih bilincini bu anlamda harekete geçirmek için, halkı harekete geçirmek için bu tür hatırlatmalar, gösteriler, törenler, önemli.. Biz kimiz, bu geleneğin dayandığı inanç ve ayrıntılarda gizli sembolizmin ne kadar farkındayız. Sembolizm ve ritüeller işin ruhunu oluşturur. Tarih bir menakıb ve bir mefahirden ibaret değildir. Bu arada hayal kurmayı öğreneceğiz.. Kökü mazide olan ati olacaksak, hayal kurmayı da öğreneceğiz. Bu anlamda hayal gerçeğin anasıdır. Bu derinliğe sahip değilsek bu işler sadece folklorik bir gösteri olarak kalır.
Bir şeyin çok olması değil sürekli olması gerek.. Halkın o şeyi ne kadar kendi hayatına kattığı önemli. Onu, o tarihi, o geleneği bugüne, geleceğe taşıyabiliyor muyuz.. Roman, tiyatro, şiir bilim ve sanata dönüştürebiliyor muyuz. Yoksa turistik bir şov ya da tüketim/pazarlama aracı mı kılıyoruz.
İki günümüz birbirine eş olmadan, sabırla, abartılı övgü ve sövgü bataklığına saplanmadan.. okuyarak, düşünerek öğreneceğiz. Yapa yapa öğreneceğiz. Öğrene öğrene yapacağız.
İnanç, tarih, gelenek ile ilgili ıstılahlarımızı ve müesseselerimizi yeniden keşfediyoruz.. Baksanıza bugünkü akılla “Cemaat” kavramının içini nasıl boşalttık. Hani, aynı Allah’a, Resule, kitaba iman edenler, tek bir ümmet, tek bir millet, tek bir cemaattik. Cami, cemaat, cem olmak aynı şeyi ifade ediyordu. Mecmua aynı kökten geliyordu. Hani Müslümanlar ihvandı/kardeşti. Ne oldu. Herkes kendine yeni ihvanlar buldular. Camide müminler cem olurdu, ibadet edilirdi. Onun için cami mabed idi. Mabed’deMabud’a ibadet edilirdi. İbadet edene abd/abid denirdi. Sahi, o zaman “abide” ne demek oluyor. “L’ecol” ne demek, kreş, “Kirshe”den galat olmasın, kermes “Kirshe Messe”nin kısaltılmış şekli olmasın mesela. “Mürebbiye” ne demek!
Teşekkürler Erdoğan. Bu etkinlikleri düzenleyip, bu konuları düşünmemiz için zemin oluşturduğunuz için. Teşekkürler baba Erdoğan; mezhebin, tarikatın din olmadığını söylediğiniz için. Evet köprü açılışında, “Biz seferden sorumluyuz zaferden değil” dediğiniz için. Evet Allah bizi artırarak ve eksilterek imtihan edecek. Bir de “şöyle olmasaydı, böyle olmazdı” dememeyi öğrenmeli bizim önde gidenlerimiz. Allah dilediği şeyin sebebini halkeden, kimse O’nun iradesini engelleyemez ve O’nu bir şey yapmaya mecbur bırakamaz.
Teşekkürler bu güzel çabalar konusunda emeği geçen herkese. Bugün her şeyi yeniden düşünmek için güzel bir başlangıç.
Selâm ve dua ile.