Bazıları için “sıradan bir fotoğraf” ve “sıradan bir ödül” gibi görülebilir... Ama bu “fotoğrafın arka plânı”na bakılırsa; hem “fotoğraf”ın ne kadar “anlamlı” olduğu, hem de “ödül”ün ne büyük değer taşıdığı görülür... Hiç kimse için bir önemi olmasa da, bu fotoğrafın, bu ödülün Vakit için manevî önemi vardır... Veren için de önemi vardır, alan için de!..
Biliyorsunuz... Önceki gün, kısa adı ASKON olan Anadolu Aslanları İşadamları Derneği’nin 6. Olağan Genel Kurulu yapıldı İstanbul’da... Genel Başkan Mustafa Koca’nın ev sahipliği yaptığı genel kurulda, SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ve Başbakan Tayyip Erdoğan, birer konuşma yaptılar... Bu konuşmaların özetini, dünkü Vakit’te okumuş olmalısınız...
Yine görmüş ve okumuş olmalısınız ki; o toplantıda “yılın ekonomi ödülleri” de dağıtıldı... Ödüle lâyık görülenler arasında, Vakit Muhabiri Mustafa Uzun da vardı... Mustafa Uzun; “Helâl gıda, Müslüman’ın olmazsa olmazıdır” başlıklı röportajı ile, ASKON tarafından “yılın en iyi röportajı” ödülüne lâyık görülmüştü.
“MUHTAR BİLE OLAMAZ” DİYORLARDI!
Mustafa Uzun, ödülünü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın elinden aldı... Başbakan, arkadaşımız Mustafa Uzun’u tebrik etti ve başarılarının devamını diledi.
Dikkat ederseniz;
Sıradan bir olay...
Hiçbir olağanüstülük yok!..
Ama bu fotoğrafın “arka plân”ına bakılırsa, o arka plânda “koskoca bir 13 yıl” olduğu görülür!..
Ne oldu 13 yıl önce?..
Elbette, “28 Şubat Darbesi!”
Peki bu “darbe süreci”nde neler yaşandı?..
İşte orası, tam bir roman!..
Tam bir dram!..
Tam bir zulüm!..
13 yıl önceki “28 Şubat darbe süreci”nde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Tayyip Erdoğan, okuduğu bir “şiir” yüzünden hapse atılmış, “mütedeyyin insanlar”a karşı da “topyekûn savaş” başlatılmıştı... İnsanlar tek tek “fişleniyor”lar, özellikle “dindar” işadamları da “geceyarısı operasyonları” ile yataklarından kaldırılıp “gözaltı”na alınıyor, “maddî ve manevî işkence”lere maruz kalıyorlardı... Ki, bu işadamlarından çoğu, MÜSİAD ve ASKON’a üye işadamlarıydı!.. Bazıları, gördükleri işkenceler yüzünden “yürüyemez” duruma gelmişlerdi... “Başörtüleri ile okumak isteyen kız öğrenciler” ise, ya “coplanıyor”lar, ya “ağızları kapatılıyor”, ya üzerlerine “tazyikli su” sıkılıyor, ya da incecik bileklerine “kelepçe”ler takılıyordu!..
Kısacası, insanların hem “hak”ları gasp ediliyordu, hem de “özgürlük”leri!..
Yani; “hak” isteyen “haklanıyor”du!..
İşte, sırf “şiir” okuduğu için, Tayyip Erdoğan hapse atılmıştı!.. Birilerinin etekleri zil çalıyordu...
Sevinçten çılgına dönmüşlerdi...
Çünkü Tayyip Erdoğan’ın “siyasî hayatı” bitmişti ve “artık muhtar bile olamaz”dı!..
Ama, “siyasî hayatı bitti” denilen, “muhtar bile olamayacağı” söylenen o adam, hapisten çıkar çıkmaz “ciddi bir demokrasi mücadelesi” vermeye başladı ve sonunda, kurduğu parti ile “tek başına, işbaşına” geçti!..
“Muhtar bile olamayacağı” söylenen o adam, artık “Başbakan”dı... “Kimsesizlerin kimi, sessizlerin sesi”ydi.
Özetleyecek olursak;
Önceki gün muhabirimiz Mustafa Uzun’a “ödül” veren adam, işte o “Başbakan”dı!..
VAKİT’E REVA GÖRÜLEN ZULÜMLER!
Dedik ya; Başbakan’ın elinden “ekonomi ödülü” almanın bizim için farklı bir anlamı vardır.
Çünkü bu gazete;
“28 Şubat süreci”nde, “cuntacı”lara ve cuntacılar tarafından icat edilen “yasak”lara, “dayatma”lara ve “yasadışı zorbalıklar”a karşı “tek başına” direnmiş ve “yalnız” kalma pahasına “özgürlük savaşı” vermişti!..
Tabiî, “bedel”ini de ödemişti!..
Bu gazetenin sahipleri ve çalışanları olarak “ölüm”lerle tehdit edilip, susturulmaya çalışıldık!..
Susmadığımız görülünce, “Kaleşnikoflu saldırılara” maruz kaldık... Ki, o “Kaleşnikof”un mermisi, hâlâ duvarımızda saplı durmaktadır!..
Yine de “insan hak ve özgürlükleri” demeye devam edince, bu defa da, “Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa” görülen bir olay yaşadık... Gazetemizin merkez binası, “keskin nişancılar, panzerler ve yüzlerce polis” eşliğinde, adeta bir “terör üssü” basılır gibi “baskın”a uğradı... Binamızın tüm odaları, bütün masaları ve hatta tuvaletler bile didik didik arandı... “Silah” mı arıyorlardı, yoksa “terörist” mi, elbette bilemiyoruz... Ama, çalışanlarımızdan istedikleri “kimlik”leri ellerine aldıklarında gördüler ki, hemen hepsi “Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü”nün verdiği “Basın Kartları”dır... Üstelik çoğu da, “Sürekli Basın Kartı” sahibidir... Polisler şaşırmıştı; “Allah, Allah... Sizin hepiniz gazeteciymişsiniz!”
Ya “ne” olacaktık ki?..
“Terörist” mi?!?..
Onlar, galiba “terörist” arıyordu!..
Ama bilmiyorlardı ki;
Bizim “illegal işler”le ve “illegal örgütler”le hiçbir işimiz olmaz... Çünkü biz; “Halkın gören gözü, işiten kulağı, haykıran sesi” olmak için yola çıkmış bir “gazete”ydik!.. Bunu bilmedikleri için, yaptıkları baskının da “halkın sesini boğmak” olduğunu elbette bilmiyorlardı!..
DAHA NİCE “İLK”LER YAŞADIK!
Bu da yetmemiş olmalı ki; “bireysel hedef”lere yöneldiler... Öyle ya; dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Ankara’dan “hedef” gösteriyordu...
“Türkiye Cumhuriyeti’nde yine bir ilk” olarak, Vural Savaş, Ankara’da düzenlediği ve 9-10 kadar televizyondan “naklen” yayınlanan basın toplantısında; “Vakit gibi gazetelerle mücadele etmek için” diyordu, “Mevcut kanunlar yetmez!.. Yunanistan’daki kanunların bir benzeri çıkarılmalı Meclis’ten!!!”
Bu mesaj, hedefine ulaşmıştı... Bir yandan “çete”ler, bir yandan “Nuh Mete”ler derhal harekete geçmiş, “İki Hasan’dan biri”ni bulmak için “operasyon” başlatmıştı!.. Sonunda, bir “Cuma Namazı”ndan sonra “İki Hasan”ı da gözaltına almışlar, Ankara’ya götürmüşler, günlerce gözaltında tuttuktan sonra, bir “Nuh Mete icadı” olan “uyduruk yüzleştirme”nin ardından, “kiralık tanık”ın 6-7 kişi arasından tutup bir “polis”i teşhis etmesiyle “senaryo” boşa çıkmış, “Hasan’ları serbest bırakmak” zorunda kalmışlardı!..
Ancak, “1000 yıl sürmesi” hesaplanan ve bu ülkenin “inançlı” insanlarına karşı yürütülen “topyekûn savaş” devam ediyordu...
Bizler, mutlaka susturulmalıydık!..
“Çete”lerin senaryoları ve “Nuh Mete”lerin operasyonları fiyaskoyla sonuçlanınca, bu defa “yargısız infaz”ları da sollayan “linç kampanyası”nın düğmesine basıldı...
Öyle ya;
Kod adları “Sarıkız, Ayışığı, Eldiven ve Yakamoz” olan “darbe plânları” hazırlayan “cunta”cılar, illâ da “kelle” istiyorlardı... Vakit’e karşı “sabotaj”lar düzenlenmeli, Vakit’i basan matbaanın “elektrik”leri sık sık kesilmeli, “Vakit çalışanları”nın aileleri sık sık “taciz” edilmeli ve “dâvâ bombardımanı” başlatılarak, “bu gazete mutlaka susturulmalı”ydı!..
DÂVÂ BOMBARDIMANI VE LİNÇ!
O bombardıman, gerçekten de başlatıldı!..
“Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir imzalı suç duyuruları”nı, Vakit’i “PKK ile işbirliği içinde gösteren” uydurma manşetler ve şerefsizce saldırılar takip etti!..
Bu da yetmedi; yazarımız Asım Yenihaber’in, “sadece 2 generali” eleştirdiği bir yazıdan dolayı “312 general” tarafından açılan “tazminat dâvâsı” ile “trilyonluk ceza”ya maruz kaldık... Neyse ki, bu dâvâ Yargıtay tarafından bozuldu... Ama, “yerel mahkeme”de hâlâ devam ediyor...
Ne ilginçtir ki; “Vakit’e dâvâ açan general”lerin bazıları, şu anda “Balyoz Darbe Plânı”ndan dolayı “tutuklu” bulunuyorlar... Ve “Özden Örnek’in günlükleri”nden yeni yeni öğreniyoruz ki; Vakit’e dâvâ açan generaller “organize bir eylem” gerçekleştirmişler ve dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün karşı çıkmasına rağmen dâvâ açmışlar!..
Tabiî, sadece “312 General Dâvâsı” değil, daha nice “tazminat dâvâsı” açıldı hakkımızda... Ne ilginçtir ki, dönemin “brifingli yargıçları” tarafından hep “mahkûm” edildik... Anladık ki, “ekonomik bir linç”le karşı karşıyayız...
“Astronomik ceza”ların altından kalkmamız mümkün değildi... Çünkü bizim arkamızda “holding”ler ve “banka”lar yoktu... Biz, “devletten ihale” de almıyorduk... Sadece “halkımızın, aldığı gazeteye ödediği kuruş”larla ve “duyarlı işadamları”nın verdiği “ilân-reklâm”larla dönüyordu bu çark!..
“Kuruş”larla dönen bu çarkın, “trilyonlar tutan tazminat cezaları”nı kaldırması elbette mümkün değildi...
Bildiğiniz gibi; bu “ekonomik linç”lere daha fazla direnemeyip, “Akit’in kapısına kilit vurmak” zorunda kaldık!.. “Kepenk”leri de kapatmıştık ki, sağolsun Nuri Aykon Beyefendi yetişti imdadımıza... Bütün imkânlarını seferber edip, “devam” dedi!.. Malûm, “Vakit” olarak devam ettik yolumuza...
Allah’a şükür, hâlâ devam ediyoruz...
BU ÖDÜL, İŞTE BUNUN İÇİN ÖNEMLİ
Şimdi anladınız mı;
Önceki gün Başbakan Tayyip Erdoğan’ın elinden aldığımız “ekonomi ödülü”nün ne anlama geldiğini?..
Bu ödül, “ekonomik linç”lere uğrayan bir gazetenin “küllerinden yeniden doğuşu”na verilen “ödül”dür!..
Bu ödülü bize lâyık gören ASKON üyesi işadamları ise, “ekonomik baskılarla mağdur edilmiş işadamları”ydı!..
Ya Tayyip Erdoğan?.. O da, “muhtar bile olamaz” denilen bir “Başbakan”dı!..
Yani, “ödüle lâyık gören” de, “ödülü alan” da, “ödülü veren” de, birer “28 Şubat mağduru”ydu!...
O fotoğraf, işte bunun için “anlamlı”ydı!..
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle...