Okuyucumun babası kendine bir mezar hazırlatmış. Zaman zaman burada oturup Kur'an okuyor, sonra da kalkıp geliyormuş. Bu durum çevrede konuşma konusu olmuş. | |
Kimileri, nerede öleceği belli olmayan insanın belli bir yerde mezar hazırlatması uygun olmaz, demişler. Kimileri de, insan nefsine işte böyle ders vermelidir, diyerek uygun bulmuşlar. Konuşmalar çevreyi rahatsız edecek boyuta ulaşınca bize sorma gereği duymuşlar: - Nedir ölmeden önce kendine mezar hazırlatmanın dinî hükmü, bize bilgi verebilir misiniz, demişler. Bence meseleyi çevreyi meşgul edecek derecede büyütmeye hiç gerek yoktur. İsteyen kendine böyle bir mezar hazırlatabilir, istemeyen de bunu gereksiz görebilir. Burada mühim olan "insanın kendine mezar hazırlaması değil, kendini mezara hazırlaması"dır. Kendini kabre hazırlamazsa senelerce önceden kabri kendine hazırlamış olsa da faydası olmaz. Çünkü insanı mezarı kurtarmaz, götürdüğü ameli kurtarır. Şayet iman ve amelle yüklü olarak gidiyorsa hangi mezarlıkta, hangi kabirde olursa olsun kurtulur. Bundan dolayı meşhur fıkıh kitabı Merak-il Felah'ta şöyle bir ifade yer almıştır: - Bir kimse önceden kendine kabir kazdırıp nefsini kabre hazırlasa beis (mahzur) yoktur!. Nitekim ilk müceddid Ömer bin Abdülaziz gibi bir kısım alimlerin de kendilerine önceden kabir hazırlattıkları kayıtlardan anlaşılmaktadır. Aslında ölmeden önce kabir hazırlatma anlayışının temelinde "Ölmeden önce ölün!" hadisinin ikazı vardır. Ancak bu hadiste işaret edilen husus, önceden kabir hazırlatıp da ölmüş gibi rol yapın demek değildir. Belki hadisin işaret ettiği gerçek şudur: "Ölmeden önce günah cihetinden ölün, yani ölmüş adamın günahsızlığı gibi günahsız yaşamaya bakın. Böylece ölmeden önce ölmüş sayılırsınız. Tarihte önceden kendine mezar hazırlatan alimlerden bir örnek verecek olursak konu biraz daha netleşmiş sayılır. 227'de vefat eden Bağdat'ın büyük velisi Bişr-i Hafi'nin mezarının hemen yanına Bağdatlı Şeyh Ebu Bekir de bir mezar kazdırmıştı. Kabrinin başında haftada bir hatim okuyup dönüyordu bu zat. Ne var ki kendinden önce meşhur tarihçi Hatib-i Bağdadi vefat etti (463). O da Bişr-i Hafi'nin yanına gömülmesini vasiyet etmişti. Kendisi için hazırladığı mezarı muhaddis ve müverrih Hatib-i Bağdadi'ye vermesini istirham ettiler. Ama şeyh buna razı olmadı. Bu defa şeyhin babasına müracaat ettiler. Kendisi gibi alim olan babası Ebu Saad, oğluna şöyle bir soru sordu: - Oğlum, şayet Bişr-i Hafi hayatta olsa, sen de yanında oturmuş bulunsan, o sırada büyük alim Hatib-i Bağdadi dışarıdan gelip senden aşağıya otursa, buna gönlün razı olur mu, yoksa hemen kalkıp Hatib-i Bağdadi'ye kendi yerini verir, sen ondan aşağıya oturmayı mı tercih edersin? - Ben ondan aşağıda oturmayı tercih ederim! - İşte dedi şimdiki durumunuz da bundan farksızdır. Kendini Hatib-i Bağdadi'den büyük görüyorsan Bişr-i Hafi'nin yanındaki mezara kendin gir, onu aşağılardaki mezara bırakmaya razı ol!. Böylece konu bitmiş, oğul Ebu Bekir, Hatib-i Bağdadi'nin kendi kabrine defnine rıza göstermiştir. Demek ki tarihte kendilerine önceden kabir hazırlatan âlimler de olmuştur. Hem de bu kabrin maneviyat büyüklerinin yakınında olmasını da istemişler, mübarek insanların kabir komşuluğuna önem verdikleri de bundan anlaşılmıştır. |