Tarihte 16 Türk Devleti kuruldu diye övünüp duruyoruz. Doğru, övünülecek bir tarafı olabilir, devlet kurmak öyle kolay değil elbet!
Amma!
Bir de olayın diğer boyutu var kİ; devlet kurup devletin bekasını getirememek…
Tamam, tarihte 16 Türk devleti kurduk kurmasına da bu devletin sonunu kimler getirdi?
Yazık ki Türklerin bizatihi kendisi! En azından vakanüvisler öyle diyor.
O halde devlet kurduktan sonra devleti yaşatmak ta önemli!
Devleti yaşatacak olan krallar, sultanlar, kanunlar, fermanlar değildir. Halkına layık olmayan, halka rağmen sultasını dayatan tüm idareceler, bir şekilde yönetim erkinden uzaklaşır, uzaklaştırılır, gerekirse halk onu alaşağı eder.
Demek ki problemin odağında “insan” var. “İnsan odaklı” bir yönetim ile “devletin bekası” arasında paralellik var!
Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihatinde ne güzel söylemişti; insanı yaşat ki devlet yaşasın…
Türkiye’miz özelinde on yıllardır devam eden bir terör belası var. Bu belanın son bulması için Hükümet, bazı adımlar atıyor, çözüm getirmeye çalışıyor. Hükümet, bu adımları “devletin bekası ve milletin huzuru için atıyorum” diyor. Öte yandan muhalefet ise çözüm sürecine şiddetle karşı çıkıyor. Kandan ölümden bahsediyor. Türkiye’nin muhtelif vilayetlerinde “şehitler ölmez, vatan bölünmez” yürüyüşleri yapılıyor. Protesto davetiyelerinin Cuma saatine denk geldiği bazı yerlerde sosyal medyada cevaben; “ben Cuma namazına gideceğim, Cuma olmasaydı gelirdim” mizahi yaklaşımı da olmuyor değil...
Latife bir yana, muhalefet cenahından “çözüm” önerisi olarak “ölüm ve kan edebiyatı” var, slogan var!
Osmanlı’da da öyle olmadı mı?
“Din elden gidiyor, Şeriat istiyoruz, şapka giymeyeceğiz” diye yapılan propagandalar, koca bir devletin sonunu getirdi. Buna bazı âlimlerimiz de önayak oldu. Daha sonra içinde bulundukları “gaflet ve delaleti” ikrar etmek zorunda kaldılar. Şimdiki durum geçmişten farlı değil! Dün “din elden gidiyor” diyenler, bu gün “vatan elden gidiyor” naraları ile hükümeti “ihanetle” suçluyorlar.
Allah aşkına, “kan dökülmesin, insanlar huzur içinde yaşasın, sulh-i sükûn olsun” diye gayret göstermenin neresi ihanettir!
Doğru; barışın mimarları, savaşa ihanet edenlerdir, şeytana pabucu ters giydirenlerdir…
“Vur de vuralım, öl de ölelim” çözüm bu, öyle mi?
Allah aşkına, kim kimi vuruyor?
Müslüman Müslüman’ın bir damla kanını heder eder mi?
Ehli kıblenin birbirini öldürmesi reva mı?
On yıllardır savaş halindesin, kan döküyorsun, ama bu kanın karşılığında bir zafer, bir kazanım, bir getiri olmasın?
Külliyen zarar…
Üstüne üstlük, terör örgütünün elebaşını da siz idamdan kurtardınız, daha ne!.
Efendim “devlet gizli görüşmeler yapıyormuş, bu görüşmelerin içeriğini halk bilmiyormuş” türünden propagandalar var. Devlet elbette gizli görüşmeler yapacak. Halk her şeyi bilmek zorunda mı, halk niçin hükümete “vekâlet” veriyor?
Benim adıma görüşsün, ülkem insanı sulh-i sükûn içinde olsun diye…
Elbette kaygılar olacak. Ama bu kaygıları “paranoya” seviyesine çıkartıp “kandan, ölümden” bahsetmek hiç de hoş değil. Bu millet 12 Eylül’ün acı tecrübelerini unutmuş değildir. En yakın akrabalarımızdan idamla yargılananlar, bu uğurda can verenler oldu. Dün kan bıçak olduğun insanlarla bu gün “kan-ka” olabiliyorsun ama sıra bir milletin topyekûn kardeşliğini öngören çözüme gelince “kandan, ölümden” bahsediyorsun!
Çözümü kanda, ölümde arayanlar, kan kaybından gideceklerdir, haberleri ola!
Güçlü devlet, güçlü milletle olur. Milleti oluşturan bir “omurga” vardır. Bu gün ehli salip(Haçlılar) nezdinde Balkanlar’da Boşnaklar, Arnavutlar “Türk” diye itibar ediliyor. Bir gün yolunuz Kosova’ya düşerse, Kosova’nın Prizren Müftüsü Lütfü Balık arkadaşıma benden selam söyleyin ve bu konuları konuşun. Balkanlarda kime sorarsanız sorun, size canlı tarihi yaşatırlar. Onlara “Evlad-ı Fatihan” denmiştir. Aynı şekilde Kafkas halkları da “Türk” diye itibar olunuyor. Ama aynı şeyi Türk olmalarına rağmen Bulgarlar ve Macarlar için söyleyemiyoruz, neden? Çünkü din ile yoğrulmuş kültür kodları “Türklük” kimliğini inşa etmiştir. Bulgarlar ve Macarlar bundan nasiplenememiştir. Bu kimliği kazanmak kolay olmadı. Küre-i arzda İslam’a ve Kuran’a bu ölçüde hizmet eden başka bir millet yoktur. Onun için Ehlisalip (Haçlılar) “Tük” deyince İslam’la eşdeğer görüyorlar. Bu algı tepeden inme, kanunlar himayesinde oluşmadı ki iktidar sahipleri ortadan kaldırsın. AK Parti’nin böyle bir niyeti olduğunu düşünmek saflıktır…
Kanla, gözyaşıyla, konun-nizamla Atatürk-Türklük korunacaksa vay halimize?
Bu topraklarda Atatürk’ü sevdirmemek için, Türklüğü nefretle hatırlatmak için elinden geleni yaptılar. Ama milletin sağduyusu bunların yanlış telkin ve icraatlarına müsaade etmedi. Bu gün halkın kahir ekseriyeti çözümü arzuluyor ve bu yönde atılan adımları destekliyor. “Türklük elden gidiyor” diyenlere on yıl öncesi Arap yarımadasına, Asya’ya ve Uzak Doğu’ya gitsinler ve baksınlar, insanların Türklere olan sevgisi ve saygısı katbekat artığına şahit olacaklardır. Hatta Batı’ya gidip Anadolu’dan giden işçilerimize; “Batılıların Türklere olan bakış açılarının on yıl öncesine göre nasıl değiştiğini” sorsunlar!
“Adam yerine konulmuyorduk” diyeceklerdir...
Hâsılı dünyada “Türkün itibarı” artarken, Türkiye’de bir “itibarsızlaştırma paranoyası” var. Bir “Laz” olarak, kendimi milli birliğimizin simgesel değeri olan “Türk” kimliğini taşımaktan dolayı gurur duyuyorum. Bu kimliği dedelerimizden emanet aldık. Bu bağ, kan bağıyla oluşmamıştır. Bu bağ; “milliyet-din” bağıdır. Bu milliyeti Selçuklular, Osmanlılar onurla taşıdılarsa, bizim de atalarımız onlardır. Biz “omurgasız” değiliz. Bu milletin omurgası bellidir. Ama lütfen bize “Müslüman olmayan Türkçüler” gibi bize “Türklüğü” pazarlamaya kalkışmasınlar.