Misyonerler katliamının yaşandığı dönemde Malatya İl Jandarma Alay Komutanlığı görevinde bulunan emekli Albay Mehmet Ülger, dün gözaltına alındı. Azmettirici olmakla suçlanıyor.
Sürpriz bir gelişme gibi algılandı.
Oysa bu bilgi, tam bir yıl önce piyasa sürülen Operasyon Ergenekon isimli kitabımın 182. sayfasında Olay ihbar mektubu ara başlığı altında vardı.
Kimse öküz altında buzağı aramasın, bu mektuba dava dosyasından ulaştım. Hakimler de savcılar da avukatlar da sanıklar da bu mektuptan haberdardı. Kaldı ki, kimi avukatlar, Malatya davasıyla ilgili 31 klasör belgeyi aralarında Milliyet, Hürriyet, Vatan, Radikal, Akşam dahil olmak üzere 10 gazetenin ilgili muhabirlerine göndermişti.
Küçük bir dokunuşla bu belgeyi fark etmek mümkündü.
2007 yılı eylül ayında Malatya Savcılığına gönderilen bu ihbar mektubunda, katliamda başrolde olduğu iddia edilen Emre Günaydını M.Ü adlı alay komutanının telkiniyle öğretim üyesi R.Bnin azmettirdiği, azmettirici R.B ile temas kuran kişinin ise Jandarma Üsteğmen H.İ olduğu öne sürülüyordu.
Telefon kayıtları incelenirse bu irtibatın kurulacağı şeklinde mektuba bir de özel not düşülmüştü.
Telefon kayıtları incelendiğinde, bazı sanıkların ilginç bağlantıları ortaya çıktı. Mesela Sanık Abuzer Yıldırımın 8 Kasım 2006 günü İstanbul Kartalda bir savcıyla (R.H.B) iki kez mesajlaştığı, 3 Mart 2007 günü Özel Kuvvetlerde görevli Astsubay C.K.B ile görüştüğü belirlendi.
O astsubay dedi ki: Telefon kız kardeşimin üzerine kayıtlı. Görüşmenin yapıldığı söylenen tarihte telefonu eski eşim kullanıyordu.
Savcı ise kendini şöyle savundu: Bu telefonu bir yakınım kullandı.
Sanık Hamit Çekerin ise Malatya 2. Ordu lojmanlarında oturan K.D ile çok sayıda telefon görüşmesi yaptığı tespit edildi.
Üstelik ihbar mektubunda ismine yer verilen jandarma üsteğmen dava soruşturmasında yer almış, katliamdan sonra üst kattan atladığı için yaralanan Emre Günaydının kaldığı hastane odasındaki görüntülerinin kaydedildiği kasetlerle ilgili çalışmayı yürütmüştü.
İddialara göre; Emre Günaydının odasına kurulan özel güvenlik kayıt sisteminin ses alma ve kendi hafızası dışında başka bir kaynağa kopyalanma özelliğinin olmadığı 9 gün sonra fark edilmişti. Kamera görüntülerinin bulunduğu 2 sabit diskin silindiği ve mevcut görüntülerin teknik donanım yetersizliği nedeniyle dönüştürülemediği belirtilmişti.
Eğer Malatya davasının üzerine bu şekilde gidilirse daha büyük sürprizlere hazır olun.
Çarşamba günkü yazımda Çevik Bir imzalı bir belge üzerinden 28 Şubat sürecine dair kısa bir kesit sunarken, bazı okuyucular gönderdikleri mesajlarda sordular: İyi güzel de Erbakanın hiç mi kusuru yok?
Eş zamanlı olarak Süleyman Demirel, Vatan Gazetesinde devam eden 28 Şubatla ilgili röportaj serisinde 14 Mart 1997 tarihli bir belgeyi açıkladı.
Dönemin başbakanı Necmettin Erbakan, MGK Genel Sekreterine gönderdiği bu yazıda, 18 maddelik irtica ile mücadele kararlarını uygulamaya koyduklarını bildiriyor. Bu haber, internet sitelerine ağırlıklı olarak Demirel, Erbakanı yaktı başlığıyla yansıdı.
Okuyucuların sorularıyla internet sitelerinin yorumunu birlikte değerlendirdiğimizde, ortada bir yanma hali varsa, Erbakanın kendini yaktığı ifadesini daha doğru buluyorum. Maalesef Erbakan, Genelkurmay karargahında pişirilen hükümeti devirmeye yönelik süreci iyi yönetemedi.
Teşbihte hata olmaz derler, şimdiye kadar hep hırsızı sorguladık, peki ev sahibi kapıyı pencereyi açık bıraktıysa ortada ağır tahrik hali yok mu?
Bu soruya, son kitabım Kıta Durda ayrıntılı olarak yer verdiğim bir iki anekdotu aktararak cevap vereceğim, yorumu size bırakmak istiyorum.
Bakanlar Kurulu, 28 Şubattaki MGK toplantısından sonra ilk kez 13 Martta toplandı. Bu tarih, Demirelin açıkladığı belgenin yazıldığı tarihten bir gün öncesine denk gelir. Toplantıda iki eksik vardı: Devlet Bakanı Abdullah Gül Antalyada, Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna Kübada bulunduğu için katılamadı.
Erbakan ve Çiller, toplantıda yeni tartışma alanları ortaya çıkmasın diye yaklaşık 45 dakika baş başa görüştüler. Ardından Bakanlar Kuruluna geçtiler.
Erbakan toplantıyı şu sözlerle açtı: İki genel başkan olarak mutabakata vardık. MGKnın basın açıklamasıyla hükümete kararlar okunacak. Ayrıca müzakere yapılmayacaktır.
Kararları okuma görevi Devlet Bakanı Lütfü Esengüne verildi. Daha sonra ilk sözü Çiller aldı: Biraz önce kararları okunan MGK, Anayasal bir kuruluştur. Onun için MGKda alınan kararların gereğinin yapılması şarttır.
Erbakan ise Çillerin uzun konuşmasının ardından görüşlerini dile getirdi: Tansu Çiller hanımefendi konuyu fevkalade güzel bir şekilde ortaya koymuştur. Konuşmalarına aynen katılıyorum. Tek kelime dahi ilave etmeye veya çıkarmaya lüzum dahi görmüyorum.
Erbakakanın şu sözleri daha da ilginç: Hükümet irticayı önlemek için kesinlikle kararlı ve inançlıdır. MGKda herkesin bu konuda birlik ve beraberlik içinde olduğunu müşahede ettim.
Dışarıdan farklı olarak içeride MGK kararlarına kayıtsız şartsız sahip çıkan ve MGKnın asker üyeleriyle sorun yaşanmadığını iddia eden Erbakanın bu tutumu, 28 Şubat mühendislerinin işini daha da kolaylaştırdı. Asker ve diğer güç odaklarının kuşatması altındaki Erbakanın feryadı, samimiyet testindeki kırıktan olsa gerek, toplumda istediği karşılığı bulamadı.
Süleyman Demirel de Erbakanın bu yumuşak karnını iyi keşfettiği için sürekli o bölgeden vurdu.
Aradan yıllar geçti ve şartlar değişti.
O gün Erbakan için zaafa dönüşen tutarsızlığın bugün kararlılığa dönüşmesi, Demirel ve arkadaşlarının ezberini bozdu. 28 Nisanda (2007) Bakanlar Kurulunun elektronik muhtıraya verdiği karşılıkla birlikte, makara, demokrasi yönünde sarmaya başladı.